.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2010 Perşembe

İNSAN YALNIZCA EKMEKLE YAŞAMAZ

Hep meleklerden konuşacak değiliz ya, arasıra pozitifin zıttı olan negatiften de söz etmek gerek. Kaleler ve kişiler; iç teçhizat, özellikler, metabolizma, donanım ve zeka düzeyi bilinmeden keşfedilip, kuşatılamaz.Bırakın kuşatma ve teslim almayı, teslim olmamak ve oyunlara gelmemek, kabak gibi salak yerine konmamak, kandırılmış olup sonunda pişman olmamak için bile az-buçuk uyanık olmak gerekli.Ama nasıl?

İsa'yı yoldan çıkarmak isteyen şeytanı hatırlayın bir kez.İsa’ya yaklaşıp şöyle demişti,
“Tanrı Oğluysan şu taşa söyle de ekmek olsun.” İsa;
“İnsan yanlızca ekmekle yaşamaz, fakat Rabbin ağzından çıkan herşeyle yaşar"demişti.
Şeytan, İsa’ya karşı kullandığı yöntemi değiştirdi. O’na dünyanın tüm krallıklarını gösterdi. İsa’ya şöyle dedi,
“Tüm egemenlik ve görkemleriyle bunları sana vereceğim. Bunlar bana teslim edildi, ben de dilediğim kişiye veririm. Bana taparsan hepsi senin olacak”
İsa Şeytan’a şöyle cevap verdi,
“Çekil git Şeytan! Çünkü ‘Tanrın olan Rab’be tap, yanlız O’na kulluk et’ diye yazılmıştır.
"Tanrı’nın Oğluysan, kendini buradan aşağı at" dedi. "Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Tanrı, seni korumaları için meleklerine buyruk verecek. Ayağın bir taşa çarpmasın diye seni elleri üzerinde taşıyacaklar."
İsa şöyle yanıt verdi,
“ ‘Tanrın olan Rab’bi sınama!’ diye buyrulmuştur” dedi.
Şeytanın kandırmaları ve benliğe sokan fısıltılarına inanmayanlardan olalım inşaallah.
Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

22 Eylül 2010 Çarşamba

KİM ŞEYTAN?

Şeytan birgün isyan etmiş "ben şeytan, şeytan olalı siz insanoğlunun birbirinize yaptığı kötülüğü yapmadım" demiş.Ve anlatmaya başlamış...
Bir zamanlar mutlu bir karı-kocayı ayırmak için her çareye başvurmuş ama başaramamıştım doğal olarak sonunda pes ettim. O sıra kocakarının biri çıkıp geldi yanıma fısıltıyla; " bir altın verirsen onları Ben ayırırım" dedi.Ben başaramayacağından emindim ama yine de onları ayırabilirse bir altın vermeyi taahhüt ettim. Kadın bir akşam vakti mutlu karı-kocanın kapısını çaldı. "Evladımm namaz kılacak yer bulamadım bana yardım et abdest alıp şuracıkta namazımı kılayım" dedi. Kadın "tabi teğzecim, buyur içeri eline su dökeyim, seccadeni temiz bir yere sereyim, senin namazın benim içimi ferahlatır" dedi ona.kadıncağız sofra hazırlamaktaydı o sıra, kocakarıyı da yemeğe davet etti fakirim. "Olur!" dedi kocakarı oturdu sofraya. Ancak "bana iki tabak iki çatal getir tek tabakla yiyemem!" dedi. Kadın kocasıyla yemek yiyecekken kadının ısrarıyla o da oturdu sofraya.Neyse kısa bir zaman sonra kapı çalınıp kadın "hoşgeldin kocacım diye kapıda karşılayınca sevdiğini, Kocakarı "kızım kim bu adam?"diye sordu. Kadın "kocam teyzecim" diye yanıt verdi doğal olarak. Kocakarıda bir hayret; "pes doğrusu sen ne or..pu kadınsın kapına her geleni kocam diye tanıtıyorsun.Aha demin gelene de kocam dedin aha tabağı aha çatalı.Yemeğini yedi uğurladın şimdi de buna mı kocam diyorsun?" dedi ve hışımla kalkıp," vah vah oğlum yazık sana!" diyerek evden ayrıldı.Sonunda olanları tabiki tahmin edebilirsiniz.O aile parçalandı...Şeytan:"Ben Şeytan olarak tırstım ve uzun bir çubuğun ucuna altını yapıştırıp kocakarıya uzattım ve "al al altınını ben şeytan olalı senin yaptığın gibi bir şeytanlığı yapmadım uzak dur benden melun kadın, deyip oradan uzaklaştım."dedi.

Şimdi bu olayda kim şeytan????
O karı-kocanın yerinde siz olsaydınız ne yapardınız peki?
Hani her durumda suçu şeytana yükleriz ya."Şeytana uydum, şeytan gözümü kör etti."deriz. Bir de "Şeytan kulağına kurşun" der yaralarız ya adamı, dönüp de kendimize bakmak gelmez aklımıza.Oysa birçok konuda şeytan gelip bizden ders almalı örnekte görüldüğü gibi.

Hepinize sevgilerimle.

Resim:Daniele Manfredini
Devamı Buradan ...>>

21 Eylül 2010 Salı

PRENSESİN UYKUSU-ÇAĞAN IRMAK ve REDD


Saf iyiliğin ve merhametin filmi olduğu söylenen "PRENSESİN UYKUSU" aslında prensesin uyandırılması için anlatılıyormuş. Redd'in müziği ile Çağan Irmak'ın büyülü ve masalsı anlatımı 19 Kasımda gösterime girecek olan bu filmde bizi bir kez daha biraraya getirip düşündürecek galiba.Oyuncular:Genco Erkal,Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak,Alican Yücesoy, Şevval Başpınar,Ayşenil Şamlıoğlu ve Funda Şirinkal.
Çağan her filminde olduğu gibi görelim bakalım bu filmde de bizlere ne mesajlar verecek.Filmin fragmanındaki "kızın ruhu benimkiyle takas edilecek, başka yolu yok..."sözü benim filmi seveceğimin bir işareti oldu. Tesadüf diye birşey olmadığının ispatını ve bununla birlikte birçok masalsı gerçeği hepbirlikte izleyelim ve görelim...Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

17 Eylül 2010 Cuma

ALLİANOİ, SUPERİSİ VE GALENOS AĞLIYOR

Rüzgar ve güneş ile enerji elde edebilebilecek projeler "Alternatif baraj projeleri" kapsamında olmasına rağmen; nükleer santrallar, HES'ler, kömürlü termik santrallar gibi doğaya zararı olan büyük ve kirli projelerden, (büyük kârlar getirdiği için, vazgeçmeyerek) güzel yurdumuzdaki yaşamları hiçe saymaya daha nekadar devam edeceğiz?
Tarım, ormancılık, hayvancılık sanki çok umurumuzdaymış gibi saf anadolu köylümüzü "bedava suya kavuşturacağız sizi" söylemleriyle kandırıp asıl amacın sulamadan çok altın arıtma işleminde kullanılacak su rezervinin elde edilmesi olduğunu, ya da başka nedenleri de gören gözlerden saklamasaydık!
"Katiyyen Allianoi diye bir şey yok. Burada basit, her yerde görünen bir kaplıca var."demişti Çevre ve Orman bakanı sayın Veysel ERoğlu.Biz ondan daha mı iyi bileceğiz?
Berlin müzesine taşınan Zeus sunağı ve diğer değerli tarihi kalıntılarımız gibi keşke Allianoi de sular altında yok edilmeseydi de değer bilenlere teslim etseydik orayı diyoruz Biz de Can Dündar, Tarkan ve daha yüzlerce kişi gibi. Gidip sonra korunma altındaki tarihi miraslarımızı yabancı müzelerde bilet alıp ücret ödeyerek hayıflanmadan seyredebilseydik hiç değilse.
Ünlü Bergama'lı cerrah Galenos'un kemikleri sızlamadan,
içinde çeşmeler hamamlar caddeler köprüler yollar bulunan sağlık merkezi
Allianoi'deki Nymphe (su perisi)ağlamadan yüzlerce vasıfsız işçiyi keşke görevlendirip kalıntıların kumla kaplanması işinde görevlendirmeseydik de vebale ve günahımıza onları da ortak etmiş olmasaydık."Keşke demenin bir anlamı yok, olmuş bitmişe de çare yok" diyelim yine.Aman ha!
Akseki Gümüşdal, Alakır Nehri , Andon , Ardanuç Dereleri, Arhavi, Artvin, Meydancık, Barhal Vadisi, Birecik, Borçka, Cimil, Çatalzeytin – Akçay, Çaykara Solaklı, Çit Deresi, Çoruh Vadisi, Dalaman Çayı, Dicle Vadisi, Erenler Köyü, Fındıklı Arılı, Fındıklı Çağlayan, Fırtına Vadisi , Girlevik Şelalesi, Giresun Çanakçı, Giresun Keşap, Gölyaka Düzce, Görele, Güneysu, Gürgen, Gürleyikli Avatarlar, Hasankeyf, Havran Çayı, Hemşin, İkizdere, İspir Aksu Deresi, Kaş Gömbe, Kılıçkaya, Korkuteli Sürekler, Loç Vadisi, Macahel, Melet Çayı, Munzur Vadisi, Murgul Dereleri, Papart Vadisi, Saklıkent, Salarha, Sarıkeçili Göç Yolu Göksu Vadisi, Senoz Vadisi, Şavşat Dereleri, Tonya Fol Deresi, Tortum Vadisi ,Uzungöl, Yusufeli, Yuvarlakçay ve daha onlar gibileri henüz ağlamadan hiçdeğilse onlara sahip çıkalım.
Hepinize sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

13 Eylül 2010 Pazartesi

RUH NE DURUR NE UNUTUR

"Ben ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben ruhumla severim.
O ne durur, ne unutur."der koca Mevlâna.

Ya nasıl anlasın bizim gibi katre olan onu? Çünkü O bir ummandır, aşk diyarında.Aşkta sınır yoktur ya aşkın ehline; aşka uçamadıktan sonra istemez ne bir çift kanat sırtına, ne de cennet diler rabbinden, ya YAR'i orada yoksa diye.Zira sevgilinin cemalinin şavkıdığı yer cehennem bile olsa cennettir ona.
Kim neyi kıble edindiyse secdesi onadır ya! Dünyaya saltanata paraya tapıyorsa kişi başkoyduğu secdegâhı da böylece o olur.Kimin meyli ve isteği nereye ise Yüce makamca ona o verilir. Gönlün meyli aşkaysa, aşka kanat açar da uçar.Ya değilse? Onu meyli olduğu çil-çil altının cezbesinden döndürmeye kimin gücü yeter ?
"Pazarlık edelim haydi sizinle" desek,

bir kuruş istemesek dünya malından...
Desek ki alın götürün satın savın, biriktirin, istifleyin, doldurun...
"Bize sadece Allah'ı verin, AŞKı bırakın" desek ona da sahip çıkar, adaletle paylaşamazlar onları da.Oysa sığmaz taşar aşkın sınırsızlığı öyle bir karışlık mekânlarda.Kibrit alevi kadar bir ateşi, sanırlar ki gönül yangını.Dertli aşıkların sırrını ağyar olan anlamaz ki! Sürüp çıkaralım şu gönlümüzden şu gelip-geçici fani dünya aşkını.Şemseddin Sivasi'nin dizeleriyle bitirelim dedik bugün aciz sözlerimizi.

Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pürnûr olmadan.

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk
Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan.

Hakk cemalin Kâbe'sini kıldı âşıklar tavaf
Yerde Kâbe, gökyüzünde Beyt-i mamûr olmadan.

Mest olanların kelâmı kendinden gelmez beri
Ya niçin söyler Ene’l-Hak, kişi Mansûr olmadan?

Mest olup meydane geldim ta ezelden ta ebed
İçmişem aşkın şarabın âb-ı engûr olmadan.

"Mûtû kable en temûtû"* sırrına mazhar olan
Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan.

Âşıkın çok derdi amma sırrın izhâr eylemez
Söylemesi terk-i edeb çünki destûr olmadan.

Bir acaîb derde düşmüş tutuşur Şemsî müdâm
Hakk'a makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan.

Devamı Buradan ...>>

11 Eylül 2010 Cumartesi

RTE'ye

Desem ki;SEN'sin sözün sahibi...
Söz sahipliği şöyle dursun SEN'sin bu koca Dünya'nın sahibi ve tek hakimi...
Sen ne dersen o oluyor...
Kıble SEN, secdeler sana oluyor...
Desem ki; Bu DÜNYA'da yaşayanların dilleri lâl...Sanatçısı, edebiyatçısı,düşünürü, yazarı, yargısı, medyası, polisi, askeri, üretici-tüketici, amele, işçisi hepsi senin denetiminde...
Desem ki;SEN sınırsız sonsuzsun aynı ALLAH gibi...
Ölüme çare bulabilecekmisin peki?
Can bedenden yükselirken, tutup tekrar bedene geri verebilecekmisin?
Uzağa gitme;
Bugün geceye dur gelme, gündüze gitme, güneşe yakma, yağmura yağma diyebildin mi?
Küçücük mikroskobik bir VİRÜSe hükmedebilecekmisin peki?
Dünyayı sırtında taşıyabilecekmisin?
VAZGEÇ!
SEN; O, değilsin işte...
Sözüm yok sana bundan gayri..
Muktedir misin şimal yıldızının ışığını bir gecelik söndürmeye? Hadi SÖYLE!!!
Var SEN o babayiğitsen hadi taşa çiçek açtır.
Halkına dağıtmak için; Hadi gökyüzünden topla yıldızları bir-bir...
İşte bu sefer sana ve senin yasalarına EVET(eyvallah) değil HAYIR (maazallah) diyoruz.

İlk yayınlanma tarihi:7 ağustos 2010
Devamı Buradan ...>>

8 Eylül 2010 Çarşamba

HOŞ-BULDUK "HAYIR"LI BAYRAMLAR

Neredeyse 15 gündür tek bir kelime yazmıyorsam yorumlarınıza bile yanıt veremiyorsam aklımı ve ruhumu sizlerden çektim ve en en uzaklara çekildim gittim demek değildir bu...Yalan dünyanın aldatmacaları, sen-ben kavgaları, alış-verişlerinin,ak mı da-kara mılarının tarafsızlığında bitaraf olmadan yaşayıp gözlemleyip dağarcığımı deneyimlerle doldurmaktaydım.Bakmayın siz suskunluğuma! Çatışmaların tam orta yerinde ateşkes emrinin özlemindeydim o sıralar belki de.Kâh Dolmabahçe eteklerinde illa büyük fincanla içmek zorunda kaldığım çayımı yudumluyordum istemeden, kâh hiç istemeden gittiğim İzmir Ağamemnon kaplıcalarında jeotermal 50 derece suda gevşiyordum,kah İda dağı Zeus altarında bal kaşığı seçiyordum dostlarıma.Denize önü alınamaz tutkuyla bağlıyken ünlü feylesof Aristo'nun mekanı Assos'da denize girmemek için diretiyordum.Havuzda torunum Ata'ya yüzme dersleri vermem dışında bu sıralar kendi isteğimle cüzi irademle yaptığım bir uğraş olmadı desem yeri var doğrusu.Ardından KAŞ seyahati öpülen koklanan torun yanakları,bir gözün görüp de öbürünün göz yaşlarının buğulamasından göremediği sevdiklerinle vedalaşmalar, Fethiye Kabak vadisi Naturallife'ta can dostlarımızla buluşmamız, ve bitmeyen sancılı gecelerin ardından hastanelerde erken doğan Güneşe şükranlarımızı sunuş sonunda işte şimdi evimizdeyiz.Sizlerleyiz.Herşey bir hayaldi dostlarım geldi ve geçti...Gözlerimiz dolmadı gönüllerimiz doymadı sevdiklerimize...Sadece hoş bir seda kaldı kulaklarımızda. Hoşbulduk, hepinize hayırlı ve mutlu bayramlar ve "HAYIR"lı referandum dileklerimizle.
Devamı Buradan ...>>

25 Ağustos 2010 Çarşamba

SEVGİLİYE ELMA

Bitmesini istemediğimiz zaman; en hızlı geçen zamanken, sevdiğini bekleyen insana; -en uzun geçen zamandır- beklenilen zaman. Demirparmaklıklar ardında saniyelerin bile lastik gibi uzatılabilmesi mümkünken, nedense mutlu geçen anların tutulmaz hiç çetelesi.Şafak sayar vatan bekçisi ne kadar onurlu ve başı dik de olsa zorunlu bir teslimiyetin ve emir komuta zincirinin bir neferidir çünkü kendisi.
İki sevgiliyken düşman olduysa birbirine iki kişi; sorgu suale başvurup birbirinin altında buzağı aramaya, "ayrılığa" sebep bulmaya çalıştıysa, bulur Vallahi..
Hatta tehdit ve tahrikle suçlu bile çıkarabilir karşısına aldığı kişiyi. Ki zamanında el-ele kol-kolayken dudak-dudağayken, yaşanılmış en güzel anların, paylaşılmış en güzel zamanların okunmaz böyle durumlarda asla mesamesi.Çünkü kişi kendi yanıbaşından koparıp:" BU, ŞU! " diye hitab edebileceği bir mekana fırlatmıştır artık öbür yarısını.Duvardaki tablolar, albümlerdeki resimler soluklaşmış, silinmiştir hafızalardan. Karanlık nefretin karanlık pelerini örtmüştür tüm yılları.Gözler kör olmuştur artık, karşılıklı suçlamaların sonucu...Zamanın yaratıcısı nasıl BİZsek; yine bizizdir odun atıp aşkın kıvılcımlarını ve sevginin ateşini çoğaltacak kişi...
Ama nerde????
Ardından okuruz: "kaybolan yıllarım" adlı eserin baş kahramanını.
Oysa Sevgiliye elma götüren kadın; sepetindekilerin bilmez ki sayısını...

Dün gece kanal:D de, Meg RYAN'ın "ciddi ay ışığı" adlı filmini izledim.Seven bir kişinin sevgilisini yeniden kazanmak için neler yapabileceğinin en güzel örneğiydi film benim için.İzlemenizi tavsiye ederim.
Hepinize sevgilerimle.

1.Resim:Victor Bregeda
2.Resim:Rene Magritte
Devamı Buradan ...>>

22 Ağustos 2010 Pazar

NE İSTEDİM SENDEN EY YÂR


Ne istedim senden ey YÂR?
Altın varaklı saraylarım mı olsun, kapıları gümüş simli, elmas kakmalısından...
Kuştüyü yataklarda mı yatayım?
Sallanır tahtlara mı kurulayım boylu boyunca?
Her bucağında bir mekânım, her limanında demirli yatlarım, gemilerim mi olsun dedim?
Ne dedim sana?
Hizmetkârlarım mı yıkasın beni, sırtımı keselesinler jakuzili hamamlarda?
Saçlarımı, fildişi taraklarla esmer kölelerim mi tarasın?
Senden medet ummayı bırakıp da mutlu olmak için yakut, mercanları mı takındım eynime?
Ne istedim senden ey YÂR ne?
Ne dedim sana?
Ben istemeden senin verdiklerin dışında kanat mı istedim ?
Evet istedim..."O sana uçup gelmek içindi."
Sağlıksa; sen onu zaten verdin...
AŞK mı? O ateşi içimde hergün yeniden hep sen yaktın.
Hoşnutsam başıma gelen herşeyden; O bile hep senin eserin.
Yazıyorsa kalemim; ilhamım sen, secdem SEN oldun...
Yakmadıysan beni dünya cehenneminde,
Düşürmediysen gaflete ikiliğe,
Dil uzatamadıysa bana kimse,
Kör kurşunlara hedef olmadıysa bu beden,
YOktur benim hiçbir çabam...
Bunların hepsi SENden...
Ayırma beni kendözünden,
Vargel beni senin kapına bağla...
Bak kanıyorum her söze "hakkın kelâmıdır bu" diye...
Dön gel, al beni de içine, istersen ben bende ölüp, sende dirileyim bile...
SEvgimle...

Resim:Jeffrey Jones
Devamı Buradan ...>>

7 Ağustos 2010 Cumartesi

ARK ANİMASYON

Animasyon - Nuh'un Gemisi (ARK) [HQ]


Desem ki;SEN'sin sözün sahibi...
Söz sahipliği şöyle dursun SEN'sin bu koca Dünya'nın sahibi ve tek hakimi...
Sen ne dersen o oluyor...
Kıble SEN, secdeler sana oluyor...
Desem ki; Bu DÜNYA'da yaşayanların dilleri lâl...Sanatçısı, edebiyatçısı,düşünürü, yazarı, yargısı, medyası, polisi, askeri, üretici-tüketici, amele, işçisi hepsi senin denetiminde...
Desem ki;SEN sınırsız sonsuzsun aynı ALLAH gibi...
Ölüme çare bulabilecekmisin peki?
Can bedenden yükselirken, tutup tekrar bedene geri verebilecekmisin?
Uzağa gitme;
Bugün geceye dur gelme, gündüze gitme, güneşe yakma, yağmura yağma diyebildin mi?
Küçücük mikroskobik bir VİRÜSe hükmedebilecekmisin peki?
SEN; O, değilsin işte...
Sözüm yok sana bundan gayri..
Muktedir misin şimal yıldızının ışığını bir gecelik söndürmeye? Hadi SÖYLE!!!
Var SEN o babayiğitsen hadi taşa çiçek açtır.
Halkına dağıtmak için; Hadi gökyüzünden topla yıldızları bir-bir...
İşte bu sefer sana ve senin yasalarına eyvallah değil maazallah diyoruz.
William Shakespeare'nin dediği gibi:
Hayat dediğin ne ki:
Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede:
Bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek!
Bir daha da duyulmayacak artık sesi.
Bir aptalın anlattığı bir masal bu:
Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu.

Devamı Buradan ...>>

3 Ağustos 2010 Salı

NEREYE DOSTUM?














Nereye dostum bu şek ve şüphe dolu gönülle nereye?
Bu yalan bu dalavere bu üçkağıtla nereye?
Bu ved-dünyada, cıngıllı fahişenin gözkırpıp kandırmalarına kanmakta olan yürekle nereye?
Arınmaya azmetmişken,gerçeğin gerçekliğini farketmişken topuklarımız üstünde tersyüz dönüp zırh ve kalkanlarımızı terkederek nereye?
Ay bulutun ardına mı gizlendi yoksa?
Hani biz BİRdik?
İnanmış görünmekliğimiz ardına saklanan imansızlığımızla nereye?
Hani lâ-lardan da illâ-lardan da geçecek idik.
Hani esmadan da müsemmadan da!
İşte geçemedik ikilikten bak kaybettik...
Hani gözlerimizden yarin cemali, kulaklarımızdan Allah'ın kelamı eksilmeyecekti?
Sıraladıkça şikayetlerimizi soluğumuzla buğulanıyor bak aynalardaki görüntümüzün yüzü.Bu şikayet, bu ardı kesilmez ah-vahlarımızla nereye? Hava sıcak, hava soğuk off! Yiyemedim, gidemedim, o suçlu, bu suçlu off! Dönüp bir bakmak gerek kendimize; "bizler ak-kaşıkmıyız?" diye...Ne diyor bak Yüce aşık Mevlana Divan-ı Kebir'inde;

"Aynada yüzünü görünce söze başlarım; fakat ayna soluk istemez söz istemez, buğulanır; vay benim sözlerime vay!..
Seni suda görürüm suya el atarım; fakat su da bulanır, işim gücüm de...
Ey dost, aramıza "ey dost" sözü bile sığmıyor. "A Sevgili!" demeye kalkışsam, a sevgili bile diyemiyorum işte.
AH bile ne yandan geldiyse, o yana geçip gidiyor; ağzımın yolunu kapadım, feryad bile edemiyorum artık.
Feryad etsem bile, ah etsem bile o Ayın bulutların arasına girişindendir diyorum. Onu göremediğimdendir bu AH ve feryadım."
Hani fırsat varken zehiri bal edecektik. Gerçek maharet bu iken...
Sevgiliyi mi kaybettik, yoksa yitip giden biz miyiz ne?
Bu ah ve feryadlarımızla ağırlaşıyor bak sırtımızdaki küfe.


Selamete çıkarız birgün inşaallah.
Zararın neresinden dönülse yine de kârdır bize.
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Ben Goossens
Devamı Buradan ...>>

28 Temmuz 2010 Çarşamba

CENNETİN RENKLERİ/COLOR OF PARADİSE

Öğretmenim:
"Allah körleri daha çok seviyor." dedi. Bende;
"Eğer öyle olsaydı bizi kör yapmazdı." dedim.
"Çünkü böyleyken onu göremeyiz." Oda bana;
"Allah görünmezdir..."
"O her yerdedir onu hissedebilirsin!"
"Parmaklarınla onu görebilirsin..." dedi. Ben de her gün parmaklarımın dokunduğu herşeyde, heryerde Allah'ı aradım. Ve ona her şeyi anlattım kalbimdeki sırları bile.

Majid Majidi'nin yazıp yönettiği 1999 yapımı bu İran filminde: Küçük oyuncu Muhammed sadece dokunarak ve duyarak hayatı algılamaya çalışan görme engelli küçük bir çocuğun dünyasını masalsı bir üslupla anlatmış.
Kanada'da düzenlenen Montreal film festivalinde büyük ödülü hakeden bu filmi izlerken ne az düşünüp, ne az şükrettiğimizi iki göze sahipken ne kadar kör olduğumuzu hissettim ben.Ve bu filmi: tüm görme engelli ama bizlerden daha iyi hisseden dostlarım: Kaş/Mehmet, Damla, Hasan, Hüseyin'e ve diğer değerlilere, ve biz gerçek körlere adadım.
Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

25 Temmuz 2010 Pazar

BİRLENMEK

Eskiden biri; börtü-böcekle, ayla-güneşle, gülle-çimenle konuşmaya kalksa hatta bu diyaloglarını kaleme alıp yazıya dökse belgeli:"delidir" yaftası yapıştırılır boynuna "adı geçen kişinin ruh sağlığında bozukluk vardır" diye gönderilirdi Bakırköy'e yani tımar-haneye.
Cumhuriyet yazarlarından Mustafa Balbay biliyorsunuz birbuçuk yıldır Silivri'de belgelenmemiş bir suçtan dolayı tutuklu. Haftada 50 dakika 14 adıma 5 adımlık havalandırma esnasında bir çim kümesinin yanına oturmuş da, çimler seslenmiş ona:
"-Çekinme öyle, üstümüze otur..." diye.
"-Biz ya hep birlikte varız, ya yokuz bunun ortası olmaz" demişler. Ve bu çimlerle muhabbet

böylece sürüp gitmiş. Balbay da çimlerin nasihatini, bizlere aktarmış gazetenin dünkü sayısında.SEvgili Mustafa Balbay: sen deli-veli 49-50 her kim ne derse desin unutma çimlerin nasihatini. Biz de aldık kıssadan hissemizi...

" Örneğin siz insanlar!" diye başlamışlar söze...

"Biriniz ya da birkaçınız bir araya gelirsiniz, herkesten güçlü olduğunuzu ilan edersiniz. Halbuki hiçbiriniz hepiniz kadar güçlü olamazsınız...Bir bölümünüz körleşip, en güçlü biziz deyince, ilk işi güçsüz bulduğu tarafı yok etmek oluyor. Aslında kendine zarar veriyor.
Düşünün, burada kökü sağlam olan çimler, ötekileri yoketmeye girişse ne olur? Zamanla bütün çimler yok olur..."
demişler.
Ben de, kibrit örneğini hatırladım.Bir taneyse çöp kırması kolay olur. Ya 10 tane, ya 100 tanesini tek bir darbede ikiye bölemezsiniz.Zaten amacımız ve hedefimiz de; kırıp parçalayıp bölmek değil "birleştirmek" ve "BİRlenmek" olmalı öyleyse.
Mevlana'nın " ne zamana kadar bu ayrı-gayrı, bak iki göz bir görüyor." cümlesiyle noktalıyorum sözlerimi.
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Don Clarke

Devamı Buradan ...>>

23 Temmuz 2010 Cuma

YAZIK OLDU MEHMET EFENDİYE

Çocukların dillerinde yara oluştu mu, dut pekmezi ile çare bulurduk da, diğer dil yaralarına ömrüm geldi geçti çare bulamadım ben! Ağız mağarası açılmaya görsün, bekçi gibi önce dil görünse de sözler dilden önce plaf-plaf denetimsiz uçup atlayıverir kulaklardan gönüllere.Dil kıvrılır bükülür söyler sözü, sonra geri çekilir süzgeçsiz yuvasına.. "Suçum yok benim masumum!.." der bir de utanmazca.Şevki Beyin ne güzeldir:
"Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz
Dünyâda gönül yâresine çâre bulunmaz
Her derdin olur çâresi meşhur meseldir
Dünyâda gönül yâresine çâre bulunmaz"şarkısı.


Zamanın birinde Siyasi suçlu bir Mehmet efendi varmış cezaevinde...

Suçlusun diye tutuklamışlar adamı. Haberi yok ne tür bir eylem yaptığından, dememiş o güne kadar "gözünün üstünde kaşın var!" diye bir söz kimseye.Siyasetten de pek anlamazmış aslında. Nasıl olduysa olmuş işte konuşturmak ifadesini almak için, adama tüm yöntemler uygulanmış. O: "Bilmiyorum... Tanımıyorum...Ben öyle birşey demedim! "dedikçe yemiş sopayı, yemiş copu atılmış bir soğuk ve karanlık hücreye..Siz anlayın işte...Günler dayak yemekten, yemek yiyemez hale gelene dek sürmüş gitmiş böylece tutukluyken, hakkında belli bir suçtan mahkemece hüküm giymeden. Neyse! Günün birinde Mehmet efendi sorgu sualde çatır çatır başlamış itirafa...
"Şunu sen mi yaptın?"
"Şu adamları tanıyormusun?"
"Şu kişi hükümet aleyhine örgüt kurduğunda yanında mıydın?"
Cevapları hep "Ben yapmadım, o adamları hiç tanımıyorum olsa da; "Evet...Evet...Eveett gittim, gördüm, tanıyorum" olmuş bundan böyle hernasılsa!...Suçu çok büyük!!!. Hakkında karar verilmiş. Yaz kızım: "Mehmet efendinin ömür boyu hapsine mahkememizce karar verilmiştir" diye.Bir de imzalamış ifadelerinin altını güzelce...Sopadan kurtulayım derken, bulmuş kendini vicdan azabının tam ortasında. Tanımadığı ama tanıyorum dedikleri de tutuklanıp atılmış tutukevine gece vakitleri( hep öyle olur ya!)."Be herif! beni tanımazsın etmezsin nasıl uydurdun bu yalanları?" diyenlerin sorgusu ve vicdan azabını nasıl temizleyeceği telaşı tutmuş Mehmet'i...Bir güüüün paslı traş bıçağıyla nekadar dirense de, kökünden kesivermiş DİL-ini.."Yazık oldu Mehmet efendiye!!!" sözü de herhalde burdan çıkmış.

Sözüm meclisten dışarı, hepinize sevgilerimle.
Resim: Erika Madrid

Devamı Buradan ...>>

21 Temmuz 2010 Çarşamba

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜN


Zikrinle zerk olunsa zihnime aşk kelamı
Şüphe etmez açardım gönül kapılarımı
Kolay değildi seni ve beni terketmek
Uzatır teslim ederdim kan damarlarımı.

Ah gönül vah gönül söylendi de dillerde
Sırrına eren erdi cahiliz biz o demlerde
Sihir bu eşyanın tabiatındadır derler de
Lal olur diller "Ölmeden önce ölün"denince.

Ölünüz diyor Hadis-i Şerif. Varlığınızda ölünüz ki dirilesiniz...
Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

15 Temmuz 2010 Perşembe

19'un BÜYÜSÜNDEN GÖNÜL ŞEHRİNE

Kelimelerimin maden ocağına bülbül götürdüm.Çökme olmadan içerde sustu bülbül, Gül kurudu soldu dışarda." Gitmem gerek bu mekandan kader denen karakaplıya boyun eğmeden" dedim de, ardıma bakmadan çıktım göçükten .Mezartaşıma "son sözünü yuttu da gitti" yazsınlar. Lokman hekimin toprağa düşen ölümsüzlük reçetesinin yerinde biten sarımsak gibi yuttuğum söz; bu sefer şifa, belki de aşkı yeşertir yeniden topraktan.
Ölümsüzlükle ilgili değil benim bu son sözüm, ufacık bir kelimecik sonun başlangıcından. "HÜN yani ÖL" nefsinden heva-ndan...
Yasemin çiçeği yedim koktum yasemince...
Çam filizi yedim yeşil yeşerdim...
Çekip sigaramın dumanını ciğerlerime duman-dumandı artık formum ve görüntüm...Bedenimin su olan yüzde yetmişlik kısmını suya kattım.Seyranındaydım

artık yüzde otuzluk beden şehrimin.Tepeden baktım allı-pullu şehre önce, kapısında yazıyordu "19" parlak simlerle...
Tek kapılı şehirdi burası sanki bir labirent gibi çıkışı olmayan.Dedim ki; "19 odalı saray burası sanki!" Yine de sağ ayakla "destur!" dedim girdim içeri, vada- vadalar dillerini anlayamadığım şekilde cikcikleyerek sağlı sollu açıverdiler kapılarını.1-2-3-4-5.Kapıdakiler; eğilerek yarı bellerine kadar "Sen sensin..Sen güçlüsün, kaadirsin, hakimsin, Haksın" diye fısıldıyorlardı.6-7-8-9.kapıya varmadan tek kaşları havada elleri belinde "fitne , fesat, şek, şüphe" çıktı dışarı.10-11. kapıda: "cehaletle, cimrilik" eleleydi,12. kapıda; "yalan,zan, ahlaksızlık" 13.kapıda; "şehvet" şeffaf giysileri içinde sanki anadan üryan parmaklarında yüzükler öpücükler gönderiyordu... 14-15-16. kapıda; "Hırs,öfke, isyan" ise kızgındı zannımca, süzüyorlardı beni baştan ayağa.17-18-19.kapıda "gurur düşmanlık ve dedikodu" konuşuyorlardı hepbirlikte fısıltıyla aralarında..."Falanca şunu yapmış filanca şunu" sözlerine kulak kesiliyordum anında. Elleriyle yüzümü sıvazlayıp: "duy bunları duy!" diyorlardı.Kapatsamda ellerimle kulaklarımı, kulağımın içindeki kulağa ulaşıyordu sessiz sözlü fısıltıları.Bu süreç 15 satıra sığdırılamaz tabiki. Bu uğurda 1000 yıllık bir ömür tükendi sanki...Derkeeeen....
"GÖNÜL ŞEHRİNE AH GİRSEN BİR KERE
CANANI AŞK İLE YANSAN BİR KERE
BİR DEM DÖNÜP BAKMAZSIN GERİ
TERKET GAFLETİ BULURSUN CENNETİ" diye ilahi ve melodik bir sese doğru adım atınca ben; yecüc-mecücler sarıldı bacaklarıma."GÖNÜL ŞEHRİ" dedim içimden.Çıkmaz sokaklardan ters geri döndüm "keşke bir ip yumağı aça aça buralara gelseydim" dedim.Söylendim;"Ya da işaret olsun diye atsaydım yere pirinç ya da ekmek kırıntıları" diye."Sen güçlüsün" diyen ses gelince kulaklarıma "OHhH!" çektim, demek ki dönmüştüm çıkış yoluna. "Biraz eğleş burada, dinlen" dedi o ses..."Yorgunsun bak masaj yaparım sana! Sözlerim iksirdir kul-köle olurum sana..."Kibarca iteledim onu da.Yine de yolumdan döndürülürüm korkusuyla kapıya doğru adım atınca...Başladı yer ayaklarımın altında kaymaya, başladı ardımda bıraktığım 19 kapı biribiri üstüne yıkılmaya...Bir depremle uyandırıldım.Baktım ki durmaktayım:
"GÖNLÜN viran olmuş kapısında...
Hepinize sevgilerimle.



Ahmed Paşa'nın gönüle nidasını
Modern Folk üçlüsünden dinleyelim:

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kara sevdaya yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül

Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
2.Resim: Rafal Olbinski

Devamı Buradan ...>>

13 Temmuz 2010 Salı

SENİ BİR MİHENGE VURSAM

Lise yıllarımda kiminin hatıra defteri dediği benimse adına;"Beni Yaratanlar" taktığım bir defterim vardı.İlk sayfasını birinci ve en önemli en vazgeçilmez ilk yaratıcıma atfetmişim. 16 yaşının o masumluğunda demişim ki; "İlk yaratıcım: ey yüce Tanrı:"
"Sen beni yaratırken insanoğluna şöyle dedin sanıyorum; Alın size emanet ediyorum, yedirin, büyütün, terbiye verin, okutun...Seni küçükken sakallı bir dede olarak tasavvur ettim.Seni öylece sevdim..Fakat sonra seni tanımak için muammaları(o zamanlar sırlara denirdi) çözmeye kalkışmadım. Sen çocuklarla beraber oynuyor, bulutların içinde yürüyor, şimşeklerle kollarını bize uzatıyor ve yağmurlarla bize iniyorsun...Sen çiçeklerle yüzümüze gülümsüyor sonra yükseliyor ağaçlarla ellerini bize sallıyorsun. Yüce TANRI yalnız sana inanıyorum..."
diye yazmışım.Sonraki sayfada kendimi tanımlamış;

" Kayısı çiçeklerinin, gelinciklerin tomurcuklarının açıldığı zamanlarda bu yaşama gözlerimi açtığımı, rasyonalistlerin dediği gibi doğuştan bilgili olmadığımı beni yontup şekil verenlerin beni yaratanlar olduğunu, onlara çok şey borçlu olduğumu falan yazmışım.Daha sonraki sayfalar sırasıyla Anneme ithafen, babama ve değer verdiğim sevdiğim kişilere ayrılmış sırasıyla.Önce ben onların bana kattıkları değerleri dilim döndüğünce ifade etmiş, şükranlarımı sunmuşum. Daha sonraki sayfaları onların benim hakkımdaki fikir ve düşüncelerine öğütlerine ayırmışım...Çocukluk işte...
Çok sevdiğim edebiyat hocam 70 yaşındaki Osman Ocak'a da o defterimde bir sayfa ayırmışım."İnancından, sevgisinden ve ahlakından bizlere tohum eken, aklımızın evine değil de aklımızın fecrine bizi ulaştıran sevgili Hocama" diye başlamışım sözlerime. O da bana muhteşem elyazısıyla "seni bir mihenge vursam değerine değer biçemem.Hamid'in Makber adındaki kitabının önsözünde bir cümle var; bu acz bir feryad koparır, yahut pek karanlık bir şey söyler, yahut hiç bir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer, bunlar şiirdir. İşte ben de bu çeşit bir şiir yazdım senin için.Bahtiyar, mes'ut ol kızım." demiş. Müzik hocalarım İnci Dİnçer ve Mahir Dinçer'e ayırdığım sayfalara ise; "hayatıma ruh katanlar 1-2"diye başlık atıp takdir ve teşekkürlerimi sunmuşum. İnci Dinçer'in ortaokuldaki ilk büyük konserinin hatırası karanfili hala benim için yazdığı sayfaya yapışık durmakta... Sanat tarihi hocam Kaya Özsezgin'e ayırdığım sayfayı; "Bize biraz-larla yetinmemeyi, dolu-dizgin yaşamak gerektiğini öğreten hocam"a diye ithaf etmişim.Ve bunun gibi daha nice yaratıcım cap-canlı o sayfalardan hala bana bakıyor.O sayfalarda olmayıp da hafızamın sayfalarından apaçık gülümseyenlere de, internet aleminde beni okuyup yorum bırakan, yol gösteren, benim sayfalarına gidip çok şeyler öğrendiğim sizlere de şükranlarımı borç bilirim.
Geçenlerde Mihenk taşını merak edip, görmek isteyişim beni selin kuyumculuğa kadar götürdü. Gördüm ki mihenk taşı kara bir taşmış... Ama altının gümüşün bile değerini ayarını biçecek kadar,hakikati ve kıymeti insanın gözüne sokacak kadar yetenekli ve sihirli bir taş...16 yaşımda Edebiyat hocamın "seni bir mihenge vursam" sözü bakın beni nerelere getirdi ve yarım asra yakın bir zaman sonra o taşla tanışmama sebep oldu çok şükür.
Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

12 Temmuz 2010 Pazartesi

HAYATLA BİZİM ARAMIZDA DURAN PENCERE

Hayatın tam ortasında durmak varken köşeye bucağa saklanmak niye? Pencereleri kapıları perdeleri örtmek akıp
gidenin üstüne üstüne...Dışarıda akıp gittiğini sandığımız şeyin içeride durdurulabileceğini; 1-3-5 kilitle dışa kapatılan kapının içerideki hazineleri saklayıp koruyabileceğini sanmanın ufacık bir acizliği sadece.ZAM-an: an-ın zamlı hali...Oysa yok geçen giden ve gelecek olan...Var olan AN sadece.DEM bu demdir .Ben demiyorum, öyle diyor "Seyyid Nesim" dizelerinde çünkü.
Hepimiz hayatımıza seçemediğimiz bir noktadan başlıyoruz.Seçmek istemediğimiz o noktada da noktalanıyoruz.Arada sadece virgüller parantezler ve tırnak işaretleri kalıyor.
Fotoğraftaki sufi-Cem'in babaannesi Asiye hanım ve Ares gibi bakmak gerek aşkla sevgiyle akıp gittiği sanılan hayatın penceresinden bu DEM'e.
Hepinize Sevgilerimle.

Aşkın kadehinden içsin gönüller
Sevgi bahçesinden saçılsın güller
Sakiya dolsun camlar dönsün dembedem
Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem.
Devamı Buradan ...>>

10 Temmuz 2010 Cumartesi

ÖZGÜR YUNUSLAR

11.Temmuz.2010 günü Türkiye’deki dalgıçlar; "Özgür Yunuslar, Özgür Dalgıçlar" adı taşıyan bir protesto dalışı gerçekleştirecek.Dalgıçlar, yunusların gösteri ve rehabilitasyon kisvesi altında havuzlarda tutsak edildiği ve doğal ortamları olan okyanuslardan koparıldığı gerekçesiyle eylem yapacaklar.
Yunusun sırtına tutunmuş çocuk figürünü (Hermias ve Yunus)eminim hepiniz görmüşsünüzdür bir yerlerde.Yunusların insana en yakın en duygusal en zeki hayvanlar olduğu da yadsınamaz doğrusu. Çoğumuzun hayallerini süsler; İASOS'lu (Kıyıkışlacık/Güllük'lü) Hermias gibi Yunusun sırtına binip

en derin gizemli maviliklere gitmek isteği.3 çocuğum: 2 oğlum ve 1 gelinim eğitmen dalgıç olunca annelerine de bu zevki tattırmaları sizce de doğaldır herhalde.Dalış teknesiyle yarışan yunusları gördüğümüz, neşeli kahkalarını duyduğumuz o gün hiç düşünmeden kaptan hariç herkesin kendini soyunmadan denize attığı gündü.Onlar nereye biz oraya yüzüyorduk Meis Kaş arası sularda.Tutunamadık onlara dokunamadık ama günlerce kulaklarımızdan sesleri gözlerimizden gözleri gitmedi.Ortanca oğlum "Ah bir dokunabilseydim onlara beni nereye götürürlerse, giderdim" demişti o gün. İçimde bir burukluk ben de o günden sonra her dalış için tekne limandan uzaklaşırken tüm güzel yürekli dalgıçlara; "yunuslar sizi korusun" duasını etmişimdir içimden.Şimdi de yunusları koruma görevini gönüllü olarak dalgıçlarımız üstlendi. Dalgıçlar: deniz dibi doğal koruyucuları zaten.Balıkların ve deniz canlılarının bekçileri onlar.Profesyonel dalgıç asla zıpkın kullanmaz ve hatta oltayla balık bile avlamaz.Sizi daldırdığında maviliklere, bir taşı alıp başka bir yere koymanıza izin vermez.Elinin işaret parmağını "hayır" anlamında size şöyle bir kaldırır da korkutur sizi."Acaba ne yaptım?" dersiniz...
Tutsak yunuslar ve gösteri amacıyla havuzlara kapatılan tüm deniz memelileri adına Türkiye'de HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) ve SUALTI GAZETESI’nin önderliginde,yeni bir dönem başladı.
Bu arada NTV de 16.07.2010 da yayınlanacak olan The COVE "KOY"filmini izlemediyseniz mutlaka izleyin.. Yunuslara yapılan katliama siz de şahit olun. Yunusların doğal ortamlarından koparılıp havuzlarda tutsak edilmeleri uğruna uğradıkları işkenceleri siz de görün ve karşı çıkın derim ben.Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

6 Temmuz 2010 Salı

PAMUK ÇİÇEĞİ

Size hiç “pamuk çiçeği “ hediye eden biri oldu mu hayatınızda?
Bana da olmadı...
Ama ben de kimseye hediye etmedim bu muhteşem çiçeklerden. Kızıl- boz toprakta büyüyen fidanların tohuma durup Temmuz Ağustos aylarında mısır patlağı gibi tarlalarda açılıp saçılmaları, seyrine doyum olmayacak manzaralar serer gözlerimizin önüne. El açıp Allah’a “yağmur yağmasın” diye dua ettiğimiz tek an o zamanlardır işte. Kar taneleri nasıl gökyüzünün (arşın )ruhuysa; pamuk çiçeği de yeryüzünün (yani arzın) ruhudur sanki.
Doğduğumuzda pamuklara sarılır hatta ölünce pamuk tıkarlar insanın biryerlerine. Hatta "pambukum" diye severdi ninelerimiz

torunlarını. Babalarımız "pamuk prensesim" diye okşardı kızlarını.Bizler de severdik pamuk şekerini. Pamuk: Hayatımızın her karesindeydi çünkü.Pamuk yastık, yorganla, pamuklu çarşaf serili pamuk yataklarımızda ne de güzel uykulara yatardık birzamanlar! Oysa şimdi düzen de uykularımız da değişti. Ayakkabılarımız ayağımızı sıkınca ayağımızın arkasına, bol gelince ayakkabılarımızın burun kısmına koyardık yumuşak koruyucularımızı.Dizimiz elimiz yaralandı mı onunla silerdik acıyan yerlerimizi. Yüzde yüz pamuklu giysilerimizin içinde terlesek de hastalanmadan yaz geçirirdik. Kış gelirken yatak pamuklarımızı hallaçlara attırır yenilerdik döşeklerimizi.
Şimdi naylon çıktı, sentetik ürünler sardı bedenlerimizi. Tenlerimiz uyuşmasa da örtülerimizle; modadır diye kandık, kandırıldık gözümüz yanıldı çakma giysi ve döşeklerimizle.Sıvı yağ ya da margarinlerimizde, mum ve sabun yapımında artan kısımları küspe olarak hayvanlara yedirilirken Hintlilerin kutsal saydığı bu bitki içindeki “gossypol” adı verilen zehirli maddesinden ayrıştırılarak önümüzdeki yıllarda pamuklu çikolata, ekmek, pasta ve kek olarak konacakmış belki de sofralarımıza.Haydi hayırlısı...
Bu sene kendi kendime “pamuk çiçeği” hediye etmeliyim. Selam olsun pamuk üreticilerine... Dilerim emeklerinin karşılığını alırlar bu sene.
Hepinize Sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>