.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2012 Cuma

KORKMUYORUM DESEM,

Gecenin sabahla buluşma vaktinde çimenlerin üstündeki çiğ tanelerini görebilir miyim?
Karanlığın içinde bile susmayan o ırmakların şarıltısını,
Dünyanın batıdan doğuya dönüşündeki o ilahi sese kulaklarımı dikip dinleyebilir miyim?
Limon ağacının dallarında titreyerek açan çiçeklerin kokularını içime çekebilirmiyim?
Denizin sahildeki kumlarla sevişmesini,
Yarasaların baş aşağı dallarda duruşunu,
Dalından hüzünle ayrılan bir güz rengi yaprağın havanın içinde salına salına gelip ayaklarımın dibine düşüşünü görebilir miyim?
Duvarın üstünden inemeyen minik kedinin acı seslenişini,
Soğukta elleri üşümüş torunumun avuçlarına hohlayışımı,
Öksürük nöbetlerinde başucunda şifa duası okuyuşumu,
Sen gelmezsen ben de sirk-e gitmiyorum diyen, ayrıldıktan beş dakika sonra "ben şimdiden onları özledim" diyen Eren’imin gözyaşını,
Özellikle yanlış söylediğim türkülerin sözlerini düzelten Yasemin’in kızgın bakışlarını..
Güney deniz saha komutanı Ege’min "bir-üç" diyerek onu sallamamı isteyişini,Tontini diyemediği için "ki-kin-kii" diye seslenişini...
Kabadayı Ata’mın o en içten can ısıtan komikliklerini,"yeşil ördek gibi daldım göllere" türküsünü yeniden duyabilirmiyim?
Kenarını kıvırıp Başımı koyduğum beni rüyalara götüren yastığımı,
Yolunda ölmeden önce bir kez öldüğüm, gökte ararken yerde bulduğumu bir daha görebilir miyim?
Bloglu ya da blogsuz dostlarımın, yol kardeşlerimin ardımdan diyeceklerini işitebilir miyim?
Bir kez daha şükredebilir miyim 40 kez yaşadığım her ana ve yediğim içtiğim her nimete?

Yıllarca kız çocuk sahibi olmak isteyip başaramadığım halde bana Allahın armağanı kızlarım yani güzel gelinlerim ve
fedakâr-ince ruhlu-hassas çocuklarımın ...
16 senedir bir an yanımdan ayrılmayan Allah'ın bana lütfu bedenlenmiş melek Sufi Cem’in...saçlarını okşayıp"ardımdan ne olur üzülmeyin” diyebilir miyim?
Azrail de 4 melekten biri ona kafa tutup başkaldırabilir miyim?
Yarına çıkabilir miyim? Yarın olacağım kritik ameliyattan “KORKMUYORUM” desem:Yalan olur dostlarım, billahi YALAN.Çünkü yanmasa da CIZZ-lıyor işte bu garip gönlüm.


Hepinizi inanın çok sevdim, Tontini. Ameliyat öncesi Tontini tarafından yazılmış ve kaydedilmiş bir yazı. Meleksiz kalan bizlere. Bu yazının Taslak tarihi 28.04.2011 tontini nin vefat ettiği tarihse 28.04.2012 . Bir sene öncesi.
Devamı Buradan ...>>

9 Aralık 2011 Cuma

KAYBOLUP GİTMEZ HİÇBİRŞEY

Kaybolup gitmez hiçbirşey aslında. DÖNÜŞÜR...Gece gündüze... Karanlıklar aydınlığa... Hastalıklar sağlığa... Keder mutluluğa... Kömür yanınca, enerjiye... Su ısınınca buhara dönüşür... Tavuk yumurtaya can verir, yumurta gün gelir tavuk olur...Ben de birgün babamın beşiğini sallar bulurum kendimi belki de. “Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O İSE: her an bir şen-dedir (yaratma) halindedir işte...

Gece, üstünü örtüp bürüyünce Hz. İbrahim bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.

Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum.

"
Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." (Enam Suresi, 75-78)
Mesele: o her an şende olan kaybolup gitmeyen HAK-kın varlığını her yaratılmışta bulup iman etmekte...Bize de nasip olur birgün inşaallah....Hepinize sevgilerimle.


resim:Tee Gee
Devamı Buradan ...>>

3 Aralık 2011 Cumartesi

YALNIZLIK


Analitik psikolojinin kurucusu İsviçreli psikiyatr,Carl Gustav Jung: "Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değil, kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ve görüşlerini başkalarının olanaksız bulmasıdır." demiş, ya da onun gibi bir şey demiş...
Yalnızlık duyan insan terkedilmiştir belki. Toplumdan dışlanmış, depresyona girmiş, güvensiz, umutsuz kalmış, hayatın anlamsızlığına karar verip, değersizlik duygusuna esir olmuş ve kızgınlık ve öfkenin dikenli telleriyle çevrilivermiştir belki de.
SEZEN Aksu'nun dediği gibi:
"yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette."
Bu tür düşünce; Hüzün ve acıları zevk edinmek ve onları çağırmak oluyor hayatımıza gizlice. Ah bir bilsek asla yalnız olmadığımızı! Penceredeki bir kuş, dalından kopup avucumuza düşen bir sonbahar yaprağı, kırlardaki çiçekler, gökteki bir yıldız, okuduğumuz kitaptaki yüreğimize işleyen sözcüğü yazan, baharatçının tabelasındaki isim: "UMUT ET." Taksinin plakasındaki sayı: "35 DY 222" Biz istersek konuşur bizimle ve hayatımıza renk ve mesajlarını iletir biteviye...
Kuran'da HAŞR Suresi 7.Ayet:Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Dediğine göre TEK kişiysek; Tüm kainatın sahibiyle biraradayız demektir, yalnız değilizdir, hatta ölürken bile...Öyleyse bu nasıl bir YALNIZLIK, sorgunlamalı bence.
Hiçbir zaman ve hiçbir mekânda yalnızlık hissetmemeniz dileklerimle.

Hepinize sevgiler.Tontini.
Resim: Jenny Lind
Devamı Buradan ...>>

28 Kasım 2011 Pazartesi

NAR

Nar yemenin şimdi tam zamanı...Nar suyu içmenin, nar ekşisi, nar şurubu, nar çorbası, nar pekmezi yemenin, kapı eşiğinde bereket olsun diye nar kırmanın tam zamanı: ŞİMDİ...
Neden mi?
"Doğruluğun simgesi" Yahudi inancına göre..Hıristiyan ve Biz müslümanlarca ise "bereket"i temsil ediyor."Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane?" gibi bilmecelere konu olduğu için önemli...
Kurandaki Enam suresi 99-141. ayetler, Rahman:68. ayetlerle Allah'ın yarattığı güzel şeylerin bir örneği olduğu anlatıldığı için önemli bir meyve NAR yani "Punica granatum"...
Yetkililerce: NAR;

Prostat kanserine, prostat hiperplazisine, diyabete, lenfomaya, rinovirüs enfeksiyonuna, soğuk algınlığına, strese, koroner arter hastalıklarına iyi geldiği söylenen C vitamini ve potasyum kaynağı antioksidan çünkü.
dişeti iltihaplarını giderdiği,
Yüksek tansiyonu düşürdüğü,
Kalbimizi koruyup düzenli çalışmasına destek olduğu,
Enfeksiyona karşı vücut direncini koruyup arttırdığı,
Enerji verip, yorgunluğu giderdiği,
İdrar söktürücü etkisiyle toksin atımını sağladığı,
Bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı bizleri koruduğu,
Kolesterol ve kan şekerimizi regüle ettiği,
Bağırsak parazitlerinin düşmanı olup, iyi bakterilerin artmasını sağladığı,
İshali (diare) önleyip, tedavide destek sağladığı,
Ciltte olumlu katkılarından dolayı, pürüzsüz görünüm sağladığı,
Cilt enfeksiyonlarında olumlu katkısı olduğu,
Böbrek iltihaplarının giderilmesinde etkisi anlatılmakta.

Mitolojiye göre ise;NAR acıklı bir efsaneye konu olmuş bir meyve...
Geçmiş zamanlarda Demeter'ken yeryüzündeki tarlaların tanrıçası(şimdi bu işlere kim bakıyor bilmiyorum)...O zamanlar bereketi, verimi temsil ederdi kendileri... Öncelikle bir ANA-ydı...Zeus'tan olma ak tenli ak gerdanlı güzel kızı Kore'yi çok severdi. Kore arkadaşlarıyla çiçek toplayıp, kırlarda oynarkeeen bir gün... Gök gürledi, Yer yarıldı ve arabasıyla yeraltı tanrısı Hades çıktı topraktan... Demeter'in güzel kızını kavradığı gibi belinden, ikisi birden kayboldu gözden kimselere görünmeden.Oracıkta Hades Kore'ye 4 nar tanesi (kimilerine göre 7 nar tanesi) yedirdi..Kızın adını da değiştirip Persephone koydu. Genç kız Yeraltında birşey yemenin cezasının, ölüler ülkesinden ebediyen çıkamamak olduğunu o an bilemedi ...

Küstü hayata Demeter ana.. Kızını kaybetmenin acısıyla kapattı kendini yaşama...Günlerden bir gün bir çığlık duydu... Bu kızının sesiydi sanki... Sesin nereden geldiğini aradı ama bulamadı. Yaşadığı acıyla dokuz gün boyunca dünyayı dolaşıp aradı biricik kızını. Onuncu gün güneşe rastladı. Güneş ona; "Kore'yi Zeus'un gizli rızasıyla Hades kaçırdı, onu ölüler ülkesi'nde ebedi karısı yaptı" dedi. Demeter duyduklarına isyan edip terketti Olimpos'u... İnsanlar arasında yaşamaya başladı. Yaşlı bir kadın kılığında Eleusis'e vardı. Bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında otururken, kuyudan su almaya gelen kral Keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürdü. Böylece Demeter kızların küçük kardeşi Demophon'un dadısı oldu. Demeter ölümsüzlük kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini "tanrıların yiyeceği" AMBROSİA ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktaydı. Bir gece çocuğun annesi olaya tanık olunca, dehşete düştü ve sorgu sual edinceee. Demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürdü. "Hiçbir kötü niyeti olmadığını çocuğu ölümsüzlüğe kavuşturmak için böyle bir işlem yaptığını" kadına anlatamadı bile.Demeter Eleusis'te kaldığı süre boyunca toprağı verimli kılmayı reddettiğinden ülkede açlık hüküm sürmekteydi.Demophon'u ateşe düşürmesini affettirebilmek için Demeter, (Kral Keleos ve eşi kendini bağışlasınlar diye) Persephone'un kardeşi olan oğlu Tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verdi ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emretti. insanların çektiği acılara üzülen tanrılar Demeter'e yakardılar, o da kızını görmek şartıyla onların isteklerini de yapacağına söz verdi... Ve böylece Persephone Hades'in ölüler ülkesinden yeryüzüne doğru yola çıkarıldı. Kızını görmenin coşkusuyla Demeter toprağı çiçekler ve yapraklarla kapladı. Ve ilkbahar yeryüzünde işte böylece başladı...

Konumuz NAR olunca, Kürdilihicazkar bir şarkının sözleriyle noktalayalım sözlerimizi:

"Kırk odanin kırkında da kırk güzel,
kırk aynada cengi cengi bir guzel,
çağlar otesinde bir avuc nota,
gunaydınım, NAR çiçeğim, sevdiğim.."

Hepinizin bildiği, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizelerini de anmadan geçemeyeceğim:

Karadutum, çatal karam, çingenem
NAR tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın, ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koydugum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktin bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan NARımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın"

Hepinize sağlıklı ve mutlu, mevsiminde NAR sulu günler dilerim .Sevgilerimle Tontini.

Devamı Buradan ...>>

10 Kasım 2011 Perşembe

ATATÜRK 'ÜMÜN RESMİ VE İMZASI VAR















1931 Yılının kasım ayında Atatürk, başarılarından ötürü ünlü güresçi Kurtdereli'ye ödül olarak üzerinde kendi resmi olan 1000 liralik bir İŞ Bankasi çeki verir.Altını Kemal Atatürk diye imzalar. Pehlivan çeki İŞ Bankasi' na götürür, kendisine 1000 lira ödenir. O günün koşullarına göre muazzam bir paradır bu. Ama Kurtdereli hala gişenin önünde beklemektedir.
"Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarinda çeki beklediğini söyler.
Görevliler:
"Parayi aldin ya, çek bizde kalacak" derler. Kurtdereli pehlivan gözü yaşlı:
"O zaman alın 1000 liranizi, verin çekimi geri" der.
"ONDA ATATÜRK'ÜMÜN RESMİ VE İMZASI VAR"
Pehlivan Parayi iade eder, Atatürk resimli ve imzali çekini sevgiyle cebine kor ve bankadan gider. Bu hikayeden sonra bize: "ATA'm GÖNLÜMÜZDESİN" demekten başka söylenecek söz mü kalır?
Devamı Buradan ...>>

17 Ekim 2011 Pazartesi

KA AL



















KAAL=kâl kelimesi pek yazı dilinde söylenmese de "seni hiç kaale almıyorum!" yani "sözlerinin benim için hiçbir değeri yok!" şeklinde dilimizde ifade bulmuş, sinirlendiğimizde boş laflarla dolu muhabbetlerin tam orta yerinde böyle hitap ettiğimiz olmuştur birbirimize. Gazın var lâmban var, ama kuru görüntüsün, heyhât ateş olup aydınlatmadıktan sonra. "ASLI-YOK yaylasında"bin koyunun olmuş bize ne fayda?

Bu kelimecik; Dedikodu, söylenti, rivâyet olarak düşünüldüğünden, kaal-e almamak:halk dilinde önem vermemek, sözünü etmeye değer bulmamak olarak nitelendirilmektedir günümüzde.Ünlü aşıklarımızdan Fuzuli'nin dediği gibi ilim bilim hepsi fasarya hepsi dedikoduyken... Geçerli akçe AŞK imiş bu âlemde, bence de...
"Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıl-ü kâl imiş ancak"
Söylencelere, o bunu dedi, bu bunu dedileri kaça alıp kaça sattıkları birtarafa bırakıp para ve mal yığmalardansa AŞKa gönül vermek ALLAH'ı kaale almak demek değil midir? Para da söz de biter, mal da tükenir ama: Ya aşk, Ya AŞKKKK??? Ey minel AŞK sen olmasan, döner mi bu dünya?

Resim:Dariusz Klimczak.
Devamı Buradan ...>>

30 Eylül 2011 Cuma

BİRİKTİRİLMİŞ TÜYLERİM KANAT OLDU



Bu yazımın blogda ilk yayınlanma tarihi 29 mART 2008 aradan üç buçuk sene geçmiş.Dün kemoterapi aldığım odada göğüs kanseri gencecik bir kızın elinde 14.7.2011 basım tarihli Beki İkala Erikli'nin "Meleklerle yaşamak" kitabı vardı ve kitap sayfaları arasında biriktirilmiş tüyler.Kitaba göz gezdirdiğimde gördüm ki ben meleklerle yaşamaya ve onların attıkları kartvizitleri toplamaya yıllar önce başlamışım meğer.Şükürler olsun işaretlere mesajlara ve onları bizlere gönderenlere...
Bu gün aralayıp kendimi, kendime dışardan baktım. Yüzleşmelerimden kaçmayıp ben bende sürdürürken yaşamımı sorunları ertelemeden, başkalarında aramadan suç ve hataları
kendimi kendime akort edip affettim kendimi. Rulosundan yeni çözülmüş dünya haritası gibiyim şimdi. Günlerin sürükleyiciliğinde emanet edilen yaşamdı, bu etten elbisemdeki. Felsefem: bir nevi saman çöpü oluştu ırmakta sürüklenip giden. Pişmişliğim acıların etimden et, kanımdan kan çekmesindendi.......
Sac üstünde kavrulmuştum, çiğnenmiştim, öğütülmüştüm belki de çeşitli enzimlerle. Lime lime olmuş bu elbisem her gün yeniden yamanıp eski haline getirilmeye çalışılsa da yamalar bazen uymuş bazen sırıtmıştı elbisenin gerçek yüzünde. Kendimce nostaljik takılarım olmuştu bunlar.
Acılardan ve hatalardan yamalı bohça olan benliğime birileri gelip de kendi acılarından harf harf söz ettiğinde, elbiselerinin kumaşı “değil yama” iplik çekiği gibi bile görünmezdi bana . Benimki yanmaksa onlarınki sanki tütsülenme dağlanma.
Bu biriktirilmiş pişmişlikle kim bilir ne gönüller kırdım ne vurdumduymaz göründüm acılı çileli insanlara bilinmez. Ama ben yine bugün beni affettim.

Şu anda deniz üstünde yüzdürülen gemideyim, köpükler içinde giden.9 EYLÜL gemisi Konak’tan Karşıyaka’ya süzülmekte. Geçmişe yol alıyorum sanki. Çilenin yani yamaların kıyısına. Kimine bal, bana zehir olan kıyıya, Karşıyaka’ya…
Bir mahcup ve hüzünlü görünüyor bu kıyı bana. Üzülüyorum ama yine de koşa koşa gidemiyorum oraya. Sanki bana yapılan hatalardan o sorumlu gibi… Sanki hayatımın içinden geçen bir bölümde, her köşesinde kalan anıların acısı dimdik bulundukları yerden bana el sallarken o kıyıyı sevmek günahmış gibi. Tek umudum yoluma her gün gökyüzünden salınarak düşen kuş tüyleri.2 yıl boyunca sanki görünmez bir göz benim evden çıkışımı bekliyor, görünmez elinden kuş tüyünü bırakıveriyor hemen üstümden. Beyazlığına, büyüklüğüne küçüklüğüne hatta alacalı ve çift renkli oluşuna göre o günümün nasıl geçeceğine dair yorum yapıyorum kendi kendime ve İzmir’e giden 8.05 vapuruna yürüyorum koşar adımlarla.
Her gün KUŞ tüylerimi biriktiriyorum. Artık kitaplarımın arasında çekmecelerimde ceplerimde her yerde sanki içime kendi yumuşak ılık okşayan imajlarını dolduruyorlar. Zaman içinde biriken tüylerin kanatlarım olup beni karşı kıyıya taşıyacağını nereden bilebilirdim o zamanlar. Bir gün güvercin kumru ya da diğer haberci kuşlarımın tüylerinin bu hikâyesini bir arkadaşıma anlattığımda “Hadi canım, yani şimdi önüme bir kuşkanadı da düşse onu da alacak mıyım?” Demişti de yüz adım geçmeden önünde bir kanat bulunca ürküp almak zorunda kalmıştı onu yerden. Kanattan mı ürkmüştü benden mi bilemem ama o kanadı yıllarca o da sakladı biliyorum.
Harfler birleşir, kelime olur. Kelimeler birleşir söz olur, çoğalır, yayılır. İnsan dağarcığında ne çok harf kelime varsa ona göre yazar konuşur. Ya yoksa azsa boşsa dağarcık, bu demektir ki yaşanılmışlık harfleri noksandır. Senden seni alıp götüren yıllar değildir bu cepheden baktığında seni sana veren, seni sen yapan tezgâhtır bu acı yaşanılmışlıklar. Sana uçman için kanat olan biriktirilmiş tüyler gibi, biriktirilmiş kelimeler de senin hayatın ortasındaki DURUŞ’unu uçuşunu belirler. Sevgiyle açın kanatlarınızı ve bırakın rüzgârın tatlı esintisine kendinizi, aşkla süzülün karşı kıyılara.Sevgilerimle. Dilek@tontini
..
..
Devamı Buradan ...>>

20 Eylül 2011 Salı

KÜLÜNG SESLERİ

"Herşeyin bir zamanı vardır" derler... Derler de; Ben de "bu söz ancak, güneş batıdan doğmadıkça." geçerlidir derim.Bir de derler ki: "her ses kayıtlıdır evrende."

Zamanın katmanları eğer varsa ve üst üste, iç içe birikip sıkışmışsa birbiri arasına; dinlemek gereklidir kulaklarını dayayıp zamana... Kapı aralamalıdır dumanı tüten hiçliğe ve yokluğa ... Şahinkaya'da belgelidir Ferhat'ın, tam tepesine attığı zamanki külüngün vınlayan sesi. Lanetler okunmuştur asırlarca; "Ne vurursun kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü, bak sana helvasını getirdim" diyen cadıya. "Şirin'in öldü" diyene inattır FERHAT'ın başını tutuşu, işte o katil külüngün altına.FERHAT bu: tepeleri aşamasa da, deldi dağları, suyu akıttı ya Amasya şehrine, ŞİRİN'in aşkı uğruna...Kulak vermek gerek aşkın çağıltısına adı geçen o dağlarda.Hangi dağı deldi, attığı hangi külüngdü


bunlar herbiri ise bir simge anlayana...

Sert, kesik kesik bir ses var şuan kulaklarımda. AHh!..Herhalde taşı taşla yontuyorlar taaa o eski çağlarda. Çamurdan iki saplı testi yapıyor diğerleri ırmak başlarında. Taş balta bir mağara adamının avucunda ansızın saplıyor onu dinazorun karnına. Görseniz siz de gülersiniz, o sevinçten çıldırmış ilkel adama. Şövalyeler zırhlarını kuşanmışlar at üstünde, kılıç seslerinden yer gök inliyor üstüne üstlük aynı zaman ve aynı sırada.Bombaların biri düşüp biri kalkıyor o sıra, aynı mekana aynı yere...Bu nasıl bir hengâme? Biri hititçe sesleniyor, diğeri sanskritçe, ibranice bir nida duyuyorsun, arabın biri maval okuyor o sıra,nal seslerine kudüm bendir zil ve lir sesleri dolanıyor, haykırıyor Ferhat ve Şirin türkçe, grekçe, rumca...
Acının lisanı tek; Nemrut'un gökyüzüne attığı o melûn okla diller değişse de... Bu nasıl bir arbede?? Fırtına alıyor yerden aldıklarını koyuyor evirip çevirip başka bir köşeye...Şimdi buradayken: rüzgarın ritminde gidiyor gözün gördükleri, başka bir köşeye...Pervazlar ıslık çalıyor, yer yarılıyor, bir uğultu bir gürleme tüm zamanlar bu zamanda çiçeğe durmuş kaktüs gibi varoluyor işte.

Ah nakkaş Ferhat, bak Şirin'in de can verdi duyduğu haberle...
Onlar can verse de kıskanç bir kara gönüllü uğruna, ırmaklar çağıldadıkça AŞK için serden ve benlikten geçenlerin efsaneleri duyulacak hep zamanda. Batıda Kırklar dağı, Ferhat dağı doğuda ; Yeşilırmak,ikisinin arasında süzülür yeşil yeşil,akar gider Amasya'nın Yamaçlarında...Ferhat'la Şirin olmasa da, yine akacak ırmaklar şehirlerin tam orta yercağızında, binlerce birbirini seven genç-yaşlı varoldukça...

Resim:Victor Bregeda

Devamı Buradan ...>>

25 Ağustos 2011 Perşembe

KİLİMCİ=VAN-5


İçimizden kaç kişi: üzerine bastığı, terliğinin ucuyla püsküllerine takılıp düşmekten son anda kurtulduğu, halı ve kilimlerin üzerine nakşedilmiş desen ve şekillerin ayırdına varmıştır? Hele bu üzerinde yürünen, zaman zaman duvarlara asılan kilim ve halılar örtü ve döşekler el emeği-göz nuruyla yapıldıysa? Farkedilmediğinde dokuyanın yüreği sızlamaz mı ki? Evrene ve evlerimize gönderilen imzasız mesajlar gibidir bu tür desenlerle dokunmuş halı ve kilimler bence.
Bereketi temsilen: buğday başakları,

Ölümden sonra yaşama inananın dokuduğu: hayat ağaçları,
İlahi mesaj ve uzun yaşama işaret eden: çeşitli kuş motifleri,
Bolluk ve üretkenlik için: pıtrak ve Hz.süleyman'ın yıldızı,
Dokuyanın ümitlerini yansıtan: sandık,haçlar, çengeller,
Güç ve kudreti temsilen:aslan gibi ayakları yılan gibi kuyruğu olan
ejderhalar,kartallar
Kem bakışlara karşı: göz motifi,
Evlenme arzusu için: tarak ve saç bağı.
Zehirden korunmak için:akrepler.
Ölümsüzlüğe kavuşacağına inananın: Saçından bir tutamı dokumaya katması. Kaynanasının acımasızlığına karşı; susan gelinin eli-belinde motifini dokuması.

Ve bunların yanısıra bizim anlamadığımız binlerce simge ve mesaj, halı ve kilimler yaratıldığından bu yana anlaşılmayı bekliyor (mağara resimleri gibi) değil mi?
Bu halı ve kilimlerdeki mesajları ben de farketmezdim geçmiş zamanlarda..Taa ki emekli olduktan sonra çalıştığımız anadolu hayat-sigorta acentasının iş için bizleri gönderdiği VAN seyehatinde profesyonel kilimcinin anlatımıyla efsunlanmamıza kadar... Adamcağız öyle anlatıyordu ki, sanırsınız heyecanlı bir dizi film izliyorsunuz. Bir köşesinden tuttuğu kilimi şöyle havada bir 360 derece çevirip indiriveriyordu ayaklarımızın dibine. "-Ah bir bilseniz bunu dokuyan kızın hikayesini lâl olurdu dilleriniz! buna paha biçemem derdiniz" diyordu. O gün muhteşem kilimci önümüze ne serdiyse hepsini aldık, parasının bir kısmını ödedik. "Adresimizi bilâhare size bildiririz" dedik,(dükkan arayıp bulacağız ya!) Oradan Konya'ya uğrayıp suzanneler, örtüler, elişleri, kanaviçe örtülerle dükkan çeyizimizi çoğaltıp Mevlana'nın ve Şems'in kutsal eteğinden İzmir'imize doğru hareket ettik. Sonrasında Kardeşim Tutsak ve sufi Cemle hiç gecikmeden İzmir/Kemeraltında kilimci dükkanımızı açtık. Adını da MİRAÇ koyduk büyük bir hevesle, miraca çıkacaktık dünya malı ve kazancıyla. Bakar körlerden (çoğu bakar ama görmez) olduğumuzu çok şükür 5 ay içinde anladık. Her kilimin bir hikayesi olduğunu bilmiyorduk ama, yazabiliriz sanıyorduk. Kilimleri havada çeviremiyorduk ama müşteri bizde beğeniyor aynı kilimi gidip karşı kilimciden alıyordu ya! Hem de bizim satış fiyatımızın iki katına...Aldık takkemizi önümüze, dükkan kirasından daha çok çay parası ödediğimiz otantik dükkanımızı gecikmeden kapattık. Yani Ticaret: her yiğidin yapabileceği bir şey değilmiş meğerse. Böylece anlamış olduk...

http://www.blogger.com/img/blank.gifrüyalarımın götürdüğüyer- VAN
http://www.blogger.com/img/blank.gifVAN-2
http://www.blogger.com/img/blank.gifVAN-3
http://www.blogger.com/img/blank.gifVAN-4
"İzler ve yansımalar" sevgili Esin yazarım dediğim "akdamar adası"ile ilgili yazmış zaten http://www.blogger.com/img/blank.gifburadan okuyabilirsiniz.
Hepinize sevgilerimle.








Devamı Buradan ...>>

17 Ağustos 2011 Çarşamba

ARŞİVCİ AKIL

Akıl: inançsızlık ve kuşkuyu tetikler. Ensemize yerleşmiş bir çift göz gibi eski başarısızlıklarımıza ve eskimiş yenilgilerimize bakar durur. Eski kütüphanenin tozlu raflarına dizilmiş fikrin: mürür-u zamana uğradığı, eski sınanmış duyguların yazılı olduğu sararmış sayfalara sahip kitapçıkların bekçisidir zat-ı Alileri. Çoğu çürümüştür kitaplarında yazılı bilgiler ve canlı-canlı utanmadan zamane yüreğine hükmetmeye kalkarlar. Böylece tozlu siyah kollukları olan, burnunun üstüne inmiş gözlüğünü elinin tersiyle bilmiş bilmiş itekleyen, arşivci Hüsamettin Efendi gibidir kendileri...Akılla; hayâl, yüce duygular,aşk, şefkat ve yaratıcılığın barındığı Yürek, başlar çatışmaya. Yürek alıp başını gitmek, akılsa onu durdurmak ister türlü bahanelerle. İkisinin çelişkisinin tam ortasında görünür görünmez yanıyla RUH kaldırır pankartını: "bu iş buraya kadar" der.Yeşil ışığını yakar yüreğe. Der; "bakma geriye.Aşkın uğruna kendini yakmak ve yıkmaktan yana tutum sergile. Aklın; hep fayda ve mantıkla yürümen önerisine kulak asma. Cebrail bile kanatlarını yakmadan girememişken o kapıdan içeriye, sendeki bu tereddüt niye? AŞK Akıl işi değil tamam, ama yürek işi değil de ne?
Aklını koy bir yere, KOŞ Aşkın menzilindeki o kutsal yere."
Ben demedim, ruh söyledi bu sözleri, hepinize sevgilerimle.

Resimler:
Maurizio Moro
Frederick dunn
Devamı Buradan ...>>

10 Ağustos 2011 Çarşamba

BU BİR YAZGIDIR BANA GÖRE

Evvel ALLAH:
Hani her konuda bahane bulmakta üstümüze yoktur ya; insanın başına birşey geldiğinde bintürlü sebep ve bin türlü sonuç bulmak konusunda... Çerçevelemeyi unuttuğumuz uzmanlık diplomalarımız kapı gibi durur mutlaka gizli ahit sandıklarımızda. Böyle bir konunun zuhurunda şıp diye biliveririz o elim vakanın neden başımıza geldiğini de, hemen o anda inemeyiz olayın esas ve ANA platformuna...

"-Ya kardeşim, içmeseydin bukadar sigarayı gelmezdi bunlar başına!"
"-İşte o gün gitmeseydin Züleyha'lara; yakalanmazdın bu meşum hastalığa!"
"-Etmeseydin kendini köle ona buna; bu beden iflas etmezdi sana böyle inadına!"
"-Dinleseydin hele sözümüzü ama, vah vah geç kaldın artık BOR'un pazarına!"
"Atalarımdam mirastır bu hastalık bana" diye diyemezsiniz kimselere.Ne diyeyim? BU BİR YAZGIdır oysa.

Toprağın nimetlerinden alabildiğine ve bilerek faydalandığım; kaç zaman oldu?
Eskiden de aynı besinleri yer-içer mideme gönderirdim de; "buramı okşa da git, şuramı tedavi etmeyi unutma" falan demezdim onlara. Bana ne olduysa hep bu (malûm hastalık)dan sonra oldu.Her telefon çaldığında telefonun öbür ucundaki dosttan (Allah onlardan razı olsun) yemem içmemle ilgili bir öneri: telleri aşıp kulağıma geliyor ve içime çöreklenip oturuyordu bıyıklarını muzip bir şekilde bura-bura... Dünyanın en doğusunun güneşli toprağında binbir güçlükle yetişen noni-sinden tutun da en batının batısının çöllerinde yetişen nadir bitkinin (Aloe vera) özsuyuna,
İsviçre Alplerindeki suyun, diğer suların hafızasını değiştiren GRANDER kalemine, Gürcistan dağlarının doruklarında yetişen akçaağacın filizlerinden elde edilen arı suya, 20 adet şamfıstığı, 3 tane Medine hurması, 2 çorba kaşığı kurt üzümü, çiğ patates suyuna neredeyse ekmek banmama kadar ayrıntılı bilgilerle donanmış alternatif tıp ürünlerini; kargo şirketi her allahın günü bana taşımaktan bıkmıyor usanmıyordu artık doğrusu. Bunların yanısıra efsunlu taşlardan kolyeler ve mıknatıslı bilekliklere, NİKKEN yorgan-döşeklere, yüzükler ve üstümde taşımam gereken türlü çeşit totemlere kadar daha neleeer neler gelmedi ki? Bu arada benim satın aldıklarımdan da hiç söz açmayayım! bir ara baktım ki zavallı boynum taşıyamıyor tek tek azad ettim simgelerimi. "Azad ettim" deyince,yokettiğimi sanmayın sakın, yine de başucumda bekletiyorum onları.
ARISU: Mucize iksir tüm ağrılarımın yokedilmesi ve ölü hücrelerimin yeniden dirilmesinde.Teşekkürler MAYA'ya.
NİKKEN döşek yorgan: huzurlu uykunun koynunda rüyalardan rüyalara geçişimde...Teşekkürler ÖZGÜR ve MURAT'a.
Patates suyu: mide ağrılarımın kökünden yokolmasında: Teşekkürler Sufi-CEM'e.
Sevim'den gelen GRANDER kalem: sağlıklı su içmemde yararlı olmadı dersem yalan olur vallaha!Binlerce kez teşekkürler beni düşünen ve dualarını esirgemeyen diğer tüm dostlara. Eminim Tanrı'nın sözü ve tanrı'nın önerisiydi onların dilinden dökülen.
Herbirinizi kucaklayacağım inşaallah kemoterapi günlerim hayırlısıyla son bulduğunda.Hak hizmetlerinizi kabul ede.
Sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

5 Ağustos 2011 Cuma

TEMBELLİK OBLOMOVLUK MİSKİNLİK

GOGOL'ün: "yüzyıllar yüzyılları izliyor, yarım milyon tembel mıymıntı insan büyük bir uyuşukluk içinde pinekleyip duruyor." dediği gibi, bu asırda da -milyonlarca insan- çeşitli nedenlerle tembelliğin yamacında pinekleyip duruyor.

"Bir lokma, bir hırka"sözü gereği, Leman'daki bezgin Bekir gibi , kualaların ve kedilerin davranış biçimini benimsemiş bizler, tembelliğimizin irademize;
"-Sen zaten hastasın kendine eziyet çektirme, salla gitsin!"
"-Aman sende, bugüne kadar icraatlara isyan ettin de ne oldu? Otur oturduğun yerde nasılsa senin dediğin olmuyor, bir yapan eden var!"
"-Çalıştın paralandın da ne oldu? Sana madalya mı taktılar? Ağırdan satmak kendini, herşeyi beceriyor olmaktan iyidir!"kışkırtmalarına kulak vererek tembelliğin bize haz şeklinde verdiği rüşvetlerle el altından heybelerimizi doldurup bahanelerimizin gölgesinde uykulara yatmaktan da geri kalmıyoruz doğrusu...
Geçmişe dönüp bir bakmak gerek tüm buluşlar kimlerin yüzüsuyu hürmetine icadedildi? HıI?


Tekerleğin icadı: mağaradan tarlaya gitmeye üşenen tembel...
Kıyma makinası: eti kesmekten üşenen kasap...
Asansör: merdiven çıkmaktan sıkılan insancık...
Uzaktan kumandalar:yerinden kalkmak istemeyen tembel...
Çocuk bezi:Bez yıkamaktan sıkılan tembel bir anne için icad edilmedi mi? laf aramızda benim zamanımda böyle hazır bezler ve ıslak mendiller olsaydı belki 10 tane daha doğururdum doğrusu...Bu OBLOMOVLUK, tembellik, ve miskinlik konusunda bilindik bir hikaye vardır bilirsiniz.Çünkü bu davranışsızlıklar, hastalık gibi algılanmaktaymış o zamanlar:

İşte o zamanların birinde; bir kral ülkesindeki tembelleri toplatıp sarayında bir koğuşta beslemeye başlamış.. Bunu duyan diğer insanlar ekmek elden su gölden diyerek onlar da saraya gelip bu koğuşta yaşamaya başlamışlar, lakin öyle kalabalıklaşmışlar ki kral şüphe duymuş ve vezirine emir vermiş "gerçek (tembellerle)miskinlerle, sahte miskinleri ayırt etmek için koğuşta yangın çıkart" demiş. Vezir padişahın emrini yerine getirdiğinde görülmüş ki tüm herkes kaçışırken 3 kişi kalmış koğuşta 3 gerçek tembel yani miskin!
Biri ateşe yakın olana sigarasını uzatıp;
"-Aha şu sigaramı yanındaki ateşle yakarmısın?" demiş.
Bu 3 kişiden birisinin de kıçı, ateşten ısınan taşın üstünde fena halde yanmış ve azcık hareket edip uzaklaşmış ve diğer arkadaşına dönerek:
"-İnsan oğlu kuş misali dün nerdeydim bu gün neredeyim?" diye hayıflanmış...
Ben de:sıcaklardan mı yoksa hastalıklardan mı bilmem?
"Dün neredeydikkkkk? bugün neredeyiz BİZ de?..." diyor ve çalışkanlara da tembellere de sevgilerimi gönderiyorum. Tontini.

Devamı Buradan ...>>

28 Temmuz 2011 Perşembe

GÜVEN ÇOK İNCE BİR ÇİZGİ
















Belki de bu hikayeyi bilmeyeniniz yoktur. Doğrusu ben bilmiyordum.. Bildiğim ve yarım asırcık ömrümde milyon kez titizlikle üstünde durup deneyimlediğim konulardan biriydi "GÜVEN" aslında. Verilmiş bir sözüm varsa, söz verdiğim kişinin bana güvenini yıkmamak için (iki elim kanda bile olsa) sözümü gerçekleştirmem gerekirmiş gibi bir hayat tarzı ve kuralı yani. Bu titizliğimizin sonucunda; Evrene ne veriyorsak aynını evrenden beklemek gibi bir şartlanmışlığımızı da gözardı etmemek gerek. İşte tam burada hep yanıldık bunca yıl, ta ki evren avucumuzda hardal tanesi kadar olana dek. Şimdi mesajlarımız değişti: "Asla aldatmadığımız kişi hep bizim güvenimizi sarsıyor, hep aldatılıyoruz" sözüyle; "Evren biz ne istersek onu bize sunuyor, karşımıza hep güveneceğimiz kişiler çıkıyor"sözünü takas ettik. Ne büyük benlik değil mi? Evrenin avucumuzda hardal tanesi kadar olduğunu iddia etmek. Hayır! bunu ben demiyorum: biz demeden bizim dilimizden söyleyen diyor.Hani "pozitif düşün pozitif olsun" sözü gibi birşey bu da. Bir ara "sefana da cefana da eyvallah "demiştim ya; yaşadım ve gördüm ki cefalar bizden de sefaların tümü onun eseri, hakettiğimiz sürece...Masal gibi hikayemiz de şöyle:

İngiltere'de yargıçların maaşı yokmuş. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri varmış.
İngiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyormuş yani...
Birgün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyeceklerini söyleyip hemen Içişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı,Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYIN!

Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. Hakim: "Kraliçenin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş..
Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."
- "Güven" çok ince bir çizgi. Biz evrene güvendikçe evren de bizim kırılmamızı önleyici eylemleriyle cevap veriyor. Güvenmediğimizde ise başımıza istemediğimiz herşey geliyor zannımca. Ya sizce??????

Resim:Victor Bregeda

Devamı Buradan ...>>

8 Temmuz 2011 Cuma

SAYIKLAMALARIM



















İnsanın bedenindeki ATEŞ: olması gerekenin üstüne çıktı mı; sayıklamalar başlar ya; işte tam o zamanlarımda dayanılmaz ağrıların kucağındayken defterim ve kalemim yine yanıbaşımdaydı.Sıyrılır çıkarım belki bu bedenden sevgiliye kavuşurum umudundaydım belki de. Bende bir naz bir niyaz sayıklayıp durmuştum o demlerde. Ondan onaydı oysa bu işve ve nazlarım,yine de ben yazdım sanıyordum o zaman. İşte O sayıklamalarım, sizlerle paylaşayım dedim:

Hastalık, dert sıkıntı gelmezki senden
Ben diledim girdim zulmet kapısından
Bin kere tövbe etsem de yaşlı gözilen
Olamadım dile hakim affet beni sultan.

****
Çakılları taşları toplasam eteklerimden
Cevahirlerini dökermisin o bal dilinden
Sensin sultan şüphe yok menendinden
Affet günahımı çekiyorum bu dilden.
****
Ne çok günah işledim derbeder oldum.
Hak yolunda binkez tevbedar oldum
Hep sanardım kusursuz ve doğruyum
Hak katında acep makbul kul muydum?
****
Yüzbin kere büksem bu iplikleri
Çözsem yüzbin kere örgüleri
Örsem çözsem saymasam ilmekleri
Yine de delemem ki bu karanlıkları.
****
Sen açmazsan tan-tanları
Geçemez bu yolcu geçitleri
Sen açmazsan kapıları
Vursam ne fayda tokmakları.
Sensin evvel ve bu ahir
Sensin batın ve bu zahir
Sensin tendeki güzel ruh
Sensin gözlerde yanan nur.
Sultansın tahtta oturan
Sen varsın gayrısı yalan
And içip bozsam bu yemini
Affedip açarmısın yine koynunu?
****
Senin elindeki bir parmak olsam
Parmağındaki bir tırnak
Hep seninle olduğumu bilsem de
Böyle ahlanıp hasretini çekmesem.
Gözündeki bir kirpik olsam
Her göz kırpışında titresem.
Her gözünü alemlere açtığında
Sen dünyayı, ben hep seni görsem.
Elini getirsen zaman zaman
O güzel Gözlerini kaşısan
Sen mutlu, ben mutlu yaşardık biz inan.
****
"Döşündeki çiçek olsam" demedim ki sana
Çiçek solar düşer birgün yere diye.
Başındaki tacın olmak istemedim
Taç çıkar başından ayrı kalırım diye.
Kulağındaki küpe, sırtındaki mintan
Kapındaki eşik bile senden ıraktı DİLEK'e
Okunu atıp böğrünü deldiğin ceylan
Gözeden elinle içtiğin su olmak istedim
Kavuşurum sandım sana, o zaman diye.

Hepinize sevgilerimle.

Resim:Katerina Lomonosov

Devamı Buradan ...>>

24 Haziran 2011 Cuma

ZİKRİM AŞK AŞK AŞK OLDU


"Eğer hastalandıysan; Yüreğinde AŞK'ın sönmüş, yok olmuş demektir...Yoksa hastalıklar girmezdi aşk ile yanan bedene."demişti sevgili öğretmenim.Bu kelimeleri hatırladıkça gözlerimde yaşlar titreşip durdu günlerce. "Peki hz Eyüp'ün de yüreği aşksız mı kalmıştı da vücuduna kurtlar basmıştı, onca hastalanan eren-evliyanın yüreklerindeki yangın sönmüşmüydü de ölüp gitmiştiler" diye haddim olmadan yanıt vermiştim kendilerine .Ben kimdim, Hz Eyüp kimdi? Onunkisi bir sınavdı denemeydi ya benimkisi?

Ben 7 çocuğunun başını veren keşiş Kelemna gibi çocuklarımın başını verebilirmiydim Hz Hüseyinin kesik başı yüzü-suyu hürmetine? Nerdeeee? Düşündükçe aşkımın asla aklımın önüne geçmediğini yaşayarak öğrendim.Aklım doğudan batıya açtı mı kanatlarını; görünür müydü ki, yüreğimdeki küçük bir kibrit alevi büyüklüğündeki aşk ateşi? Hastalanınca Öğrendim...

Vazgeçtim sandığım şeylerden ve tercihlerimden; vazgeçmediğimi kapılar gibi içimde dimdik durduklarını görüp yaşayıp da öğrendim...Hani LA-dan da İLLA-dan da geçmiş, ESMA-dan da MÜSEMMA-dan da geçmiştim? Nerdeeee? Doktorlara ve hastanelere nefretim, ilaçlara karşı gösterdiğim sınırsız tepkilerim hastalanınca; yerini boyun büküş ve teslimiyete ve çaresiz kalınca ancak boyun eğişe bırakmıştı işte. İlaçların en ağırına boyun eğmek zorunda kalmıştım hastalanınca.

"Ben ağır yürüyemem, yavaş yürüyünce yoruluyorum" diyen şımarık ben; yavaş yürümeye (bir zaman için bile olsa) mahkum olmuştum...

Kimselerin bana hizmet etmesine ve yardım etmesine fırsat vermeyen bu benlik dolu Tontini: herkesin yardımına, bana hizmetine boyun eğmek zorunda kalmıştı.

Her gittiğim mekanda kapıya en yakın yerlerde otururken; artık en baş köşelerde oturmak hatta uzanmak ve yatmakla cezalandırılmıştım sanki.

Hergece rüyalarımda affetmediğim geçmişimdeki kişiler ve olaylarla yüzleşip kırgınlıklarımı bağışlamaya döndürmem gerekliliğini; yaşamaktan haz duyduğum bir deneyime dönüştürmeye çabalamamı seyrediyorum şimdi.

Onca yıl hayatımın vazgeçilmezi addettiğim sevgilim -sigaradan- vazgeçirilmiş (laf aramızda hala rüyalarımda içiyorum), ilk defa toprağın nimetleri meyvelerle tanıştırılmıştım. Kahve ve çayın kokusunu bile eskisi gibi duyamazken ne çok bağımlılığım (putum) olduğunu farkedip, hergün yeni bir odun atmıştım çok şükür yüreğimdeki aşkın ocağına...Aşkımı çoğaltma günlerindeyim, yani bendeki ÖZ-ü seviyorum ve onaylıyorum O ve ben biriz çünkü. Zikrim AŞK, AŞK, AŞK oldu. Şimdi çatlaklarımızı sıvama vakti dostlarım.

Hepinize sevgilerimle.Tontini.

Devamı Buradan ...>>

16 Haziran 2011 Perşembe

KEMOTERAPİ GÜNLERİNDEYİM ŞU SIRA

Yaradanımıza şükretmemiz için ne çok sebebimiz var değil mi?
Sevgili dostlarım; sanki yıllardır sizlerden ayrıyım.Zincirlere vuruldum ve zindanlara atıldım Yusuf gibi... Sizler de; aynı Züleyha gibi bu zor günlerimde yorumlarınız mesajlarınız ziyaretlerinizle ulaştınız güç verdiniz bana yine de...Benimse seslenmek istediğimde düğüm düğümdü kelimeler boğazımda. Bilgisayar ekranı bile buğulanmıyordu hohladığımda. Bedenim canımdan ayrılmış herbiri yaşamaya çalışıyordu sanki başka bir âlemde. Şükürler olsun "bu da geldi bu da geçti" diyelim nasılsa.

Herşey idrar tahlili ve kan sayımı için aile doktoruna tahlil yaptırmaya gittiğimde başladı.Kısa bir süre sonra kendimi tomoğrafi ve ultrason sonrasında baş tabibin odasında buldum. Neredeyse 1981 yılından o güne doktor karşısına çıkmayan ben; içsel şükürlerimi Rabbime sunarken, kulaklarım uğulduyordu, dilim lal olmuştu o sıra. Doktor'cum camın ardından sessiz sözsüz sinirli el-kol hareketleriyle konuşuyordu sanki. Hastanenin başhemşiresi kardeşim Tutsak'ın eşi ip gibi gözyaşları döküyordu."Vahim bir durum var herhalde!"diye düşündüm. Odadan kaçar gibi çıktığımızda anladım konunun vehametini.İlgili doktor başımı gövdemden ayırmış "nereye giderseniz gidin ben bu ameliyatı yapmam!" demişti.İş çok ciddiymiş meğerse tümör neredeyse mesaneden başlayıp böbreklere kadar sarmışmış.Hayatım hakkında bugüne kadar özgürce verdiğim kararlar artık benim oto-kontrolümden çıkmış sevdiğim rüzgar nereye sürüklerse oraya doğru akmaya başlamıştım. Yeni bir doktor bulundu apar topar ona götürüldüm.Nazik yaklaşımına sıcak bakmama rağmen randevü tarihini iptal edip ileri bir tarihe gün vermesini istediğimde önce kabul edip sonra haber yollamıştı "2 ay mı yaşamak istiyor 20 yıl mı?" diye. Ben yine inatla onun verdiği 2 ay müddeti bitkisel birtakım tedaviler ve inançla atlamaya çalıştım.Dostlarım ve çocuklarım titizlikle yaklaşıyorladı ameliyat konuma. Çünkü onları da korkutmuştum galiba. "ameliyat masasında da kalabilirim ısrar ederseniz sonra pişman olabilirsiniz!" diye. O iki ayı atlamayı başardım... Ama kanser: kemiklerime de metastaz yapmış o inanılmaz ağrılarım başlamıştı ne çare! Ve 30 Nisan günü özgür irademle yattım ameliyat masasına. Saçlarımda bir tek güller eksikti belki. Kan nakilleri dolayısıyla al-aldı belki yanaklarım. Öyle diyordu ziyaretime gelen dostlarım.Ama ben artık bir KANSER hastasıydım. Tümörün tamamı alınamadığı için kemoterapi almam gerekmişti.Şimdi kemoterapi günlerini yaşıyorum dostlarım. Vücuduma verilen zehirleri bal etmeye çalışıyorum şükürler olsun. Allah'ın emri, Erenlerin himmeti, sizlerin dualarıyla bugünleri de geride bırakacağımıza inanıyorum.
Şimdi şöyle: "Bu hastalık neden seni buldu ?"diye sorabilirsiniz. Ben istedim... Ben istedim ne yazık ki dostlarım...
Çünkü sufi-sajada bir önceki yazımda (sefana da cefana da eyvallah)yazmıştım. Ancak; Allah'ın kuluna zulmetmeyeceğini ben bu dönemde öğrendim. Bir gün bilge öğretmen: "hayatında hiç hastalanmayan insan; birgün bir hastalanır ve ölür gider! onun için arasıra hastalanmak iyidir." demişti muhabbetinin bir arasında, hikayeleriyle ve örnekleriyle de taçlandırmıştı konusunu. Ben de tam o an: ölüp gitmemek için aynı bir sünger gibi hastalıkları çekmiştim düşüncemde bedenime. Ölüp gitmedim işte güzellerim çok şükür, can-canayız bakın işte yine sizlerle... Bunca yıl sağlıklı yaşamanın zekatını ödediğime inanıyorum. Bu günlerde Evrenden ne tür dersler aldığımı da sizlerle ileri günlerde paylaşacağıma söz veriyorum....İnşaallah. Aşk hep gönlünüzde olsun dostlarım, çünkü hastalıklar asla geçit bulamıyor aşk ve sevginin olduğu yere.Sevgilerimle Tontini.

Resim:Thierry Fricotteaux

Devamı Buradan ...>>

8 Mart 2011 Salı

SEFANA DA CEFANA DA EYVALLAH

Sağlık verdin ruhuma ve bedenime hep şükrettim..
Aldığım her nefese..
Yediğim her lokmaya..
Atlayabilmek, zıplayabilmek, 16 saat yorulmadan çalışabilmeme, düşmeme- kalkmama, senden gelip sana giden her fiile ve faile şükrettim.
Sınavlarına eyvallah deyip binamdaki hangi eksik-gediği onardığına bakıp başaramasam da seni görüp boynumu eğdim, sana şükrettim.
Önceleri Senin yerine koyup Allah gibi sevip koruyacağımı sandığım çocuklarımı yamacımdan uzaklaştırdığında , önceleri isyan edip ölümün kendime yakışır en güzel son olduğuna karar verip canıma kıymak istediğimde... Hafızamı kaybedip adımı unuttuğumda çocuklarımla aynı gökyüzü altında yaşayabildiğim için yine şükrettim.
Anlamıştım hatamı secdem de kıblem de onlar olmuş, seni gölgelere atmıştım.Ben bir ANNEyim onları sensiz koruyabilmeye muktedirim sanmıştım.
Bana verdiğin her lütfun bana emanet olduğunu neden sonra anladım. Benlik getirdiğim için tevbe edip önünde eğildim şükrettim...

Sınırlarımı zorladığında, haksızlıklara uğratıp iftiraların girdabına attığında, en masum olduğum zamanlarda eli sopalıları karşıma çıkardığında -ne zaman sustum- varlığını mucizelerle gösterişinle sana iman ettim şükrettim.
Evimde sevinçle ağırladığım, sofralar açıp doyurduğum, hiçbir masraftan kaçınmadığımda, evimdeki artan eksilmeyen bereketini gözlerimle görüp hep sana şükrettim.Aklımdan geçen her şeyin -sözlü- senden istemesemde oluşmasına, pasta çekse canım bir dostu pasta paketiyle gelişine bile şükrettim.Sandım ki cennetinden kudret lokması yiyorum lütfunla.Ellerimle dokunduğum bir hasta iyileştiğinde, söylediğim bir sözle gönlünde keder birikmişlerin içine huzurun kokusunun sindiğini gördüğümde inan bunları yapan ben olmadığımı senin yüce ve bağışlayıcı gücün olduğunu farkedip benlik getirmeden şükrettim.
Çocuklarım ve torunlarım araba kazası geçirdiğinde "vardır bir hikmeti" deyip ah-vah etmeden şükrettim. Babam öldü, anam öldü, enyakın dostlarım öldü onları senin merhametli kollarına teslim edip şükrettim.
AŞKınla yanıp tutuştuğumda, sefa içinde beni yaşattığında inan BENlik getirmeden sana şükrettim...
Sıra CEFAlara geldiğinde: önce gözüme, ağzıma, burnuma, içorganlarıma tek-tek sırasıyla el attığında bunca zamandır beni sağlıkla yaşattığına şükrettim. Bana bu hastalıkları, ibtilaları musallat edişinin beni çok sevdiğin için olduğuna kendimce hükmedip şükrettim.
Lütfet bu sınavımı da başarıyla geçeyim.Hz Eyüp'ün duasıyla: "Şayet ihsanda bulunursan yine şükreder minnettar olurum, yeter ki senin zikrinden ve senin fikrinden uzak kalmayayım. Şayet azab edersen de ferman senindir beni fazlınla koru ALLAH'ım.
Sefana da o güzel cefana da EYVALLAH.

Tontini'n.

Devamı Buradan ...>>

28 Şubat 2011 Pazartesi

ÖZGÜR RUHUN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİDEN KIZ













O bir fotoğraf sanatçısıydı..Çektiği fotoğraflarla Atlas dergisinin kapısına kadar gelmişti...O bir dalgıç aynı zamanda yamaç paraşütçüsüydü.Bir kıyı kasabamızda hunterlık yapıyorken sevdi bir genci.Ailesiyle tanıştırdı, onun ailesiyle tanıştı ve hayaller kurdular birlikte gelecekle ilgili.Çevrenin ve olayların attığı ıslak deniz kumu; Aşkın ateşinin yanmaya yüz tutmuşken sönüp buhar olmasına neden olmuştu.Ateş geri pofflamıştı ne çare. Kızımız: kamerasını, kredi kartlarını, işini, ailesini, cep telefonunu kendine ait herşeyi geride bırakıp bukle bukle saçlarını da dibinden yol yol kazıtıp beş parasız çıktı yollara...Yanında tek ayağı sakat çuko adlı köpeğiyle..."Allah'ı aramaya gidiyorum. "diyordu."Allah'ın nerede olduğunu bilsem de!"
Ağıl temizledi dağlarda, çobanlık yaptı boğaz tokluğuna, gerektiğinde bilmese de ney üfledi, dilendi, dostları evlerine davet etse de sokaklarda parklarda uyudu...Ona verilmeyeni almadı, istemedi de...Ülkeden ülkeye 3 yıl boyunca bitlenmese de aynı elbiseyle türlü maceraların içinde kendini akışa bırakıp ırmağın götürdüğü yere kadar salınıp gitti. Zaman zaman mail atarak bizleri de kendinden habersiz bırakmadı. Döndüğünde aynı kaderi paylaştığı yol arkadaşıyla da sade bir törenle evlendiii.
Kırmızılar giymişti o gün. Başına kırmızı güller takmıştı.Herkesin yapmak istediğini o başarmış yaşarken soyunmuştu tüm dünya nimetlerinden.Vee bir gün beden toprağından filizlenen oğluşunu aldı kucağına. İşte diyordu: "kavuştum Allah'ımın bana layık gördüğü en güzel emanete. Arıyordum buldum..."
Hizmetlerin hep hakka olsun güzel dostum.
O aradığını buldu.Darısı diğer arayanların başına.
Hepinize Sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

25 Şubat 2011 Cuma

ANADOLUNUN İSYANI-GÖKYÜZÜ AĞLAMAZSA YERYÜZÜ GÜLMEZ

Doğa derneği: Anadoludaki HES lere karşı yürütülen mücadeleye destek olmak amacıyla herhangi bir kar amacı gütmeden, konuya duyarlı insanların gönülden destekleriyle çektiği "Anadolu’nun isyanı" filmini tamamlandığını belirtti.Bu film:Anadolu derelerinin özgür akması için mücadele edenlere adandı. Üç gün içerisinde 50 bine yakın izleyiciye ulaştığı belirtilen filme dileyen herkes sosyal paylaşım sitelerinden Anadolu nehirleriulaşabilir.Bizler de Sufi-saja ekibi olarak bu mücadeleye destek veriyoruz hepinize sevgilerimizle.
Azizem su
Allianoi-superisi-ve-Galenos ağlıyor



Devamı Buradan ...>>

20 Şubat 2011 Pazar

AŞIKLAR MAŞUĞU

EY Aşıklar maşuğu...
Aşk-da, aşık-ta, maşuk-ta kendi olan sevgili.
Varlığın mevcudatın sonucu ve sebebi ...
Sınırsız sonsuz olan, ebedin sonrası, ezelin öncesi...
Ben olmazdım sen olmasaydın...
Kendinden kendini çoğaltıp,
Her gönüle girip yerleştiğini söylemesen:
Sanırdım ben seviyorum herşeyi.
Seven ben değil sendin her hâl-de.
Sevilen: "O"ydu. Ben: "sen, bu, şu" bilsem de.
Tarlada rüzgarla salınan başak ta sen.
Oltaya takılan balık ta, balıkçı da.
Dört nala menzile ulaşan atlı da sen.
Geride kalıp kaybeden at da.
Esneyip uykuya dalan da, uyku da...
Geceleri bekleyen uykusuz da..
Geceyi gündüze ekleyen de sen..
Gündüzden geceyi çıkaran da...
Sen hertürlü iş üstadı:
Yürütürsün kanatsızca rüzgarı.
İbrahim'e yanan ateş sen.
Ateşe "serin ol "emrini veren de sen.
Bir bilmecesin sanki.
Çıkamadım ben bu işin içinden...

Resim: Dave Barstow
Devamı Buradan ...>>