.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DİLEK'ten mektuplar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2011 Pazartesi

FİRAVUN MU HALLAC-I MANSUR MU?

Nasıl geçeceğiz ikilikten? Sevilende yok olup nasıl aşkla AŞKta bir olacağız? İkilikte olan der ki; "Ben tekim, ben vazgeçilmez yüce, ulu GÜÇüm.Benim doğru olan benim dışımdaki herkesin söylediği ve yaptığı şeylerin hepsi yanlış-yalan.Ben yargılanamazım, ben aynı mısırın firavunları gibi kendime "enel Allah" derim.Ben... Ben... BENim işte..."
Bir de "ENEL HAK" dediği için yargılanıp asılan Hallac-ı Mansur vardır:“Seninle benim aramda ilahlık ve rablik yoktur. Zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin O'luğun arasında hiç bir fark yoktur. Ey ben olan O, ve ben O'yum." diyen.
Mevlana fîhi mâ-fîh'inde Mansur için şöyle der ya;
"Hani Mansûr, Tanrıya aşkı son haddine varınca kendine düşman kesildi, kendini yok etti-gitti. Ben Tanrıyım dedi; yâni ben yok oldum. Tanrı kaldı ancak. Bu söz, gönül alçaklığının son derecesidir, kulluğun sonudur. Yâni o vardır ancak. Dâvâya kalkışmak, ululanmak, ona derler ki sen Tanrısın, ben kulum dersin de kendi varlığını da ortaya korsun; bu ikiliktir. Odur Tanrı dersen gene ikilik çıkar bu sözden; çünkü ben olmadıkça o'nun olmasına imkân yoktur. Şu halde ben Tanrıyım sözünü Tanrı söyledi; çünkü ondan başka bir varlık kalmamıştı; Mansûr yok olmuştu; o söz, Tanrının sözüydü."
Düşmanlıklar ve dostluklar bile güden, durmadan ululanan, suçlu suçsuz bile arayan, Mağrip'le Maşrık'ı birbirinden ayıran, bu kadın eksik etek bu er kişi "ne yapsa yeri" diyen, bu küfürdür bu imandır diye bile ayıran, bu günah bu sevab diye ahkam kesen nasıl girebilir ikiliğin olmadığı BİRlik âlemine de nasıl der "BEN TEK-im" diye? SEn varsan senin kitabına göre Tanrı nerde? Tanrı sana göre varsa peki, SEN kimsin?
Kabul et ikiliktesin dostum seni düşmanım bellemesem de.
Hak hepimize Hallac-ı Mansur gibi ikilikten TEKliğe ulaşabilmeyi nasip ede.

Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

29 Ocak 2011 Cumartesi

AŞKIN PADİŞAHI

AŞK-tan dem vururken aşkın padişahı:
aşktan söyler, aşkla söyler, aşk alır aşk satar yoktur menendi.
gerçek aşk masallarıdır anlattıkları...
Şişle değil aşkla deler dağları onun aşıkları.
Can verilir can alınır onların pazarında.
Gül alıp gül satılır tezgahlarında yoktur başka metaları.
Ferhat gibi Külüngünü atar yâr yolunda aşıkları,
korkmaz korlar altına o mazlum başlarını.
Keşiş gibi verir onun aşıkları oğulcuklarının başını.
Olmaz onların devletle, yargıyla alış-verişleri.
Aşkın padişahı gönüller yapmaya gelmiştir bu âleme.
gönüllere bulanmıştır onların elleri.
Nazar ederler, cisimler yüzer, ağdan okur okuturlar bildiklerini.
Havaları aşk, suyu, toprağı aşk, ateşi. aşktır yedikleri içtikleri
Yaksa da serin eder insanı onların aşk ateşleri.
Ülkesi milleti bayrağı aşktır o aşıkların, satılık değildir toprakları.

Resim:Victor Bregeda
Devamı Buradan ...>>

22 Ocak 2011 Cumartesi

AHMAKLIKTAN KURTULMANIN VARMI ÇARESİ

Ahmaklık: ayak direyen bir eşek gibi.Gömer arka ayaklarını toprağa fayda vermez, çare olmaz ne yapsan. İnatçıdır yürütemezsin çekiştirmekle yularını.
Bilgelik ise; altın gönül kafesinin açık kapısından pervaz vurup kanat çırpan kuş gibi özgür... Mevsimlerden mevsimlere ülkelerden ülkelere göçeder aynı zümrü-dü anka gibi...
10 ahmaklıktan geçmeden kişi, bir bilgelik edinemez, böyle pahalıdır bilgeliğin bedeli.
Deli geçer, akılsız geçer,aptal geçer de; geçmez alimallah ahmaklığından ahmaklıkla dağlanmış kişi.

Ahmak: Usul-erkân bilmez sanır ki doğrudur her yaptığı. Nato-kafa, nato-mermer çıkaramazsın düştüğü çukurdan onu.Sanır ki dünya baki, o hep kalıcı ve hep tahtında olacak. Onun aklı olmasa bu dünya son bulacak.
Günün birinde yaka paça götürmüşler bir ahmağı bir bilgeye: "şunu iyi et, kendine getir, ahmaklığını al, bilgelik kat hamuruna" diye. Çünkü doktora gitsen yoktur ilacı, neşter vursan kesemezsin o illeti. Düşünmüş bilge uzun uzun. Çünkü bilirmiş nasihat ve söz, yola getirmez ahmağı...Ne yapmalı- ne etmeli önce bir hamama mı sokmalı, yıkanıp paklansın, keseci elinde gitsin kiri-pası. Ardından belki de işe yarar bir soğuk bir sıcak su etkisi?

Bu sessizlikte durur mu ahmak kişi? "Sana bir nasihat vereyim, düşün düşün b..tur işin!" demiş bilgeye: "Senin yaptığın bu iş de, iş mi? Takıl peşime uy şeraitime hayatını yaşa. Bir elin yağda bir elin balda istemem karşılığında birşey, bir "eyvallahtan" başka."
"Alın götürün!" demiş bilge, "yoktur bunun bana ihtiyacı herşeyin eniyisini o bilir,10 ahmaklığını alsam da ona bir bilgelik çok gelir."

Yani dostlarım ahmaklığın yokmuş bir çaresi. Ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan, hastalıklı vücûda sıhhat ve cüzzamlılara şifa veren Hazreti İsa bile "ahmaklardan niçin kaçıyorsunuz?" dendiğinde;" Bu saydıklarınızın çaresi var ama, ahmaklıktan kurtulmanın bir çaresi yok" diyorsa, söz söylemek düşmez bizlere. Ahmak çabalarken, felek işler nasılsa.
Sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

20 Ocak 2011 Perşembe

MANGALA/ PADİŞAHLAR DA İNSANDIR

Muhteşem yüzyıl dizisinin dün akşamki bölümünde Sultan Süleymanla İbrahim MANGALA oynuyorlardı sarayın bahçesinde.Padişah oyun oynamaz diye bir şey söz konusu olmayacağına göre, çünkü padişahlar da insandır...Bilmediğini okur öğrenir, sever nefret eder, ağzını şaplatarak ya da şaplatmadan yer, üzülünce ağlar, sümkürür, yellenir, tuvalete gider, sevişir, hatta oyun oynar, hata yapar bazen de kaybeder...Bütün bunlar insan doğasının doğal yaptırımlarıdır. Hiçkimseye muhteşem yüzyıl padişahı bunları yapmamıştır deme hakkı verilmemiştir.Biline...
Gelelim oynadıkları oyunun tarihçesine:

Mangala bir Türk zeka ve strateji oyunudur. Araştırmalar 4000 yıllık bir geçmişi olduğunu Sakalar, Hunlar ve Göktürkler döneminde oynandığını göstermektedir. Günümüzde pek çok Türk halkınca unutulan bu oyun, konargöçer bozkır hayatını son yüzyıllara kadar devam ettiren Kazak, Kırgız, Türkmen ve Altay gibi bazı Türk halkları arasında günümüze kadar gelmiştir.Türkler yerleşik hayata geçip şehirlerde yaşamaya başladıktan sonra da bu oyunu oynamaya devam etmişlerdir. Nitekim Karahanlılar, Selçuklular ve nihayet Osmanlıların da Mangala adıyla oyunu devam ettirdikleri görülmektedir.

Bunu XVI. yüzyıla ait Osmanlı minyatürlerinden de izlemek mümkündür. bir dönem cep telefonlarında çok revaçta olan "tohum" oyununun da kökeni büyük bir ihtimalle Mangalaya dayanmaktadır.Mangala nasıl oynanırburadanizleyebilirsiniz.Bu oyun stratejik bir oyundur ve oynayanın bazı yeteneklerini geliştirir:
"1- Kurnazlık: Oyunun stratejisini planlamak ve oyun kurallarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek.
2- Uyanıklık: Karşısındakinin kurnazlığına karşı savunma ve önlem.
3- Önceden görme: Hazırladığı oyun manevrasına karşı rakibinin tepkisini kestirebilme yeteneği.
4- Esneklik: Beklenmedik durumlarda hemen tepki gösterebilme yeteneği.
5- Direnme: Tüm şaşırtmalara karşın, kendi planını sonuna dek sürdürebilme yeteneği.
6- Sağgörü: Oyunda rakibinden plan ve gücünü gizleyebilme yeteneği.
7- Bellek: Hasmının sağgörüsüne karşın, onun durumunu ve gücünü ne denli saklarsa saklasın kestirebilme yeteneği."

Yani anlayacağınız ALÂ bir oyundur biline...Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

18 Ocak 2011 Salı

GÜZEL SÖZÜN KÖKÜ SABİT, DALI GÖKTEDİR

Fincandaki kahveme bir kaşık şeker attığımda şekerin dibe çöküşünü seyrettim bir süre. Alttan üste doğru yokoldu kristal parçacıklar, kaşığın fincanda bir iki dönüşüyle.Gözden nihan oldu diye diyemedim "kayboldu!"
Dedim: "karıştı şeker kahvenin özüne, bir oldu, tat oldu içenin damağına. Demek ki dedim: "şeker gibi tatlı olan, düştü mü sulu ve cıvık olan şeyin içine karıştıkça işler özüne, başka bir formatta varolur..Sulu ve cıvık; dönüşür tatlı ve sulu cıvığa.
İnsanoğlu da güzel sözle maya tutar tatlanır. Ya da; acılaşır, ekşileşir çirkin söz ve kötü ve haksız isnatlarla."
Ilık havada maya tutar insanoğlu...

Ama yine de şeker gerekir mayanın yanısıra. Örtüler altında kalacak uzun bir süre... Ilık ortamda benlik baloncukları gibi köpürecek önce... Sonra yoğrulunca usta parmaklarla karışacak maya öze, önce küçülecek sonra tekrar büyüdükçe büyüyecek, kabardıkça kabaracak kendinde mevcut kapasitesince...Kabının özgül ağırlığı ve genişliğince...

Allah, Kuran'da; : Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir."diyor. Allah insanlar için örnekler verir; öğüt alıp-düşünsünler diye. Kötü (murdar) söz ise; kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. demekte.
Kötü söze bile güzel sözle mukabele edelim yine de, umulur ki mayamız tutar da tatlılanır ekşimiş ve acılaşmış mayalı insan da.
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Victor Bregeda

Devamı Buradan ...>>

13 Ocak 2011 Perşembe

TIMARHANE-İ ÂLEM

TIMAR:sözlük anlamı olarak binek hayvanlarının deri bakımı ve temizliği için yapılması gereken şeyler dizisidir.Hayvanın; demir kaşağı ile önce dairesel hareketlerle vücudundaki toz ve kir kabartılır..ardından yumuşak fırça ile hayvanın derisindeki birikim temizlenir..bunun ardından bez veya süngerle parlatma yoluna da gidilir..bir de özellikle atlarda bunlara ilaveten, Nalbantımız: toynak içlerini temizler, nalını çakar,nal araları temizlenip tırnak cilası sürülür..yeleler ve kuyruk da sert tarakla taranır..bir de hayvanınızı kapatıp eğerlerseniz, atınız binmeye hazıııır hale gelir efendim..
Bu aleme gelen kişi aynı evcilleştirilmek istenen yük taşımaya, koşuya, insan elinin erdiği işlere koşmaya elverişli hale getirilmek istenen hayvanlar gibi bir güzel tımar edilir ehil ellerde.Önce aile, sonra okul ve eğitmenler, sonra meyli neyeyse o meyilde ve mecazdaki kişilerce. Sonra da "at binenin, kılıç kuşananındır" diye bir deyim söylenir.İnsan neyin ve kimin hizmetine girdiyse dünyaya meyli olan dünya ehline, diğeri ise hakkın hizmetine verilir.

Tımar olmaya geldiğini bildiyse bu âleme kişi;
Bir nalbanta uğratırlar bu yolda aksak gideni
Ağır demez, kusur bulmazsa yüklenir beline semeri
Çifte atar inatlaşırsa acımazlar yer beline tepiği
Ya işine geldiği için gireceksindir şeytanın hizmetine
Ya Aşka aşık kişiysen kavuşacaksındır hakkın himmetine.
Sorgu sual sendedir tercih senin gir seçebildiğine
Hizmette sınır yoktur bu tamarhane-i âlemde. Delilik bahane.

Çünkü bu alem: Ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesi, akıl hastanesi ya da adı üstünde TIMAR-HANE.Onun için birkaçımız kaçık bir çoğumuz hepten deli..Zaten akılla yaşanmaz bu alemde onun için vurdular belimize semeri.
Hepinize sevgilerimle.
Resim:Bruno di Maio
Devamı Buradan ...>>

7 Ocak 2011 Cuma

ŞİMDİLİK VAZGEÇTİM TÜTMELERDEN

"Demek ki soba yakmak için ne yapıyormuşuuuz?" cevap: "AnaMIzı CEP teleFOnuyla arıyormuşuz!"
Kişi ömrü hayatında bitkisel çözümlerle geçiştirebildiği ufak tefek rahatsızlıklar dışında adı belli büyük hastalıklar yaşamadıysa, ilaçlara ve doktorlara saygısı ve dostluğu dışında yakın olmadıysa; elle tutulur ve gözle görülür bir hastalık girdabına düştüğünde ne YAPAaAr? Doktorsuz ve ilaçsız hastalıksız bir ömür süremeyen sevgili rahmetli Anacığını cep telefonuyla arar: "ben bu dünya okulundan vazgeçtim, yanına gelebilirmiyim?" diye. İşte ben de son günlerde öyle yaptım dostlarım. Sandım ki artık yolcuyum... Dumanım tütmekte ve sobamı yakmak için alttaki havalandırmayı açmama bile gerek yok... Canıma dar gelen bu beden elbisesini atıp bir kenara (yarı heyecan yarı sevinç ve az bir buruklukla) sandım ki gitmekteyim bu acımasız dünya okulundan canımın cananına... "Var mı öyle kolay gitmek?" dedi bir ses içimden ve ertelendi bu gidiş bir müddet için yeniden. Yılbaşı gecesi telefonda "CAnıM, biraz rahatsızım bu gece gelemeyeceğim" sözüme gözyaşı döken sevgili torunum Eren'e bile eski Tontini uçup gidebilecekken; çakılıp kalmıştı yatağında bu Tontini, duman duman.
Yeniden merhaba dostlarım...Küçük sevgililerim tarafından açıldı havalandırmam.Şimdilik Vazgeçtim tütmelerden.
Hepinize sevgilerimle.

Resim: Manfredini
Devamı Buradan ...>>

2 Ocak 2011 Pazar

KARGANIN KILAVUZLUĞUNDA GEÇİLİR Mİ TAŞ KÖPRÜ



















Kendi kendimle konuşmalarımın bir özeti olacak bugünkü yazım.Olaylar için "Belki vardır bir sebebi" diyerek isyan etmemeye çalışacağım .
Taş bir köprünün başındayım bugün sanki, takıldım(k) karga olan bir kılavuzun peşine, geçiyorum(z) ne idüğü belirsiz karşı sahile,adı henüz konmamış gelecek pembe senelere.. Yağmurdan güneşten kardan beni koruyacağını umduğum şemsiyem elimde(izde), umut ise yüreğimizde zira umutsuz yaşanmaz derler bir de. "Ayağını bastığın yere dikkat et!" demişti babam, ben daha küçücükken ama, ben yine de felaketlerin, benim için bilinmez olan göksemadan gelebileceğini düşleyenlerdenim.
Dakka 1 gol 1:"Gak!" dedi kara karga;
"Türk Beşlerine: Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun,Hasan Ferit Alnar,Necil Kazım Akses gibi müzik dehalarına" "Türk leşleri bunlar" dedi Şaşırdııım.

"Kendisi acaba biliyor mu?" dedim "nedir do,re, mi fa?"
"Gak!" dedi tekrar karga geldi 2. gol:
Sona erdirdim 5 cana kıyan 90 yıllık cezası olan adamın mahkümiyetini. "Emir demiri keser" diye de sözlerine söz ilave etti.
"Ya hiç adam dövmemiş, hiç cana kıymamış olduğu halde hakkında 10 yıla kadar tutukluluk emri verdiklerine ne olacak?" dedim. "gak, gak!" dedi "orasını fazla karıştırma,yoksaaa!!!
"Dünkü hainleri kahraman ilan ediyor, isimlerini havaalanlarına büyükşehir caddelerine koyuyorsun ya, gerçek kahramanların isimlerini heykellerini sözlerini yerle bir edip hiçe sayıyor bize unutturmaya çalışıyorsun ya! Hadi açıkla bunu" diyorsun... Cevap yine aynı "ileri demokrasinin gereği bu, durmak yok ileri" diye karşılık alıyorsun.Göstermelik yaptığın 3-5 lik zammı defaatla burnumuzdan getiriyorsun, yoksa sen bizi mi kandırıyorsun?
Her gak-ın bir zam bir yalan, geçilmez bu taşköprü bu gakgakcıklarınla.
Dakka 1 gol 1 alıyorsun canlarımızı, istersen geri al yaptığın 3 kuruşluk zamlarını.

Bir canlının karnının doyması ve mutlu olmasının bedeli diğer bir canlının canından geçmesi ve teslim olmasıyla olası belki.Birinin yaşayabilmesi ötekinin ölümüyle ilintili.Haydi ölüm yok diyelim, kalıptan kalıba dönüşüm var zayıf ve güçsüz olan güçlünün bedenine ediyor seyr-ü seferi! Yenen ve yiyen, gidenle gelen bir oluyorsa O zaman. Eee! sonuç ne peki, elde var sıfır mı,O mu bir mi?
İşte buradan çıkmış "bize birşey olmaz!" masalı.
Çocuk kompozisyon ödevi için babasına sormuş:
- Politika nedir?diye.
Baba:
- Yavrum, Ben evin geçimini sağlamak için çalışıyorum para kazanıyorum. Yani ben kapitalistim. Annen, kazandığım parayı harcayıp evi idare ediyor, yani hükümet. Hizmetçimiz ev işlerini yapıyor, yani işçi. Sen halksın. Kundaktaki kardeşin de istikbal. Kompozisyon ödevini buna göre yaz! Anlaştık mı?
Çocuk, "anladım" demiş, sabah ödevini yazmak üzere uykuya çekilmiş. Gece tuvalete kalkınca beşikteki kardeşinin ağladığını duyup yanına gitmiş, altını kirlettiğini görünce... Hizmetçiye haber vermek için odasına koşmuş, bakmış ki: babasıyla hizmetçi yatakta sarmaş dolaş.
Annesine seslenmiş, ama annesi horul horul uyumakta.
Çocuk hemen masasına geçip ödevini yazmaya koyulmuş:
Politikanın ne olduğu çok açık:
Kapitalist işçiyi götürüyor, hükümet uyuyor, halkı da B.K götürüyor.

Dedim ki: "Geçilmez bu taş köprü, karganın kılavuzluğunda.
Aman ha dikkat! bizi de B.K götürür sonra..."
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Andrzej Radka

Devamı Buradan ...>>

31 Aralık 2010 Cuma

ZAMAN İCADEDİLMEDEN ÖNCE



Zaman icadedilmeden önce yoktu ne eskiye rağbet ne yeniye özlem,
Ay parıldardı aygününde dünyalılara, her batan güneşin solan ışıklarıyla
365 gün bir yıl eder diye bir hesap yoktu aylara da bölünmemişti zaman
Kaç yaşındasın diye sormazdı kimse kimseye, genç yaşlı ayrılmazdı o zaman
Suçlanmazdı giden yılın sayısı, umutlanılmazdı gelen yılların rakamlarıyla.
Ve İcadedildi zaman.. Çetele tutulur oldu üstümüzden her geçen saniyeyle.
Zaman mı bizde, biz mi zamanda kayıp gidiyoruz?
Dilerim hayatımızdan çıkarmak istediğimiz 2010 u aratmaz yeni gelen.
Sağlık, sevgi, neşe, mutluluk, aşk, hoşgörü, hak ve adalet dilerim düşmesin yakamızdan.
Hastanelerde,cezaevlerinde, sokaklarda olanlara, evsiz barksız, sevgilisiz, yarsız kalanlara hak yardımcı ola.Sevgili blog dostlarım; Sizlerle paylaşarak anlaşarak dertleşerek geçen koskoca bir yıla da şükürler ola.Hepinize kocaman teşekkürler, mutluluklar ve sufi ailesi olarak sevgilerimizle.Hep varolun e mi? Tontini.

Videoyu ilk yayınlama tarihimiz:2008
Devamı Buradan ...>>

27 Aralık 2010 Pazartesi

LEB-A-LEB DOLUYSA KABIMIZ

Geçmişin kirli paslı boyasının üstüne pürüzleri kazımadan yeni boya attıysa kişi; bir zaman için örter saklar ANın boyası, geçmişin anla olan renk tutmazını. Ne kadar özensen de silip parlatsan da, zamanın duvarına nakşettiğin rengin kalkar kabuğu, çatlatır geçmiş çıkar görünür o anda başı. Geçmişin temelleri üzerinde kuracaksak yeniden geleceğimizi; işe önceden yıkmakla başlamalıyız kendi duvarlarımızı.Hani dervişin biri bir dergahın kapısını çalar da, kapıyı açan derviş ağzına kadar dolu tasla karşılar ya onu... "Doluyuz bir kişiye bile yer yok!" demektir bu.Kapıyı çalan derviş alır mesajını ve koyar ya suyun üstüne bir gül yaprağı taşırmaz suyu, böylece hak yolunun olur yolcusu. Leb-a- leb doluysa kabımız dünya malı, alışveriş, çekişmeyle bize sunulan tasın taşar suyu. Doluyuzdur... Kabımıza ne koysun kapısına vardığımız bilge kişi? Olmalıyız ki gül yaprağı kadar narin, hafif ve güzel kokulu: açmalı kapısını ay yüzlü o güzel bilge kişi..."Çok bilen çok yanılır" derler bilirsiniz, zordur güneşi batıdan doğurabilme, bildiklerimizin yalan, gerçeğin bambaşka olduğunu bilme işi.Kıyam-et: ayağa kalkmaktır dostlar, uyumamak uykuların ve gafletin en derininde...
Zorlar kolay ola inşaallah, hepinize sevgilerimle.

Resim:Okay Bilen
Devamı Buradan ...>>

25 Aralık 2010 Cumartesi

SON DURAK HİZMETLERİ

"Ahırda oğlak doğsa arıkta otu biter" de, evinde bir gariban ölse son duraktan onu uğurlayan, yıkayıp paklayan ardından ağlayan bulunmaz mı? Ya da ömrü boyunca çalışıp çabalayıp para biriktirip dost biriktiremeyenin arkasından ağlayanı hiç bulunmaz mı? Buna da çare bulmuş bizim uyanık girişimcilerimiz.
Denizli'de "Son durak hizmetleri" adı altında bir dernek kurmuşlar: "
Cenazelerde acılı günlerinizde 5 bayan 5 erkek ağlama ekibi gönderilir."diye de bir ilan asmışlar ortalığa.
"Nakit ödemelerde İlk 10 dk ağlamak firmamızca ücretsizdir.
Ağıt yakmak,kendini parçalamak ve bayılmak ekstra faturalandırılmaktadır.
Aynı sülaleden hizmet almaya gelen 2.ci kişiye % 25
3.cü kişiye % 35 4.cü ve daha sonraki kişilere ise %50 indirim uygulanmaktadır."demekteymişler.
Of'lu ALİ öZTÜRK 1994'te Selimiye'de caminin kapısından geçerken bir bakmış adamın biri tabutun başında ağlıyor, ama ne ağlamak! Tabutu parçalayacak. Ali bey ağlayana yaklaşıp "Başın sağ olsun, ölüye yazık olur, böyle ağlama!" demiş demesine ama ağlayan kişi "Ben ölüyü tanımıyorum ki, parayla ağlıyorum" diye açıklama getirmiş. Of'lu Ali hazır-cevap: "Yarısını ver, ben de ağlayayım" demiş o anda. Bir yıl sonra 1995'te Ali Öztürk derneğini kurup Cenaze Ağlama Derneği Yönetim Kurulu Başkanı oluvermiş. Ekibi 300 kişilik. "Hep para kazanmış, yaşarken cebinde akrep bulunduran pintiler artlarında koca servet bıraktıklarında hanımları makyajı bozulmasın diye arayıp, "Ali bey, kocam öldü cenazesinde ağlayabilir misiniz?" diye soruyorlar, ben de ekibimi yolluyor bir saat evde, bir saat de caminin kapısında ağlıyorlar." Mahalledeki insanlar da "Ne iyi adammış, kıymetini bilemedik" diyorlar. Bir kişinin bir saat ağlaması 300 milyon, toplam 16 milyar alıyoruz, fatura da kesmiyoruz çünkü ölüye vergi iadesi yok" demekteymiş...
İyi para, kolay iş değil mi? Alkışlayarak ya da partilerin toplantılarına katılarak şak-şakçılıkla para kazanmak oluyor da ağlayarak neden olmasın? Gözünün yaşına güvenen, gemisini yürüten kaptan böyle olur işte. İşsizlik alıp başını gitmişken iş bulmak için Of'luya mı danışmalı acaba?
Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

22 Aralık 2010 Çarşamba

MENENDİ YOK OLAN

Bazen bir kelimeye takılır dil alır başını gider, bazen bir kokuyla kaparsın gözünü, uyuyan geçmiş uyanır sarılır boynuna açar kollarını.Diline dolanan kelimenin geçtiği bir şarkı sözü aralar belleğin nemli ve karanlık dehlizlerini.Kalıbın burdadır ama gezersin başka zamanları.

Çubuğum yok yol üstüne uzatam
Takatim yok yar yolların gözetem
Menendin yok seni kime benzetem?

Eşi emsali yoktur gönle girmeyi başaranın... Menendi yoktur onun.Dün bugün gibi olmuştur, var olmuştur menendi yok olan.Her aşığın maşuğunun menendi yok, liderler içinde ATATÜRK'ün menendi yok.Gelmiş-geçmiş, görüp-göreceğimiz başka bir emsali yoktur onun.Menendi yok kime benzetem onu?

Halk çocuğu Pablo Neruda'nın dediği gibi: Ben de menendi olmayan bir halkım duymalı eşi emsali olmadığını düşünen kendini adaletli, demokrat, özgürlükçü zanneden kişi.

"Halkım ben, parmakla sayılmayan, sesimde pırıl pırıl bir güç var.
Karanlıkta boy atmaya, sessizliği aşmaya yarayan.
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden ve halk toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde buğday nasıl filizini sürer de,
Çıkarsa toprağın üstüne güzelim kızıl elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de,
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde."

Menendi olmayan dostlar hepinize sevgilerimle.

Resim:Ben Goss

Devamı Buradan ...>>

20 Aralık 2010 Pazartesi

EYNİMİZE GİYİNDİĞİMİZ ELBİSELER

Eynimize giyindiğimiz elbiseler: yerine, yurduna göre. Var mı bir babayiğit ev kıyafetiyle gidebilen bir makama, başvekilin huzuruna, bilmem kimin piyano resitaline? Sırtında eski bir kazak, boynunda atkı, saç-baş dağınık, ayacığında çift çorap terlik, altında eşofmanla...Bu kıyafetle değil o makama ulaşmak kapıdan çıktığında yadırganır ayıplanır o insan...İsterse o kişi başbakan olsun "hoop hemşerim giremezsin!" der kapıda bekleyen görevli-bekçi...Eskiden tebdil-i kıyafet gezermiş padişahlar halkın tansiyonunu ölçmek için zaman-zaman. Onlardan biri gibi giyinip çıkarlarmış halkın karşısına dem be dem.İnsan yapısı işte;

gördüğü kişinin önce dış görünümüne göre, kolundaki saat, sırtındaki mintan, ayağındaki ayakkabının kalitesine göre kesiyor ahkâm."buyrunn hoşgeldinizz!" diyor, ya da "sen şuraya geç!" diyor zaman-zaman.Yüzünü ekşiterek "Sen şuraya geç" dediği kişinin erdemi, ilminin yüceliği, insanlığının üstün olduğunu nereden bilsin "buyrun hoşgeldiniz!" dediği kişiden? Eşekliğimizi saklamak için Aslan postuna sarınıp da geziyoruz çoğu zaman.Ama ağzımızı açmaya görelimm ortalığı aslan kükremesi yerine, eşek anırması kaplıyor o an.Kulaklar posttan dışarı çıkmayagörsün, foyamız da,ipliğimiz de, çıkıyor pazara o an...
Boşuna dememiş Nasrettin hoca: "Ye kürküm ye!"diye, işte zaman: aynı o zaman.La Fontaine'nin dizeleriyle bitirelim sözlerimizi, birkere daha gözden geçirmeliyiz önyargılarımızı.
Eşeğin biri aslan postu giymiş,
Millet evinden çıkamaz olmuş.
Eşek hep o eşek,
Ama gören korkudan ölecek.
Bir gün aksilik etmiş kulakları,
Uçları çıkıvermiş posttan dışarı.
Açıkgözün biri görmüş,
Eşeğin şakası sona ermiş;
Vurmuş sopayı beline,
Sürmüş aslanı değirmene.
Şaşırakalmış görenler,
Aslanı eşek etti sanmışlar.
"Ülkemizde çok böyle aslan
Nice babayiğitlerimize
bu masal biçilmiş kaftan
Posta kanarsak YUF bize!"Hepinize sevgilerimizle.

Resim: Ben Goossens

Devamı Buradan ...>>

17 Aralık 2010 Cuma

İZMİR HİKAYESİ-1















"Hayatın koşturmacası içinde soluklandığımız, nefes aldığımızın ayırdına vardığımız yazı saatlerinde yazılarımızı öykülerimizi dostluğumuzu paylaştığımız ÖYKÜ ATÖLYESİ"nin yazı odasının aralık kapısından başımızı uzattığımızda, birçok değerli blog dostumuzu tanıdık.O aralık kapıdan adım attıktan sonra açıldık odalardan daha geniş salonlara, mekanlara ve dostlara. "Bugün ne yazsak acaba?" diye düşündüğümüzde verilen "kelimeler" ve "resimlerle" ne hikayeler, ne masallar, ne yaşanmışlıklarımızı paylaştık birbirimizle.Hiç unutulur mu "hadi YAZ" diyen o sihirli sesin anısı? Yazmamıza vesile olduğun için, bizi gönüllendirdiğin için teşekkürler sevgili adaşım Dilek, teşekkürler "ÖYKÜ ATÖLYESİ". Gelelim yeni kelimemiz: "ŞEHİR HİKAYELERİ"ne:
Bu yaz İstanbul'lu dostlarımız Girya-kettlebell Türkiye Başkanı Muratve Özgür'ün bizleri ziyaretinde (link veriyorum ki dostlara belki bir yararım olur diye)Çeşme -Alaçatı'dan dönüyorduk bir akşamüstü hepbirlikte... Özgür kızı, "Ya tontini, sen neden hiç lokma yapmıyorsun!" dedi bana...

Ben de "İzmir'de lokma yapmana gerek yok evden çıktığından şöyle bir havayı koklarsın, nereden lokma kokusu duyarsan oraya doğru yürü, karşına lokma döken birileri çıkar" demiştim. Anlayamamıştı doğal olarak ve ben de anlatmak zorunda kalmıştım."İzmir'li bir işinin olması için adakta bulunur,dileği olunca ya da bir yakını ölünce lokma döktürür ve İzmir'li sıraya girer sıcak lokmasını şerbetli ya da şerbetsiz duasını okuyarak ya da "allah razı olsun" diyerek neşeyle sokaklarda yer.Elinizde lokma tabağını görenler sorarsa da sağdan 3. sokak başında diye de tarif eder lokma dökenleri birbirine." demiştim. Neyse arabamızla Güzelyalı parkının trafiğine girdiğimizde parkın yanında bir kalabalık ve buram buram havada lokma kokusu Murat'a arabayı uygun bir yere bırakıp lokma almasını söyledik... O hala "parasız mı?" diyordu. "Sen sıraya gir" dememize kalmadı, kuyruktakiler 34 plakalının lokma konusunda acemi olduğunu düşünüp kuyruğun en önüne geçmesini teklif ettiler. Murat'ın eline bir tabak lokma anında ulaşınca şaşkınlığından zavallım mutluluğunu bile dile getirememişti... Türkiye'nin hangi şehrinde böyle bir uygulamayla karşılaştınız dostlarım Hıı? İzmir'linin ibadeti de duası da inancı da farklı işte. Sofrasındaki yemeğini birileriyle paylaşamadığı gün boynu bükülür; "acaba ne yaptım da, bugün ziyaretime HAK gelmedi!" der çoğu kişi.

Yılmaz Özdil dünkü yazısında:Ankara'da basılan restoranlardan bahsetmiş "Başkentin en medeni restoranlarından biri, sanki pavyonmuş gibi, polis tarafından basıldı, “İçki servisi yapılıyor, çocukların ne işi var!” diye babalarının kimliklerini topladı" demiş ve sözlerini "hadise İzmir'de yaşansaydı, emin olun, o restoranda bebek arabalarından oturacak yer bulamazdınız bu 5 gün zarfında, inadına...Çocuğu olmayan komşunun çocuğunu alır gelirdi... İddiaya girerim, çocuk bulamayan emzikle otururdu!" diye noktalamış.

İzmir'li bu: Belediye Başkanları Aziz Kocaoğlu adına twitter'de hesap açıyor ve (twitter'de hesabı olmadığını söyleyen) Aziz kocaoğlu'nun ağzından şöyle yazıyorlar; "Başbakan Erdoğan'ın İzmir'de yaşayan muhtaç vatandaşlarımıza 600'er lira maaş vermemizi öneren TBMM deki konuşmasını hayretle dinledim.Sayın Başbakan İzmir Büyükşehir belediyesinin işlerine karışmasın. İzmir'in kendisine her seçimde verdiği cevap yetmedi mi? Sayın Başbakan akıl vermek yerine kendi partisinin İzmir İl teşkilatına bir il başkanı atasın.AKP ye İzmir'de il başkanı dayanmıyor" gibi ifadelerle protestolarını göndermişler. İzmir'li deyince durup düşünmek gerek bence.Eh "gavur İzmir,kontrolsüz güç" ne de olsa. Hepinize sevgilerimle.

Fotoğraf:Görkem

Devamı Buradan ...>>

15 Aralık 2010 Çarşamba

ÖLÜM PAZARLAMACILARI

"Ah keşke benim de bir silahım olsa!" diye içgeçiren kaç İNSAN vardır yeryüzünde? İNSAN diyorum, insan olan hiç silaha ihtiyaç duyar mı, Allah'ın verdiği canı almak için kendini ehil ve yetkili görebilir mi? Yoksa koleksiyon yapmak gibi bir hobiden mi kaynaklanır üzerinde ve mekanında 3-5 silah bulundurma isteği. Yoksa hedef tahtasını tam 12 den vurmak mıdır dilekleri? Hııı? soruyorum sizlere nasıl bir duygudur bu? Birinin canına kıymak bütün insanlığın canını almak, birine can vermek bütün insanlığa can vermek gibiyken silah satmak ölüm pazarlamacılığı, silah satın almak ta öldürme içgüdüsünün gizli tepkisel dışavurumu değil mi? Teşvik eden suçu işleyen kadar suçluysa;Yasayı çıkaranlar ve silah satanlar tüm faillerin fiillerinden ve ölümlerden bilfiil sorumludurlar.Ölenin vebali ve günahı onların boynunadır.Öldürmeye geçit vermektir bence. Bir ahçı yemek yapacaksa mutfağında tuz bulundurur.Madenciyse kazması vardır toprağı kazmak için, doktorsa neşteri, kasapsa bıçağı...Ya SİLAH ne için gerekli? Polis mi Asker mi silah almak isteyen kişi? Ki onların bile kullanmalarına gerek yok bence.Öldürmenin çeşitli yöntemleri varken, yargılamadan hücrelerde yıllaca bekletmek dururken gel sen öldür bitir o kişinin işini.Olacak iş değil!Vay insanoğlunun geldiği duruma. Vay ki vay!!!Yuvarlanıyoruz ağır-ağır esfeli safiline Aşağıların da aşağılarına günbegün.
Başka sözüm yok dostlar, hepinize sevgilerimle.

Resim:Ben Goossens
Devamı Buradan ...>>

11 Aralık 2010 Cumartesi

YUMURTALARI İNCİTMEDEN KIRMADAN SÖZ SÖYLEYEBİLME

İlmi siyaset: Bir balerin gibi ayaklarının dibindeki yumurtaları incitmeden kırmadan dans edebilme söz söyleyebilme becerisidir bana göre.Kendine: kendinden söz söyleme sanatıdır. Dobra ve mert, sözünün eri, yalansız, riyasız olmak bir marifet de; öyle zamanlara geldik ki, peki ne yapmamız gerek bu erdemler günümüzde, öbür yarımızca geçerli akçe değilse?
Neyse biz hikayemize gelelim:
Dervişin biri birgün Bilge öğretmenine gider ve "Pirim üstadım, artık bana da bir görev ver ben de şehir şehir, köy köy gideyim insanlara; hakkın adaleti, Allah'ın tek ve bütünlüğünü anlatayım" der.

Piri; "evladım daha öğreneceğin çok şey var ilm-i cavidan, ilm-i siyaset bunlarsız yol alamazsın!" demesine rağmen ısrarlarına karşılık, "hadi yol veriyorum sana, bilmem ne köyüne git gerçek dinin ne olduğunu anlat" demiş..Derviş: bir sevinç ve heyecanla yola koyulmuş. Adıgeçen köye vardığında ilk iş gidip camiye oturmuş. Hoca vaazını verirken, biranda ayağa kalkıp; "ey ahali ey cemaat hocanın size yutturduğu bunca yalan, kin öfke sizi cehenneme götürür, siz din kardeşisiniz varın dost olun birbirinizle, vazgeçin onu dinlemekten dinin gerçeği budur benim dediklerimi yapın" demesiyle bütün cemaat ayağa kalkmış bir güzel pataklayıp, üstübaşı perişan yara-bere kan revan içinde köyün dışına atmışlar bizimkini. Neyapsın çar-naçar geri dönmüş pirinin eteklerine yapışıp "affet beni sözünü dinlemedim, öküz olmadan küpe sıçmaya kalktım" demiş.Bilge öğretmen; derviş iyileşince "haydi, tebdili kıyafet edip yola çıkacağız hazırlan!" demiş.Yola çıkıp yine aynı köye varmış, doğru hocanın vaaz verdiği camideki cemaatin arasına oturmuşlar..Hoca vaazını bitirince pir ayağa kalkıp "ey cemaat hocanız ne mübarek ne doğru sözlü bir zat, diyar-ı islamı gezseniz böyle bir hoca bulamazsınız" demiş ve ardından eklemiş, "onun sakalından bir kıl koparanın cenneti-âlada tahtı şimdiden hazırlanır, huriler gılmanlar hizmetine sunulur." demesiyle bütün cemaat o anda hocaya saldırıp tek tek sakalının tüylerini yolmuş.Bizimkiler de o sıra köyden sessizce uzaklaşmışlar.İşte, demiş öğretmen "sen doğruyu söylediğin sürece 9 köyden kovulursun hikayesi buradan çıkmış ilm-i siyaseti bilseydin sonun böyle olmayacaktı, hoca da dini menfaatine alet ettiği, halka kin nefret tohumları ektiği halde bu cezayı almayacaktı.Yılmaz özdil'indediği gibi millete "beyinsizler" diyen nasıl yargılanmıyorsa; Aziz Nesin de "bu milletin yüzde 60 ı aptaldır" sözünü siyaset çerçevesinde usulüne göre söylese belki yargılanmıyacaktı."İftira etmeyi dahi bilmiyor yabancı diplomatlardan iftira çalıyorsunuz" deniyorsa bu millete; "iftiranın kitabını yazandan" daha çok şey öğrenmeli..
Hepinize Sevgilerimle.

Resim:Manfredini

Devamı Buradan ...>>

9 Aralık 2010 Perşembe

İNCE HİCİV/ ŞAİR EŞREF

Söz söylemenin de, hakkını savunmanın da, yolunda gitmeyen düzene baş-kaldırmanın da bir yolu-yordamı olmalı.Geçmişin söz ustaları protest bir ruhNeyzen gibi,"özrün kabahatinden büyük olsun" diyen padişaha "özür dilerim sultanım sizi valide sultan zannettim" diyen İncili çavuş gibi, Şair Eşref'in yaptığı gibi söylenilen söz cuk yerine oturmalı.Eşref'in dediği gibi "numarasız gözlük" herkesin gözüne uymalı değil mi?

1847 de Manisa Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında dünyaya gelen Şair Eşref:

birçok il ve ilçede kaymakamlık vali yardımcılığı yaptığı yıllarda tanık olduğu yolsuzlukların üzerine çekinmeden giden usta bir kalemdir. Ancak sözlerini öyle usturuplu söyler ki; anlayan anlar...Eliyle ve zehirli diliyle dokunduğu yaprak incinse de yırtılmaz o zaman. Esref'e sormuşlar: "Neden o zehirli taşlamalarinda çogu kez isim kullanmiyorsun, kimin için yazildiklari belli degil ?" diye; Esref,
" Neden olacak, bütün alçaklara uygulanip,numarasiz gözlük gibi kullanılsın diye.." cevabını vermiş.

Sair Esref, birgün eşeğe binmiş,yolda giderken arkadan Izmir Valisi Kâmil Pasa'nin arabasi ile gelmekte olduğunu görmüş ve yol vermek için sol kenara çekilmiş. Yolun sol kenarinda da büyük bir çukur varmış.Kamil Paşa espri olsun diye:
" Esref,çok kenara çekilme,çukura düşersin! " deyince...Eşref:
" Merak etme Paşam,eşek kâmildir "cevabini vermiş.

Kâmil Paşa,Kıbrıs'a geziye giderken, Eşref'e " Bir isteğin varsa getireyim " demiş.Eşref buna çok sevinip: " Paşam görüyorsunuz artik yaşlandim,yürüyünce yoruluyorum yokuş da çikamiyorum.Bana bir Kıbrıs eşeği getirirseniz ömür boyu size duacı olurum " demiş.
Kâmil Paşa'yi dönüşünde,Eşref de karşilamaya gitmiş. Paşa, Eşref'i görünce: " Aaa, Eşref, affedersin istediğini getirmeyi unutmuşum, seni görünce eşek aklıma geldi " demiş. Esref'de:
" Aman Pasam,üzülmeyin,o eşek gelmese de olur,siz geldiniz,ya,sağolun" cevabını vermiş.

İzmir Valisi Kâmil Paşa trenle İzmir'e giderken,o tarihte Kırkağaç Kaymakamı bulunan Şair Eşref hemen İstasyona koşar:

-Paşam, İzmirliler kâfi derecede lûtfunuza nail oldular. Biraz da bizim beldemize misafirliğe tenezzül buyurun ve bizi de şereflendirin, der. Kalabalık önünde söylenen bu söz, Kâmil Paşayı daveti kabule mecbur etmiş. Paşa, zaten ötedenberi himaye ettiği Eşref’in bu ricasını kırmamış ve bir gün Kırkağaç'a gelmiş.Gündüz Kaymakamlık makamında resmi protokoller bitince Eşref mütevazi evinde Kâmil Paşayı misafir etmiş. Öteden beri hâmisi (koruyucusu) olan Kâmil Paşaya, Eşref; elinden geleni esirgemeyerek, yemek içmek, saz, söz, hasılı her türlü eğlenceli bir gece geçirtmiş. Bu güzel gecenin bir vaktinde Paşa ayakyoluna (WC)'ye girince ne görsün? (WC) kapısının iç tarafında kendi resmi asılı değil mi? Hiçbir mana veremediği bir şaşkınlık ve öfke ile dışarı fırlayarak Eşref'e
-Ben ki senin amirinim, benim resmimi memişhaneye(WC) nasıl asarsın? Sende hiç utanma, arlanma yok mudur? Deyince; Eşref, hürmetle el bağlayıp boyun bükerek şu cevabı vermiş:
-Bu bir utanma meselesi değildir efendim, müthiş bir korku ifadesidir! Bu nedenle oraya resminiz asılmıştır; deyince Paşa: -Ne demek istiyorsun? demiş. Eşref, arz edeyim Paşam diyerek şunları söylemiş:
-Mâlûmu âliniz bendeniz sizden pek ziyade korkarım. Son zamanlarda kölenize müthiş bir "kabızlık" ârız oldu; deyince, Paşa büsbütün çıldırmış. Bunun üzerine Eşref hemen atılmış:
-Müsaade buyurun efendim. Baktım ki kabızdan şişip çatlayacağım, derhal resminizi, "ayakyoluna" (WC) astım. İçeri girip heybetli fotoğrafınızı görünce, korkudan bir anda...!!!

Ve Eşref daha sözünü tamamlamadan, Kâmil Paşa ve salonda bulunanlar kahkahadan kırılıp bitap düşmüşler.

Bizler başaramıyoruz söyledik mi de kafa-göz yarıyoruz ama, böylesi ince hicivle söz söylemeyi bilenlerin de ruhları şad ola.
Hepinize sevgilerimle.
Resim: Samy Al Olabi

Devamı Buradan ...>>

3 Aralık 2010 Cuma

UYKULARA YATMAKTA BULDUM ÇÖZÜMÜ


Tombala torbasından boşalan rakamlar gibi kelimeler boca edilip boşalıverdi bugünlerde evrene. Tespih taneleri ipinden kurtulup dağılıverdi sanki 4 bir yana. Öyle çok söz, öyle çok isnat, dedi-kodu, yalan mı, doğru mu olduğu tartışılır söz çıktı ki ortaya; sanki yeniden açtı kutusunu Pandora...Bir gariban sade vatandaşın anlayacağı dil değil de bunlar, uzayda bilinmedik bir gezegendeki bilinmedik sözlerle konuşan yecüc-mecüc ordusunun kılıç kalkan sesleriyle birlikte hiç susmadan konuşan dilleri bunlar sanki. Alıp başımı dağlara kaçmak,kulaklarımı kapatıp, gözlerimi yummak, ağzımdan çıkacak sözlere "DUR" demek geçiyor içimden. "SUS konuşma,

kesrette boğulup ta vahdete yolculuğunu sakın unutma. Bu gördüklerinin hepsi aldatmaca, burası hayâl alemi, gönlünü TEK ve BİR olandan ayırma."diyen iç sesim ve sanki sırtımda taşıdığım bunca yükten sonra bu dünya ağır geldi bana be dostlarım... Çözümü ben uykulara yatmakta buldum, bu sıralar rüyalarımın zaman ötesinde kayboldum.Ararsanız; sırtımda yük, hamallık yaparken, ellerimde gümüş kaşıklar denizin mavi sularında yürürken, hiç tanımadığım mavi gözlü ak-pak bir kadının, sırtını sıvazlayıp şifa verirken, ya da bir devlet başkanına ok atan siyahinin okunu havada yakalarken bulabilirsiniz beni düşlerinizde. Ben beni kaybettim, haberiniz ola...
Hey yârenler bu dünyanın
Ne tuzu ne tadı kaldı
Tükendi balı-kaymağı
Ne yoğurdu sütü kaldı.

Şer tohumları ekildi
Şeriat göğe çekildi
Davaya akçe döküldü,
Ne müftü ne kadı kaldı.

Yandı gitti asıl ocak,
Ne kıyı kaldı ne bucak
Varıp müşkül danışacak
Fitne-fücur âdu kaldı.

Hey Allah'ım hey yareden
Kurtar bizi vâreden
Doğru söz kalktı aradan
Hemen dedi-kodu kaldı.

Ey Güzide mahlûk şaştı
İblis araya dolaştı
Karıştı cihan karıştı
Evvelkinin adı kaldı.
Güzide bacının bu deyişiyle sözlerimi noktalamak istedim, hepinize sevgilerimi gönderiyor ve AŞK illa ki AŞK kurtaracak bu dünyayı diyorum. Tontini.

Devamı Buradan ...>>

29 Kasım 2010 Pazartesi

HAYDARPAŞA /ANADOLUNUN KALBİ

Ben bir TCDD çalışanı yani
demiryolcu kızıyım. Okulda "baban ne iş yapıyor?" dendiğinde kısaca "demiryolcu" diye yanıtlardım gururla.O zamanlar önemli bir meslekti çünkü demiryolculuk.Ya da ben öyle sanıyordum. Manyetolu telefonların çalışma sisteminden, telgraf makinasından çıkan nokta-hatların ne anlama geldiğine, bataryaların nişadırla nasıl yapıldığından makasları indirip kaldırmanın ne anlama geldiğine dek sonu gelmeyen sorularımın yanıtını o zamanlar hep babamdan almışımdır çünkü. Türkiye'nin her neresine tayinimiz çıksa;

karavagonlara eşyalarımız yüklenip göçedişimiz hep trenlerle olmuştur dolayısıyla.Babamın Haydarpaşa garındaki hareket memurluğu görevi sırasında o kocaman adamın, hassas, duygusal babamın haydarpaşa garı binasını bana tanımlayışı hala kulaklarımda:" Kızım burası anadolunun kalbi" kalbe giden damarlar gibi trenler de buraya gelir buradan gider. Taşır şimendiferler tren yolcularını sevdiklerine ya da sevdiklerinden gurbete doğru" derdi. "Ben burada trene hareket emrini verirken çok gözyaşı gördüm, Anadoludan tahta bavullarıyla gelip kendilerini bekleyenlerle kavuşanlar birbirine sarıldığında yine gözlerim dolardı" derdi.
Ne zaman o çevrede 7 kuleli Dünya Ticaret Merkezi ve kruvaziyer liman yapılmasının planlandığını duydum, çocukça "Haydarpaşa'nın başına neler getirilecek acaba?" diye endişelendim.Binanın akustiği içinde yansıyan "BA-BA" diyen çocuk sesim yeniden kulaklarımda yankılandı.Ama ne yazık,rahmetli babacığımdan "efendim kızım!" diyen ses çıkmadı.28 Kasım 2010 saat 15:15 de yanan Anadolunun kalbiydi dostlarım. Yanan: kavuşmaların ve ayrılıkların mekânıydı.Yanan benim, bizim yüreğimizdi. Yazık oldu.Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

25 Kasım 2010 Perşembe

YERYÜZÜNDE KASILIP KABARARAK YÜRÜME

Kendini beğenen,kibirli, kendine güvenip mağrur olanla tevazu içinde olup her fiilin failinin O olduğunu bilenin davranışları arasındaki fark; veli ile deli arasındaki fark kadar farkedilir farklılıktır. Yani zor ayırdedilir birbirinden. El kârda gönül yârda olmadan yeryüzünde kasılarak yürüyen kişi; kurula kurula kendini öven, karıncanın ayak sesi gibi nefsinin; "sen en yücesin, en akıllısın, en güçlüsün, en güzelsin" fısıltılarına inanan ve herkesten kendini üstün gören kişi örneği, cahilin ve cahilliğin gözle görünür örneğidir.

Kuran,17/37:

"Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da dağlara ulaşamazsın"

Kuran, 17/16: "Biz bir ülkeyi mahvetmek istediğimizde, o ülkenin servetle ve nimetle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz. Buna rağmen onlar kötülük işlerler, böylece o ülke yok olmaya hak kazanır. Biz de orayı darmadağan ederiz" diyor.

Kuran Kasas suresi de,76-82 ayetleriyle kıssadan hisse çıkarabilenlere, servetten şımaran Karun'un hikayesini de pek güzel anlatıyor.
Anadolunun bağrında yetişen 7 ulu ozandan biri olan Kul Himmet Üstadın bir deyişiyle bitirelim istedik sözlerimizi mutlu ve esen kalın dostlarım sevgilerimle.

Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda?
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda?

Sen söylersin söz içinde sözün var
çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda?

Söylersin de sen sözünden Şaşmazsın
Haramını helalini seçmezsin
Tükenir kepeğin su da içmezsin
Akan çaylar senin olsa ne fayda?

Kul Himmet Üstadım gelse otursa
Hakkın kelamını dile getirse
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda?

Devamı Buradan ...>>