.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2008 Perşembe

YENİ RAKI YENİ REKLAMI/ BİZ İÇERİZ BİZE YOKTUR VEBALİ


Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram
Müslüman ol bırak bu kıyl-i kali
Ehline Helaldir, na Ehle Haram
Biz İçeriz Bize Yoktur Vebali

Güzel sevmek İçin İçeriz Şarap
İçmezsek Oluruz duçar-ı harap
Senin Aklın Ermez Bu Başka Hesap
Meyhanede Bulduk Biz Bu Kemali
.

Kandil Geceleri Kandil Oluruz
Kandilin İçinde Fitil Oluruz
Hakkı Göstermeye Delil Oluruz
Fakat Kör Olanlar Görmez Bu Hali

Sen Münkirsin Sana Haramdır Bade
Bekle Ki İçesin Öbür Dünyada
Bahs Açma Harabi Bundan Ziyade
Çünkü Bilmez Haram İle Helali
...
Devamı Buradan ...>>

9 Ekim 2008 Perşembe

EL ALEMİ ALDATANLAR BU MASAL SİZE;


Tilki hocanın iyiliği tutmuş bir gün,
Leyleği yemeğe buyur etmiş.
“-Ama demiş tilki; bizde misafir
Umduğunu değil, bulduğunu yer.”
Meğer tilkinin cimrisi hepsinden betermiş.
Bir çorba çıkarmış topu topu,
O da sulu mu sulu.
Hem nerde getirse beğenirsiniz? Tabakta.
Leylek gagasıyla uğraşadursun,
Tilki bitirmiş hepsini bir solukta.
Leylek kızmış, ama çekmiş sineye.
Bir zaman sonra
O da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.
“-Hay hay demiş tilki; nasıl gelmem?
.
Ben dostlara naz etmesini sevmem.”
Tam saatinde gelmiş,
Leyleğe türlü diller dökmüş.
Şu güzel, bu güzel,
Hele yemeğin kokusu,
Gel iştahım, gel!
Gerçi tilkilerin iştahı
Pek nazlı değilmiş ama
Et kokusu başka şeymiş:
“-Kuşbaşı galiba, demiş.”
Bayılırmış etin böylesine,
Hele kıvamında pişmişine.
Derken yemek sofraya gelmiş,
Gelmiş ama nasıl?
Kokusunu duy, eti ara bul!
Dar boğazlı, upuzun bir çömlek içinde,
Tam leyleğin gagasına göre.
Tilki burnunu burgu etse nafile.
Kısmış kuyruğu evine dönmüş.
Aç kaldığına mı yansın,
Bir kuşa rezil olduğuna mı?

El âlemi aldatanlar,
Bu masal size
Bir gün sizi de sokarlar
Kurduğunuz kafese…
la Fontaine'den,Sevgilerimizle.
....
Devamı Buradan ...>>

4 Ekim 2008 Cumartesi

LOST SONGS OF ANATOLİA/ ANADOLU'NUN KAYIP ŞARKILARI


Antik kültürleri, imparatorlukları, mitolojileri ve yaşanmış görkemiyle dünyada eşi benzeri olmayan Anadolu’nun 10 binyılı aşan bir geçmişten kalma egzotik mekanları ve insanları arasında yaşanan bir müzikal yolculuk.

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları, bir müzikal-balgesel olarak belki de türünün ilk örneği: Anadolu halkının kendi mekanında ve provasız kaydedilen otantik performansları, 20 benzersiz şarkı halinde yeniden düzenlenirken bazıları ise orijinal halinde bırakıldı.

Bu yolculuk, müzik ve kültürün nasıl olup da hayat, coğrafya ve çalışma ortamından türediğini gözler önüne sererken, Anadolu’nun zengin kültürleri de müzik, dans ve ritüeller temelinde keşfediliyor. Bu insanları saran ve yaşam biçimlerini etkileyen büyüleyici çevre de filmin şiirsel anlatımına katkıda bulunuyor.Yakında vizyona girecek Mutlaka izlemenizi öneririz.


Devamı Buradan ...>>

3 Ekim 2008 Cuma

SUFİ SAJA PLASTİK POŞETLERE KARŞI


Bundan 30 yıl evvel pazarlara filelerle giderdik, ya da sepetlerle. Fileler kirlendi mi suya basılır bir çırpıda kiri pası akar giderdi çitilemeden. Bakkal alışverişlerimize de kesekâğıtları aracılık ederdi. İçlerindeki şeker un makarna gibi ürünleri kavanozlarına boşaltır, kesekâğıtlarını Babam aynen katlar, tekrar bakkallara geri verirdik, kâğıt ziyan olmasın diye. Şimdilerde mi plastik poşetlerin dayanılmaz cazibesinde kaybolup gitmeden, tehlike çanlarının çaldığını duymamız gerekiyor. .

Güneş ışığı, plastik torbalarda kimyasal çözümlemelere neden oluyor çünkü. Zaman içinde daha küçük ancak daha zehirli petro-polimerlere bölünüyorlar. Ve bunlar da topraklarımızı ve sularımızı zehirliyor
Sonuçta, bu mikroskobik partiküller besin zincirine giriyor..
Balina, yunus, fok, deniz kaplumbağalarından başlayarak yaklaşık 200 farklı deniz canlısı, plastik torbalar nedeni ile hayatını kaybediyor. Kuşlar boğuluyor.

Besin sanarak yuttukları plastiği hazmedemeyen kaplumbağalar ölüyor.
Öyleyse, çözüm nedir?Bez torba ya da file kullanmak eskisi gibi.
Böyle yaparak haftada 6 plastik torbayı kullanımdan çıkartmış oluruz.
Bu da ayda 24 torba,
Yılda 288 torba,
Ortalama bir yaşam süresince de, 22,176 torba eder.
Ülkemizde her 5 kişiden sadece 1’ i bunu yapsa, yaşamımız süresince 31.046.400.000 plastik torba kullanımdan kalkmış olur.
Bangladeş plastik torba kullanımını yasaklamış. Çin, kullanımını paralı yapmış. İrlanda, Avrupa’da bir ilk olarak, 2002’de plastik torbaları vergilendirmiş, Bugüne kadar plastik torba kullanımında %90 azalma kaydedilmiştir. 2005’te Ruanda plastik torba kullanımını yasaklamış. İsrail, Kanada, Batı Hindistan, Kenya, Tanzanya, Güney Afrika, Tayvan ve Singapur’da ise yasaklanmış ya da yasaklanma yolunda adımlar atılmış. 27 Mart 2007’de San Francisco Amerika’da plastik torba kullanımını ilk yasaklayan şehir olmuş. Boston’sa yasaklama yolunda.
Plastik alışveriş torbaları, petrol türevi bir Termo plastik olan polietilen mamulüdür.
Dolayısıyla plastik torba kullanımındaki azalma, bir ülkenin dışa olan bağımlılığında da bir azalma demektir.
Çin, sadece torbaları paralı yapmakla, her yıl 37 milyon varil petrol tasarruf ediyormuş.
Demek ki bir şeyler yapmak mümkün! Haydi, dostlar, gelin plastik torba kullanmaya son verelim. Nereden başlasak kar kardır geleceğimiz için. Sevgilerimizle.
....
Devamı Buradan ...>>

30 Eylül 2008 Salı

25 Eylül 2008 Perşembe

QUERCUS / IF YOU GIVE UP, THEY GIVE UP. VİDEO


Yaşadığımız gezegenin sadece iki ayaklı canlılar olan bizlere ait olmadığını, yavaş yavaş kendimizi yok etmeye başladığımız bu sistemden acilen kurtulmamız gerekliliğini, artık bilinçli bir yaşam sürdürmemizi kısa ve öz olarak anlatmaya çalışmış QUERCUS bu animasyon ile artık hepimiz biliyoruz küresel ısınmayı bilmek yetmiyor. Artık hareket zamanı sloganları ise Siz vazgeçerseniz onlar da vazgeçer, haydi vazgeçmeyelim.
Devamı Buradan ...>>

21 Eylül 2008 Pazar

AŞK'IN AHTAPOT HALİ


Sonbaharın kendini iyice hissettirdiği şu günlerde, üstümüze dökülen sarı yaprak rehavetini ortadan kaldıracak güzel, neşeli,anlamlı ve ders verici bir animasyon "aşkın ahtapot hali"nin yansıması.İyi seyirler.
Devamı Buradan ...>>

19 Eylül 2008 Cuma

BLOG DOSTLARIMIZ



İşte biz. Bize dair bizler:

Daha sufi saja’yı yaratmadan evvel bir yerde okuduğumuz yazının şimdi ne kadar anlamlı olduğunu hissediyoruz. "Nette yazı yazmak, içine yazınızı koyduğunuz bir şişeyi denize bırakmaktır" diyordu. Gerçektende öyleymiş, çok kısa zamanda bu dünyada da sesimizi duyurabildiğimiz blog emekçileri suya yazı yazan dostlar edindik.Bu su, yazılarımızla birgün sevgi okyanusuna dönüşecek inşaallah. Bunların bazılarını sizler sufi saja içerisinde bulunan takip ettiklerimizden biliyorsunuz fakat onların isminin ve yazdıklarının duyulması ve bize verdikleri destek babında isimlerini burada yayınlıyoruz. Ve onlara teşekkür ediyoruz. İşte blog dünyasının yazı ve düşünce savaşçıları. Mutlak sizde ziyaret edin deriz bizden söylemesi.sufi
GAYKEDİ
TÜTÜ
AYDAN ATLIYAN KEDİ
BEYAZ ÇİKLET
FASULYENİN GÜNLÜĞÜ
YAŞAMIN KIYISINDA
BLOG MANİA EDİTÖRÜ
BİRDEN BİRE
KIRMIZI GÜNLÜK
FİKRİMİN İNCE GÜLLERİ
ŞİMDİ O KANATLATINI RÜZGARA AÇMIŞ
YILDIZ YAĞMURLARI
İLHAM PERİSİ
SESSİZ SAYFA
ÖYKÜ ATOLYESİ
KOZA
SEVİL
TATLI ŞURUBUM
VLADİMİR
Devamı Buradan ...>>

18 Eylül 2008 Perşembe

O ADAM SEN DEĞİLSİN


Buddha bir ağacın altında öğrencileriyle oturmaktadır. Bir adam gelir ve yüzüne tükürür. Buddha yüzünü siler ve adama sorar, "Başka? Başka ne söylemek istiyorsun?" Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce "Başka?" diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Buddha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş, ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde "Başka?" diye sormuştur. Tepki vermemiştir.
Ama Buddha'nın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Ananda der ki: "Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz de şu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksa herkes aynı şeyi yapmaya başlar."
Buddha konuşur:"Sesini çıkartma...

O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. O bir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı; 'bu adam tanrıtanımaz, tehlikeli, insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor' gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz, o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim, ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu. Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette, duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir. Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orada? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün, bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi daha olmalı. O yüzden 'Başka?' diye sordum."
Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: "Siz beni daha çok kızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz."
Şaşıran, kafası karışan adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir buddha gördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme, terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni, bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır.
Ertesi sabah geri döner. Buddha'nın ayaklarına kapanır. Buddha sorar: "Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu. Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun." Buddha devam eder: "Bak bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu."
Adam Buddha'ya bakar: "Dün yaptığım şey için beni affet."
Buddha cevap verir: "Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burada değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim."
"Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun, nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım. O iki adam; tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım."
....
Devamı Buradan ...>>

15 Eylül 2008 Pazartesi

MUSTAFA/ Can Dündar


Can Dündar, genç yaşlı herkesin hafızalarına kazınan “Sarı Zeybek”ten sonra bir Atatürk belgeseli daha yaptı. Adı: “Mustafa...”
Pek çoğu özgün fotoğraflar ve filmlerden oluşan mekânlara zaman zaman çizgi roman tarzı görüntüler de yerleştirilmiş.
Son yılların Batı filmlerinde bu teknik kullanılıyor ve gençler bu tadı tanıyor. Bazı mekânlarda tarih yeniden görüntülenmiş. Örneğin... Mustafa Kemal’in Ankara’da karşılanışının canlandırılışı.
Böyle sahnelerde kamera uzaktan çalıştırılmış. Filmin özünden uzaklaşan “Atatürk’e benzedi - benzemedi” gibi tartışmalar çıkmasına olanak verilmemiş.
Can Dündar, “Mustafa’da biz ..onun en yalın haline ulaşmaya çalıştık. O’nu sadece annesinin çağırdığı isimle hatırlamak ve hatırlatmak istedik” diyor.
Atatürk’ün Selanik’ten başlayan ilk yıllarını filmde Yunan bir çocuk (Yorgo) canlandırıyor. Kendi halkına bir dönem düşman belletilen Mustafa Kemal’in çocukluğunu nasıl da istekli oynamış.
Filmin afişinde yer alan ve muhacirliği, yurt arayışını temsil eden çalıdan ev sahnesinde ise Makedonyalı bir çocuk oynuyor.
Filmde Atatürk’ün 7 farklı dönemi için 7 farklı oyuncu yer alıyor.
Filmin müzikleri, Atatürk gibi Balkanlar’dan yetişmiş küresel müzisyen Goran Bregoviç’e ait.
Atatürk’ün doğduğu Selanik’ten Manastır’a, Şam’dan Berlin’e, Sofya’dan Karlsbad’a kadar her coğrafyaya gidilerek, doğduğu odadan öldüğü odaya kadar hayatı yerinde görüntüleniyor.
Atatürk’e dair yazılmış kitaplar, yerli-yabancı basının diplomatik yazışmaları taranıyor. Atatürk’ten kalan eşyalar, onu anlatan anılar, çalıştığı karargâhlar, yaşadığı evler, geride bıraktığı belgeler, sevdiği müzikler, söylediği sözler derleniyor.
Atatürk’ün daha önce görülmemiş fotoğraflarına, hatıralarını yazdığı not defterlerine, yakınlarına yolladığı çok özel mektuplarına, günlüğüne, el yazmalarına ulaşılıyor.
Selanik’ten Dolmabahçe’ye yolculuk tamamlanıyor.
Yolculuğun son durağı, 29 Ekim’de sinemalar...
Güneri Civaoğlu.
....
Devamı Buradan ...>>

11 Eylül 2008 Perşembe

KULAĞINDAN GİRENİ YÜREĞİNE GÖM















İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta
birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç
armağanlar göndererek birbirlerine zekâ gösterisi yaparlardı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını
huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin
tıpatıp aynisi üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama
bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komsu ülke hükümdarına gönderildi.
Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Söyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: ..

"-Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynisi gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına
kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı.
Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark
göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm
bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana
attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akilli ve zeki olan bu genç,
hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.

Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de ayni işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak
telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye
gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komsu hükümdara cevabi yazdı:

"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.
Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul
değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."
....
Devamı Buradan ...>>

13 Ağustos 2008 Çarşamba

ANASTASYA/ ÇINLAYAN SEDİR


Çınlayan sedir Dizisinin 1. kitabı olan "ANASTASYA" Sibirya'lı iş adamı Vladimir Megre tarafından kaleme alınmış yaşanmış gerçek bir hikaye.Kitabı okurken; kuş cıvıltılarını,ağaçlardaki yaprakların hışırtılarını,sincapların şakacı kahkahalarını,ormandaki ayıların sıcaklığını,kurtların dostluğunu yüreğinizde hissedeceksiniz.Enerji biriktiren sedir ağaçlarına dokunmak onlara sarılmak isteyeceksiniz inanın.

Sizinle Sibiryalı Şaman Anastasya’nın kendi ismini taşıyan ANASTASYA kitabından bir bölümü paylaşmak istiyorum.
Diktiğiniz her tohumun içinde muazzam bir evrensel bilgi saklıdır." Hem de insan yapımı hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar büyük bir bilgi. İşte bu bilgi sayesinde tohum, ne zaman canlanıp büyüyeceğine, topraktan hangi özsuları emeceğine, Güneş, Ay, yıldızlar gibi gökcisimlerinin ışınlarından nasıl yararlanacağına saniyenin on binde biri kadar kısa sürede, kesin olarak karar verir; nasıl gelişeceğini ve hangi meyveyi vereceğini gayet iyi bilir...


Meyveler, insanın yaşam destek ünitesi gibidir. Her tür hastalığa karşı vücudun direncini artırır, onlarla mücadele ederler; halihazırda var olan ve gelecekte üretilecek insan yapımı tüm ilaçlardan daha etkilidirler.

Ama tohum, bu mücadeleyi verebilmek için insanın durumunu bilmek zorundadır. Zira hasta ya da hastalığa meyilli bir insanı iyileştirebilmek için, olgunlaşma evresinde meyvesine hangi maddeleri yükleyeceğini önceden bilmesi gerekir.

Belli bir bahçede yetiştirilen bir salatalığın, domatesin ya da herhangi bir bitkinin tohumunun böyle bir bilgiye sahip olması için bazı şeyler yapılmalıdır:

1. Tohumu ekmeden önce, dilinizin altına bir ya da birkaç tohumu en az dokuz dakika boyunca tutun.

2. Tohumu ağzınızdan avucunuzun içine koyun ve 30 saniye kadar tutun. Bunu yaparken çıplak ayakla tohumu ekeceğiniz toprağın üzerinde durmanız önemli. (Bedensel hastalıklarla ilgili bilgileri içinde taşıyan toksinlerdeki bu bilgiler tohum tarafından alınıyor. Tohum, bilgileri daha sonra hastalığı engellemesi ya da iyileştirmesi için meyvesine aktarıyor.)

3. Sonra ellerinizi açın. Avucunuzun içindeki tohuma hafifçe üfleyerek (hohlayarak) tohumu nefesinizle ısıtın. Minik tohum artık sizinle ilgili tüm bilgiye sahip olacaktır.

4. Avucunuzdaki tohumu havaya kaldırıp 30 saniye günışığına tutun.

Bahçenize ektiğiniz bitkilerle bu şekilde bağlantı kurduğunuzda, bitkileriniz sizin doktorunuz olacaktır. Size en doğru teşhisi koyacak ve sizin bedeniniz için özel üretilmiş en uygun, en etkili ilacı size sunacaktır.

Bu metotla elde edilen meyve sebze, onun bilgisini taşıyan kişi tarafından yenildiğinde, sadece hastalıkları iyileştirmekle kalmıyor, yaşlanma sürecini de önemli ölçüde geciktiriyor. Ayrıca kişiyi zararlı alışkanlıklardan özgürleştiriyor, zihin kapasitesini arttırıyor ve iç huzuruna kavuşmasına yardımcı oluyor..

Yukarıdaki bilgiler kitabın bir bölümünden alınma, hadi gelin siz de bu kitabı okuyun isterseniz.Sevgilerimle.Dilek.
..
Devamı Buradan ...>>

4 Ağustos 2008 Pazartesi

ALTIN PORTAKAL=KUMKUAT


Bugün de şifalı bir bitkiden daha doğrusu meyveden bahsetmek istedik size;Bir avuca 5-10 tane sığabilen Minyatür portakal, ama o ne lezzet saatlerce damağınızda kalan tat, burnunuzda ve beyninizde kalan aromatik koku… Günlerce bozulmadan durabilen “altın portakal “işte bu olsa gerek Araştırdık ve gördük ki vitamin değeri ve şifalı bir meyve oluşu da cabası. Yani sadece süs olmadığı gerçeğini böylece biz de öğrenmiş olduk.Biz tadına baktık ve beğendik sizlere de tavsiye ederiz.Sevgilerimizle.
Faydaları:
* C vitamini bakımından zengin olan Kumkuat, kabuğu ile beraber yenildiğinde gribal enfeksiyonları önlemede önemli rol oynamaktadır.
* A,B1,B2,B3 ve Kalsiyum da ihtiva eden Kumkuat, Sinir sisteminin düzenli çalışmasını sağlar.
Nasıl ve Nerede Kullanacağız?
* Kumkuat genelde taze meyve olarak kabuğu ile birlikte yenilir.
* Reçel ve marmelatı yapılır.
* Çok değişik bir aroması vardır.
* Meyve suyu ve sos olarak kullanılır.
* Dünya restaurantlarında tatlı ve salatalarda en gözde yeri alır.
* Alkollü içki masalarının bulunmaz çok değerli mezesidir.Şifa olsun yiyene.
Devamı Buradan ...>>

15 Temmuz 2008 Salı

ÇEVRE DUYARLILIĞINA DAVET

Uzun zamandır NTV televizyonunun yürütmekte olduğu yeşil ekran çevre bilinçlendirme kampanyasına sufi saja olarak bizde destek vermek istiyoruz. Ne kadar kulağa ve göze erişebilirsek o kadar iyi.

BİTKİSEL ATIK YAĞLARIN ZARARLARI

Son zamanlarda ülkemizde yağda kızartılmış patates ve diğer yiyeceklerin kullanımında önemli artışlar olmuştur. Bu artışın sonucu
kullanılmış bitkisel yağ atıkları da artmıştır....
Bitkisel atık yağların kalorileri çok yüksektir. Bu atık yağlar, suya, kanalizasyona döküldüğü zaman su yüzeyini kaplar, su sistemine
zarar verir, havadan suya oksijen transferini önler, zamanla suda bozunarak sudaki oksijenin tükenmesini hızlandırır. Atıksu arıtma
tesisinin işletme maliyetini artırır. Atık su kanal borularına yapışarak boru kesitinin daralmasına ve tıkanmasına neden olur. Kullanılmış
bitkisel yağlar atık su kirliliğinin %25 ini oluşturmaktadır. Denize, akarsuya ve göle ulaşan bitkisel atık yağlar, kuşlara, balıklara ve diğer
canlı türlerine zarar vermektedir.
Yukarıda sıralanan olumsuzluklardan dolayı Gelişmiş Ülkelerde ve ülkemizde kullanılmış bitkisel yağların kanalizasyona, yüzeysel
sulara dökülmesi yasaktır. Bu tür yağların kanala dökülmesi önlendiği için gelişmiş ülkelerde atık suların kirlilik yükü Türkiye’deki evsel
atıksulara göre daha düşüktür. Kanalizasyona dökülen yağlar atık su arıtma tesislerine zarar verir ve işletme maliyetini artırır.
Evsel atık sular genel olarak biyolojik olarak arıtılırlar. Evsel atık su içinde bulunan yağları biyolojik olarak arıtmak mümkün değildir.
Ayrıca biyolojik arıtmada faaliyet gösteren bakteriler yağ ve gresle kaplanarak aktiviteleri engellenir. Atık suyun KOI ve BOI’sinde ciddi
artışlara neden olur.
Sonu arıtma ile bitmeyen atık suların içindeki bitkisel ve hayvansal atık yağlar; denizlere, göllere ve akarsulara döküldüğü zaman
o suyun kirlenmesi ve sudaki oksijenin azalması sonucu; ortamdaki, başta balıklar olmak üzere diğer canlılar üzerinde büyük tahribata
yol açar.Bitkisel yağ atıklarının çöp içerisine atılması veya dökülmesi yasaktır. Çöpe dökülen atık yağlar çöp depolama alanında sık sık
yangın çıkmasına neden olmaktadır. Çöp depolama alanı işleticileri kızartma yağlarının çöpe karışmamasını isterler. Kullanılmış yağlar
yer altı sularının kirlenmesine neden olabilir. Kirlenen yer altı sularını temizlemek çok çok pahalı ve zordur. Yer altı suları her ülke için
önemli bir içme suyu kaynağıdır. Köpekler, ayılar ve bazı kuş türleri (martı gibi) bitkisel ve hayvansal yağ atıklarını severler. Bu durum
hayvanların bu depolama alanına gelmesine neden olur....
..
Devamı Buradan ...>>

14 Temmuz 2008 Pazartesi

MAHALLELER


Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış.

Birinci mahallede "Evet ama"lar yaşıyormuş."Evet ama"lar her zaman ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş.
Yapma zamanı geldiğinde ise "Evet ama"diye yanıtlarlarmış.Yanıtları hep yanlış olurmuş.Suçu başkalarına atmakta da ustalarmış.

İkinci mahallede "yapıcam"lar yaşarmış.Ne yapacaklarını bilirlermiş.Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış.Bu mahalle insanlarının dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş.Yaşamı ertelemek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.....

Üçüncü mahallede yaşayan "Keşke"cilerin yaşamı algılama güçleri mükemmelmiş.Neyin yapılması gerektiğini her zaman en doğru biçimde bilirlermiş ama...Maalesef her şey olup bittikten sonra "keşke"cilerin de başları hep kanarmış, duvarlara vurmaktan!

Kasabanın en yeşil bölgesinde,en güzel evlerin olduğu mahallede ise"İyi ki yaptım"lar otururmuş."Keşke"ciler bu mahallede yürüyüşe çıkar çevreye hayranlıkla bakarlarmış."Yapıcam"lar "Keşke"cilerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış."Evet ama"lar ise, mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

"İyi ki yaptım" mahallesindeki insanların kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış.bu yüzden yaşadıkları ortam her zaman güzel,düzenli ve huzurluymuş.

Bu ay hep birlikte "İyi ki yaptım" mahallesine taşınmaya ne dersiniz?
Bütün Dünya'dan.
Sufi saja bakışı;
"iyi ki yaptım"cılar yaşadıkları her ne olursa olsun o olaydan hikmet çıkarmayı bilen pozitif insanlar bizce.Ya siz hangi mahalledensiniz acaba?
..
..
Devamı Buradan ...>>

7 Mayıs 2008 Çarşamba

DÖRT EŞLİ KRALLAR.YANİ BİZ


Bir zamanlar büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi vardı. Kral en çok 4'üncü eşini severdi. Eşinin bir dediğini iki etmez, herşeyin en güzelini, en iyisini ona verirdi. Kral üçüncü eşini de çok severdi. bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden kortuğu için, onu çok kıskanır,üzerine titrerdi. Kral ikinci eşinide severdi. kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın nezaman bir derdi olsa her zaman onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek olurdu.
Kraliçe olan birinci eşiydi kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlıına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına karşın kral birinci eşini sevmez ve onunla hiç ilgilenmezdi. Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalandı. Yakında öleceğini anladı ve öldükten sonra yapa yanlız kalmaktan korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölümü kendisi ile paylaşmak istiyebilecegini öğrenmek istedi. Kral en çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendisine eşlik etmek istemi? diye sorduğunda ......… aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplandı. Kısa ve net olan bu yanıt "Mümkün değil" oldu. "Yaşamım boyunca seni sevdim sen benimle birlikte ölmeyi kabul edermisin?" sorusunu üçüncü eşi "Hayır, yaşam çok güzel sen ölünce ben yeniden evleneceğim " diye yanıtladı. Kral birkez daha yıkıldı "Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunum da bana yardımcı olurmusun?" Bu sorunun için hiçbir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzelbir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını aldı. Büyük bir düş kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesi ile irkildi: "Nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim." Kral bu yanıt karşısında çok şaşırdı ve kendi kendine şöyle dedi: " Keşke bir şansım daha olsaydı ..."
Yaşamda hepimiz dört eşliyiz. Dördüncü eşimiz vücudumuz; onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcıyalım öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olucaktır. İkinci eş ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan bizleri gözleri yaşlı uğurlamak olacaktır. Birinci eş ise Özümüz ve ruhumuzdur...
..
..
Devamı Buradan ...>>

BUĞDAY


Günümüz şartlarında bulunduğumuz yaşam alanlarının yavaş yavaş kirlenmesi ile daha dikkatli tavır takınma bilinci şuur altımıza işlemeye başladı. Çünkü biz duyarsızlaştıkça, duyarsızlığın yarattığı kirlilik bizi de kirletme noktasına geldi. Her zaman olduğu gibi yaşamın eksi tarafı olduğu gibi artı tarafı da var, işte yediğimiz yiyeceklerden tutunda, yaşamı tüketme anlamındaki enerji kaynaklarının nasıl kulan ılıcağına dair bizi bilinçlendirmeye çalışan temiz yaşam temiz enerji savaşçıları da var. İşte onlardan biride buğday dergisi İstanbul ziyaretimizde tanıştığımız arkadaşların gözündeki her şey daha doğal olacak ışığını görünce kendimin ne kadar duyarsız yaşadığımın farkına vardım. Sizde bu gönüllüleri tanımak istiyorsanız http://www.bugday.org/adresini bir ziyaret edin derim bizden söylemesi
Devamı Buradan ...>>

5 Mayıs 2008 Pazartesi

EN GÜZEL KALP


Genç adam kentin merkezinde durmuş,o yöredeki en güzel kalbin kendi kalbi olduğunu söylüyordu. Çevresinde büyük bir kalabalık oluşmuştu. Herkes en küçük bir leke ve çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıyor,onun güzelliğini konuşuyordu.Sonunda hepsi de bu kalbin gördükleri en güzel kalp olduğuna karar verdiler. Genç adam çok gururlandı ve daha yüksek sesle kalbini övmeye başladı. Aniden kalabalığın önünde yaşlı bir adam ortaya çıktı. kalbinin güzelliğini öven genç adama seslendi: "Bir dakika genç adam" dedi. "Senin kalbin benimki kadar güzel değil" Kalabalık ve genç adam hep birlikte yaşlı adamın kalbine baktılar. Çok güçlü atıyordu ama izler ve yarıklarla doluydu. Kimi parçaları yoktu,kimi parçalarının yerine küçük başka parçalar konulmuştu, ancak bunlar tam yerine oturmamıştı, gelişi güzel konulmuştu ve kimi yerlerinde kocaman oyuklar vardı. İnsanlar hayretle baktılar " Nasıl bu adam kalbinin daha güzel olduğunu söyleyebiliyor?" dediler. Genç adamda yaşlı adamın kalbinin haline baktı ve " Şaka yapıyor olmalısın" dedi ...... "Kendi kalbini nasıl olurda benimki ile karşılaştıra bilirsin. Bak, benimki mükemmel, seninki ise yarık ve eksiklerle dolu." Yaşlı adam kendisinden emin bir biçimde yanıtladı genç adamı: "Evet" dedi "seninki mükemmel görünüyor, ben seninki ile yarışamam. Ama bak benim kalbimde gördüğün her yarık sevgimi verdiğim bir kişiyi temsil eder.Kalbimin bir parçasını koparıp onlara verdim ve çoğu kez onlarda bana kendi kalplerinden birer parça koparıp verdiler. Ama tam benim kopardığım parçanın büyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar kaldı.Ancak ben bu boşluklara şükrediyorum çünkü onlar, paylaşılan sevgileri bana anımsatıyor: Bazen ben insanlara sevgimi cömertçe vermeme karşın onlar bana karşılığını vermediler. Bu derin boşlukların nedeni işte karşılık alamadığım sevgilerdir. Bunlar acı veriyor ama olsun ,onlarda benim sevgime karşılık vermeyen insanları bana anımsatıyorlar. Ben yine de sabırla benim sevgime karşılık verecekleri ve bu boşlukları dolduracakları günü bekliyorum. şimdi gerçek güzelliğin ne demek olduğunu anladın mı?" Genç adam yanağından akan yaşlarla sessizce duruyordu. Yaşlı adama doğru yürüdü. Harika güzellikteki kendi kalbinden bir parça kopardı ve yaşlı adamın titreyen ellerine verdi. yaşlı adam onu aldı ve kalbine yerleştirdi sonra yara dolu kalbinden bir parça koparıp genç adamın kalbindeki boşluğa yerleştirdi. boşluk doldu ama köşelerinde biraz eksikler kaldı. Genç adam kalbine baktı. Artık mükemmel değildi ama öncekinden daha güzeldi. Çünkü yaşlı adamın kalbindeki SEVGİ onunkine akmıştı. Birbirine sarıldılar ve yanyana yürümeye başladılar. .......
Devamı Buradan ...>>

ÖZDE SÖZ

* Yanlış anlıyanlar tarafından söylenen bir doğrudan daha kötü hiçbir yalan yoktur.
Willam James
* Düşsüz büyük şey yapılmaz.
E.Rusaw
* Yaşam geriye doğru anlaşılır. Fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır.
Sören Kerkegoard
* Biz iki hırsız arasında kendimizi feda ederiz: Düne ait üzüntüler ile yarına ait korkular Fulton Cursler

* Yaşamınız sona ericek diye korkmayın, hiç başlamamasından korkun.
Grance Hansen
* Niçin mi fikir değiştiriyorum? Ben fikirlerimin sahibiyim. Kölesi değil.
Cenap Şahabettin
* En iyi öğüt örnek olmaktır.
Malcom X
Devamı Buradan ...>>

2 Mayıs 2008 Cuma

LEYLA'YI İNCİTİRSİN


Bir gün Mecnun hasta yatağa düşer. Tedavi için doktor çağırırlar
Doktor:Damardan kan almak gerek!
Diyerek Mecnunun kolunu bağlar. Tam yaracağı sırada Mecnun,bağırır: Ey doktor bırak!
Ücretini al ve kolumu yarmadan git..Bu hastalıktan öleyim. Vazgeç kan almaktan..
Doktor mecnuna: Sen çöllerde kükremiş aslanlardan korkmuyorsun da kolunun yarılmasından mı korkuyorsun? diye sorar.Mecnunun cevabı şu olur: Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu yararken Leyla'yı incitirsin,işte ben bundan korkuyorum.


MESNEVİ: "Ey sevgilim, varlığımda senden başka bir şey kalmadı.Bu sebeple sirke veya bal denizde nasıl yok olursa ben de sende öyle yok oldum."diye açıklıyor.
Devamı Buradan ...>>