Bir bakış var ki, o bakış bir an silinmiyor aklımdan. Gitmiyor...Anlatmalıyım size o bakışı. Günlerdir düşünüyorum, yazmalıyım!. Ama anlatmaya yazabileceğim kelimeler yetmeyecek biliyorum.
Görmeliydiniz.!!! O anda benim gözümle bakabilseydiniz, ancak anlayabilirdiniz. Hak verirdiniz.
Öyle sıradan bir bakış değildi bahsettiğim tahmin edersiniz...Bir değil, bin sayfa yazılır zorlarsanız. O derece...
Bir anda neler anlatıldı neler, demir gibi ağır pamuk kadar yumuşak o bakışmada.
Yanına gitmeden çok düşünmüştük halbuki...Onu öyle görmemizi istemez ki, üzülür yollara döküldük diye, gitmesek mi acaba diye. Gitmesek de, ya bir daha göremezsek korkusu...İyi olsun o gelecek zaten dedik, sonra biz gideriz hastaneden çıkınca...Kendimizle çekişen bir sürü düşünce işte. Nihayet buluşunca şöyle bir içten sarılamadan yanaştım yanına canını yakarım istemeden diye sadece elini tuttum sonra. Arkamdan torunu öptü yanaklarını, yolda onun için boyadığı resmi koydu başucuna, ben geri çekildim ister istemez. Sonra oğul geçti yanına. Kapının yanından baktım onlara. İşte orda gördüğüm bakıştı mıhlanan aklıma. Kocaman bir mutluluk o anda dondu kaldı havada. İyi ki geldin canımm oğlum dedi önce o bakış. Buğulandı, yaşlandı....Nasıl anlattılar birbirlerine konuşmadan bi görseydiniz...Bir dakikada onca şey nasıl anlatılır Allahım. İzlemeye devam ettim "sessiz sohbetlerini"... Bakma bana böyle görmeni hiç istemezdim dedi anne önce...Güzel annemm dedi oğul; Bu kadar yorgunken bile ne güzel gözlerin...Saçlarımı beğenmezsin sen şimdi böyle, yatarken de görmek istemezsin hiç beni, dur bi doğrulayım hele... Yorulma, yorma kendini diye baktı oğul annesine, meleğine, hep kol-kanat gerenine...El ele, göz göze konuşmadan anlaştılar o kadar belliydi ki hallerinden çok özlemişlerdi...Yaşlar doldu gözüme, gönlüme...
"Sırtımı dayadığım bir anam var şu dünyada" diyen oğul dağında, dağ yamacında dinleniyordu sanki. O kadar çok benzetme buabilirim ki onlar için. Ama en güzeli bu galiba...Yamaç ve dağ.
Anne; bir hayata, yaşanmışlıklara, ağacına, bir sanat eserine, belki acılara,yada pişmanlıklara, belki en büyük mutluluklara bakıyordu. Gururla, aşkla, uzuuun uzuun. Gözünün içine içine. Başka kimse yokmuşçasına, yüz kişi arasından seçip bulmuşcasına...Çok değil 2 ay olmuştu görmeyeli ama anneye belki 2 yıl gibi...
Oğul; iyi ki gelmişim diyordu içinden. İyi ki. Ne kadar uzun zaman geçirirsek geçirelim doyulur mu hiç anaya!! Geçirilen her an, geçmiş bir film şeridiydi gözünde....Ne güzeldi, ne zordu... Çok az komedi, hep macera, fazlasıyla dram ...Hayatın o'na yaşattığı tüm zorluklarını bununla beraber gömdü içine...
Çok sevdiğim o şarkıdaki gibi...Kurşun gibi izler ve son bakıştaki o gözler kaldı akılda...
*Ela...
Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir an duruşu gibi, ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda...
Devamı Buradan ...>>
7 Haziran 2012 Perşembe
SON BAKIŞTAKİ O GÖZLER KALDI AKLIMIZDA.
Gönderen sufi zaman: 10:03 15 yorum
Etiketler: ELA'dan mektup
25 Mayıs 2012 Cuma
TONTİNİ BEBEK OLMUŞ
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 10:16 18 yorum
Etiketler: ELA'dan mektup
13 Mayıs 2012 Pazar
TONTİNİMMMMMM
Devamı Buradan ...>>
11 Mayıs 2012 Cuma
KORKMUYORUM DESEM,
Gecenin sabahla buluşma vaktinde çimenlerin üstündeki çiğ tanelerini görebilir miyim?
Karanlığın içinde bile susmayan o ırmakların şarıltısını,
Dünyanın batıdan doğuya dönüşündeki o ilahi sese kulaklarımı dikip dinleyebilir miyim?
Limon ağacının dallarında titreyerek açan çiçeklerin kokularını içime çekebilirmiyim?
Denizin sahildeki kumlarla sevişmesini,
Yarasaların baş aşağı dallarda duruşunu,
Dalından hüzünle ayrılan bir güz rengi yaprağın havanın içinde salına salına gelip ayaklarımın dibine düşüşünü görebilir miyim?
Duvarın üstünden inemeyen minik kedinin acı seslenişini,
Soğukta elleri üşümüş torunumun avuçlarına hohlayışımı,
Öksürük nöbetlerinde başucunda şifa duası okuyuşumu,
Sen gelmezsen ben de sirk-e gitmiyorum diyen, ayrıldıktan beş dakika sonra "ben şimdiden onları özledim" diyen Eren’imin gözyaşını,
Özellikle yanlış söylediğim türkülerin sözlerini düzelten Yasemin’in kızgın bakışlarını..
Güney deniz saha komutanı Ege’min "bir-üç" diyerek onu sallamamı isteyişini,Tontini diyemediği için "ki-kin-kii" diye seslenişini...
Kabadayı Ata’mın o en içten can ısıtan komikliklerini,"yeşil ördek gibi daldım göllere" türküsünü yeniden duyabilirmiyim?
Kenarını kıvırıp Başımı koyduğum beni rüyalara götüren yastığımı,
Yolunda ölmeden önce bir kez öldüğüm, gökte ararken yerde bulduğumu bir daha görebilir miyim?
Bloglu ya da blogsuz dostlarımın, yol kardeşlerimin ardımdan diyeceklerini işitebilir miyim?
Bir kez daha şükredebilir miyim 40 kez yaşadığım her ana ve yediğim içtiğim her nimete?
Yıllarca kız çocuk sahibi olmak isteyip başaramadığım halde bana Allahın armağanı kızlarım yani güzel gelinlerim ve
fedakâr-ince ruhlu-hassas çocuklarımın ...
16 senedir bir an yanımdan ayrılmayan Allah'ın bana lütfu bedenlenmiş melek Sufi Cem’in...saçlarını okşayıp"ardımdan ne olur üzülmeyin” diyebilir miyim?
Azrail de 4 melekten biri ona kafa tutup başkaldırabilir miyim?
Yarına çıkabilir miyim? Yarın olacağım kritik ameliyattan “KORKMUYORUM” desem:Yalan olur dostlarım, billahi YALAN.Çünkü yanmasa da CIZZ-lıyor işte bu garip gönlüm.
Hepinizi inanın çok sevdim, Tontini.
Ameliyat öncesi Tontini tarafından yazılmış ve kaydedilmiş bir yazı. Meleksiz kalan bizlere. Bu yazının Taslak tarihi 28.04.2011 tontini nin vefat ettiği tarihse 28.04.2012 . Bir sene öncesi.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 20:17 21 yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
28 Nisan 2012 Cumartesi
O Şimdi Cennette
Hayat denilen oyunu anlatmaya tek kelime gerekirse eğer bir "orkestra" ya benzetirim ben... Mutluyken çalınan bir darbuka solo, hüzünlüyken hafiften üflenen bir ney...Bazen bir çok enstrumanın eşlik ettiği harika bir konser...Bir gala... Hepinize üzülerek bildiriyorum ki "orkestra şefi"mizi kaybettik...Hayatımıza hep güzel tınılar ekleyen, bize aşk, sevgi, dostluk, birlik ve bareberlik şarkıları öğreten en özel solistimizi, güzel gözlü, sırma saçlı Tontinimizi dualarla uğurladık sevgilisine... Hayatında onunla tanışan, seven, sesini duyan "şanslı" insanlar, hepimizin başısağolsun... Pazar günü öglen namazından sonra Karşıyaka (Bostanlı) Beşikçioğlu camisinden Doğançay mezarlığına gidilecektir.
Devamı Buradan ...>>
9 Aralık 2011 Cuma
KAYBOLUP GİTMEZ HİÇBİRŞEY
Kaybolup gitmez hiçbirşey aslında. DÖNÜŞÜR...Gece gündüze... Karanlıklar aydınlığa... Hastalıklar sağlığa... Keder mutluluğa... Kömür yanınca, enerjiye... Su ısınınca buhara dönüşür... Tavuk yumurtaya can verir, yumurta gün gelir tavuk olur...Ben de birgün babamın beşiğini sallar bulurum kendimi belki de. “Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O İSE: her an bir şen-dedir (yaratma) halindedir işte...
Gece, üstünü örtüp bürüyünce Hz. İbrahim bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.
Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum.
" Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." (Enam Suresi, 75-78)
Mesele: o her an şende olan kaybolup gitmeyen HAK-kın varlığını her yaratılmışta bulup iman etmekte...Bize de nasip olur birgün inşaallah....Hepinize sevgilerimle.
resim:Tee Gee
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 13:54 51 yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
3 Aralık 2011 Cumartesi
YALNIZLIK
Analitik psikolojinin kurucusu İsviçreli psikiyatr,Carl Gustav Jung: "Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değil, kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ve görüşlerini başkalarının olanaksız bulmasıdır." demiş, ya da onun gibi bir şey demiş...
Yalnızlık duyan insan terkedilmiştir belki. Toplumdan dışlanmış, depresyona girmiş, güvensiz, umutsuz kalmış, hayatın anlamsızlığına karar verip, değersizlik duygusuna esir olmuş ve kızgınlık ve öfkenin dikenli telleriyle çevrilivermiştir belki de.
SEZEN Aksu'nun dediği gibi:
"yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette."
Bu tür düşünce; Hüzün ve acıları zevk edinmek ve onları çağırmak oluyor hayatımıza gizlice. Ah bir bilsek asla yalnız olmadığımızı! Penceredeki bir kuş, dalından kopup avucumuza düşen bir sonbahar yaprağı, kırlardaki çiçekler, gökteki bir yıldız, okuduğumuz kitaptaki yüreğimize işleyen sözcüğü yazan, baharatçının tabelasındaki isim: "UMUT ET." Taksinin plakasındaki sayı: "35 DY 222" Biz istersek konuşur bizimle ve hayatımıza renk ve mesajlarını iletir biteviye...
Kuran'da HAŞR Suresi 7.Ayet:Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Dediğine göre TEK kişiysek; Tüm kainatın sahibiyle biraradayız demektir, yalnız değilizdir, hatta ölürken bile...Öyleyse bu nasıl bir YALNIZLIK, sorgunlamalı bence.
Hiçbir zaman ve hiçbir mekânda yalnızlık hissetmemeniz dileklerimle.
Hepinize sevgiler.Tontini.
Resim: Jenny Lind
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 15:08 26 yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
28 Kasım 2011 Pazartesi
NAR
Nar yemenin şimdi tam zamanı...Nar suyu içmenin, nar ekşisi, nar şurubu, nar çorbası, nar pekmezi yemenin, kapı eşiğinde bereket olsun diye nar kırmanın tam zamanı: ŞİMDİ...
Neden mi?
"Doğruluğun simgesi" Yahudi inancına göre..Hıristiyan ve Biz müslümanlarca ise "bereket"i temsil ediyor."Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane?" gibi bilmecelere konu olduğu için önemli...
Kurandaki Enam suresi 99-141. ayetler, Rahman:68. ayetlerle Allah'ın yarattığı güzel şeylerin bir örneği olduğu anlatıldığı için önemli bir meyve NAR yani "Punica granatum"...
Yetkililerce: NAR;
Prostat kanserine, prostat hiperplazisine, diyabete, lenfomaya, rinovirüs enfeksiyonuna, soğuk algınlığına, strese, koroner arter hastalıklarına iyi geldiği söylenen C vitamini ve potasyum kaynağı antioksidan çünkü.
dişeti iltihaplarını giderdiği,
Yüksek tansiyonu düşürdüğü,
Kalbimizi koruyup düzenli çalışmasına destek olduğu,
Enfeksiyona karşı vücut direncini koruyup arttırdığı,
Enerji verip, yorgunluğu giderdiği,
İdrar söktürücü etkisiyle toksin atımını sağladığı,
Bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı bizleri koruduğu,
Kolesterol ve kan şekerimizi regüle ettiği,
Bağırsak parazitlerinin düşmanı olup, iyi bakterilerin artmasını sağladığı,
İshali (diare) önleyip, tedavide destek sağladığı,
Ciltte olumlu katkılarından dolayı, pürüzsüz görünüm sağladığı,
Cilt enfeksiyonlarında olumlu katkısı olduğu,
Böbrek iltihaplarının giderilmesinde etkisi anlatılmakta.
Mitolojiye göre ise;NAR acıklı bir efsaneye konu olmuş bir meyve...
Geçmiş zamanlarda Demeter'ken yeryüzündeki tarlaların tanrıçası(şimdi bu işlere kim bakıyor bilmiyorum)...O zamanlar bereketi, verimi temsil ederdi kendileri... Öncelikle bir ANA-ydı...Zeus'tan olma ak tenli ak gerdanlı güzel kızı Kore'yi çok severdi. Kore arkadaşlarıyla çiçek toplayıp, kırlarda oynarkeeen bir gün... Gök gürledi, Yer yarıldı ve arabasıyla yeraltı tanrısı Hades çıktı topraktan... Demeter'in güzel kızını kavradığı gibi belinden, ikisi birden kayboldu gözden kimselere görünmeden.Oracıkta Hades Kore'ye 4 nar tanesi (kimilerine göre 7 nar tanesi) yedirdi..Kızın adını da değiştirip Persephone koydu. Genç kız Yeraltında birşey yemenin cezasının, ölüler ülkesinden ebediyen çıkamamak olduğunu o an bilemedi ...
Küstü hayata Demeter ana.. Kızını kaybetmenin acısıyla kapattı kendini yaşama...Günlerden bir gün bir çığlık duydu... Bu kızının sesiydi sanki... Sesin nereden geldiğini aradı ama bulamadı. Yaşadığı acıyla dokuz gün boyunca dünyayı dolaşıp aradı biricik kızını. Onuncu gün güneşe rastladı. Güneş ona; "Kore'yi Zeus'un gizli rızasıyla Hades kaçırdı, onu ölüler ülkesi'nde ebedi karısı yaptı" dedi. Demeter duyduklarına isyan edip terketti Olimpos'u... İnsanlar arasında yaşamaya başladı. Yaşlı bir kadın kılığında Eleusis'e vardı. Bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında otururken, kuyudan su almaya gelen kral Keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürdü. Böylece Demeter kızların küçük kardeşi Demophon'un dadısı oldu. Demeter ölümsüzlük kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini "tanrıların yiyeceği" AMBROSİA ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktaydı. Bir gece çocuğun annesi olaya tanık olunca, dehşete düştü ve sorgu sual edinceee. Demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürdü. "Hiçbir kötü niyeti olmadığını çocuğu ölümsüzlüğe kavuşturmak için böyle bir işlem yaptığını" kadına anlatamadı bile.Demeter Eleusis'te kaldığı süre boyunca toprağı verimli kılmayı reddettiğinden ülkede açlık hüküm sürmekteydi.Demophon'u ateşe düşürmesini affettirebilmek için Demeter, (Kral Keleos ve eşi kendini bağışlasınlar diye) Persephone'un kardeşi olan oğlu Tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verdi ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emretti. insanların çektiği acılara üzülen tanrılar Demeter'e yakardılar, o da kızını görmek şartıyla onların isteklerini de yapacağına söz verdi... Ve böylece Persephone Hades'in ölüler ülkesinden yeryüzüne doğru yola çıkarıldı. Kızını görmenin coşkusuyla Demeter toprağı çiçekler ve yapraklarla kapladı. Ve ilkbahar yeryüzünde işte böylece başladı...
Konumuz NAR olunca, Kürdilihicazkar bir şarkının sözleriyle noktalayalım sözlerimizi:
"Kırk odanin kırkında da kırk güzel,
kırk aynada cengi cengi bir guzel,
çağlar otesinde bir avuc nota,
gunaydınım, NAR çiçeğim, sevdiğim.."
Hepinizin bildiği, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizelerini de anmadan geçemeyeceğim:
Karadutum, çatal karam, çingenem
NAR tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın, ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koydugum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktin bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan NARımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın"
Hepinize sağlıklı ve mutlu, mevsiminde NAR sulu günler dilerim .Sevgilerimle Tontini.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 13:27 19 yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
10 Kasım 2011 Perşembe
ATATÜRK 'ÜMÜN RESMİ VE İMZASI VAR
1931 Yılının kasım ayında Atatürk, başarılarından ötürü ünlü güresçi Kurtdereli'ye ödül olarak üzerinde kendi resmi olan 1000 liralik bir İŞ Bankasi çeki verir.Altını Kemal Atatürk diye imzalar. Pehlivan çeki İŞ Bankasi' na götürür, kendisine 1000 lira ödenir. O günün koşullarına göre muazzam bir paradır bu. Ama Kurtdereli hala gişenin önünde beklemektedir.
"Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarinda çeki beklediğini söyler.
Görevliler:
"Parayi aldin ya, çek bizde kalacak" derler. Kurtdereli pehlivan gözü yaşlı:
"O zaman alın 1000 liranizi, verin çekimi geri" der.
"ONDA ATATÜRK'ÜMÜN RESMİ VE İMZASI VAR"
Pehlivan Parayi iade eder, Atatürk resimli ve imzali çekini sevgiyle cebine kor ve bankadan gider. Bu hikayeden sonra bize: "ATA'm GÖNLÜMÜZDESİN" demekten başka söylenecek söz mü kalır?
Devamı Buradan ...>>
Gönderen sufi zaman: 12:07 15 yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...