.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2009 Perşembe

SATILIK ÇOCUK VAR













Çocuğumu Satıyorum... Satılık Çocuk Var...”
Hint Müslümanları, yeni bir devlet kurma çalışmaları sırasında Mustafa Kemal’e destek vermek amacıyla kendi aralarında yardım toplamaya başlamışlardı. Ülkenin çeşitli yörelerindeki Müslüman Hintliler,
Olanaklarının elverdiği ölçüde maddi katkılarda bulunuyorlardı. Peşaver kentinde de toplanan halk yapacakları yardımı açıklarken, bir kadının şu sözü duyuldu:
“Çocuğumu satıyorum... Çocuğumu satıyorum...”
Topluluktaki tüm başlar, bu sesin geldiği yana çevrildi,


Tüm gözler, bu sözün sahibi kadının üzerine dikildi. Çok yoksul olduğu ilk bakışta giyiminden ve çökük avurtlarından anlaşılan kadın, birkaç aylık çocuğunu elleriyle havaya kaldırmış, herkese duyurabilmek için sesinin var gücüyle bağırmayı sürdürüyordu:
“Çocuğumu satıyorum... Satılık çocuk var... En büyük parayı kim verirse çocuğumu ona satacağım, parayı da Mustafa Kemal’e göndereceğim.”
Kalabalıktan bir kişi, önündekileri sağa sola iterek kendine yol açtı kadının yanına geldi.
“Önce çocuğunu sıkı sıkı bağrına bas, sonra da bu parayı al” dedi. Ve cebinden çıkardığı avuç dolusu yüklü tutarda kâğıt parayı, kadının avucuna sıkıştırdı:
"Bu paradan istediğin kadarını Mustafa Kemal’e gönder, kalanını da kendine ve çocuğuna ayır.”Kadın gözyaşlarını tutamadı, içini çeke çeke ağlayarak varlıklı adamın ellerine sarıldı, öpmek istedi. Sonra da kalabalığın orta yerindeki masaya yaklaştı, masanın çevresindeki görevlilere elindeki paranın tümünü verdi. “Tümünü” dedi. “Bu paranın tümünü, Mustafa Kemal’e göndermeniz için veriyorum size...”Görevli, önündeki kayıt defterine paranın tutarını yazarken, bu bağışı yapan kadına adını da sordu.”Mihriban” dedi. “Adım Mihriban...”Görevli, önündeki defterde bağışı yapan kişi hanesine Mihriban yazdıktan sonra kadın, bir ad daha yazdırdı: “Bir de Mustafa yazın Mihriban’ın yanına” dedi. “Oğlumla birlikte yapıyoruz bu bağışı...”

Alıntı:Bütün Dünya Dergisi.

Devamı Buradan ...>>

1 Ağustos 2009 Cumartesi

MASKELENDİRİLENLER.

Masquerade from Aziz K. on Vimeo.


Maskelendirilerek zehrettiysek kendimize yaşanılası hayatımızı;
Örttüysek varlığımızın sevda dolu tüm ayrıntılarını,
Acıları saklayıp,(güne örtüsünü seren gece gibi)
Acımasız düşlerin karabasanından soyup çıkaralım bir gün
Dışarı hep birlikte zorunluluklarımızı.
O gün yüreğimizi elimize alıp güleceğimiz gün olacak.
O gün perdeler kalkıp gerçek olan OYUN başlayacak.
Yazılacak insan olmanın acınası manzumesi.

Ama nasıl?
Devamı Buradan ...>>

19 Temmuz 2009 Pazar

CUMHURİYET'ten


18 Temmuz 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki Dr.Rifat Mutlu'nun çizdiği bu karikatüre bakıp hem güldük hem de uzun-uzun düşündük.Aslında biz kendimize yedirip içirdiğimizi sansak da, her daim O nu beslediğimizin de kanıtı gibi geldi bize, Yunus'un dediği gibi"Bir ben vardır bende, benden içeri" dedirtti.Teşekkürler Rifat Mutlu. Sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

5 Haziran 2009 Cuma

KIZILBAŞ; DİNLENESİ ALBÜM


“Kızılbaş” sözcüğü, kökeninde pek çok rivayet bulunan bir kavramdır: Bazı araştırmacılar tarafından kökeni İslam öncesi kaynaklara kadar giden bu terim, yine araştırmacılar tarafından Safeviler döneminde kızıl başlık takan Anadolu Aleviler’i için kullanılan bir terimdir. “Kızılbaş”ın Alevi-Bektaşiler için anlamı, birlik olmayı ve kendi “yol”una sıkı sıkıya bağlı bir inanışı vurgularken; Alevi-Bektaşi olmayanlar açısından ise bu inanca mensupları karalama ve sapkın sayma anlamına gelir. Bundan dolayı yüzyıllar boyunca bu inanca mensup olanlar, Seyit Nesimî’den Pir Sultan Abdal’a, İmam Hüseyin’den Şah Kalender Çelebi’ye, Dersim’den Sivas’a, Maraş’tan Çorum’a, geniş bir tarih aralığına uzanan yüzyıllar boyunca asılmış, kesilmiş, derisi yüzülmüş, türlü kırıma uğratılmıştır. Bu örnekler günümüze kadar aralıksız sürdürülmüş; “Kızılbaş” sözcüğü, Alevi-Bektaşi olmayanlar tarafından her türlü aşağılamanın kavramsal karşılığı olmuştur.
Hacı Bektaş Veli’nin “72 millete bir nazarla bakmak” sözünden yola çıkarak, albümde yer alan eserlerde Alevi-Bektaşi inancının farklı kaynaklarından deyişleri bir araya getirirken, geniş bir coğrafyada yaşayan tüm Alevi-Bektaşi topluluklarına aynı nazarda bakış yer almaktadır.

Harabî’nin, “Vahdet sarayına girenler için / Hakkı Hakk’el yakin görenler için / Bu sırrı Harabî bilenler için / Birlik meydanında cevlan eyledik” dizelerinde söylediği gibi, bir “sır” bütünü olarak günümüze kadar gelen inanç birikiminin, bir albüm ya da stüdyo ortamında kayda geçirilmesi, aktarılan eserlerin bağlamından koparıldığı düşüncesini doğurabilir; ancak bu ortamların, günümüzde politik bir mücadele veren Alevi-Bektaşiler için, kendilerine karşı yürütülen politikalara bir karşı duruş manasında verimli ürünleri çıkarabilecek ve bunu toplumun diğer kesimlerine aktarabilecek ortamlar olarak da görülebilir. Elinizdeki çalışma da bu ürünlerden birisidir.
Alevi-Baktaşi inancına sahip tüm toplulukların kabul ettiği bir söz olan “Âşığın sözü, Kur’an’ın özü” felsefesinden yola çıkarak, bu inanca benzer inanca sahip tüm toplulukların en temel değerlerinin “âşıkların sözü” olduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı, inanç veya kültür bağlamında bu âşıkların sözlerinin her şeyi anlattığını ve özetlediğini söyleyebiliriz. Albümde yer alan eserler de bu bakış açısıyla seçilmiştir. Ancak bunların, zâhir (görünen) manalarının yanında bâtın (gizli, iç) manalarının da olduğunu unutmamak gerekir; hatta asıl “sır”rı oradadır.Sevgilerimizle.
ALINTI: KALAN MÜZİK
Devamı Buradan ...>>

8 Mayıs 2009 Cuma

KEŞİŞ GİBİ YALNIZ YAŞAMA


Montaigne, yaşamın çok nazik ve hassas olduğunu, çok kolay kırılabildiğini belirtir. Genellikle, çok küçük ve önemsiz aksilikler problem çıkarır. Nasıl küçücük mektuplar en çok gözyaşı döktürürse, işte bu küçücük sıkıntılar da bizi öyle rahatsız eder ve izin verdiğimiz an günümüzü kapkaranlık eder.
Siz izin vermedikçe... Hiç kimse mutlu olmanıza ve elinizden gelenin en iyisini yapmanıza engel olamaz. Unutmayın ki, bir anın öfkesini bastırabilen bir insan, sorunlu bir günün önüne geçmiş olur.
Günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz küçük sanşsızlıklar ve can sıkıcı imaların üzerine gidilip büyütülürse,

korkunç zararlara yol açabilirler. Bunları dikkate almaz ve kafanızdan kovarsanız gittikçe üzerinizdeki etkilerini kaybedeceklerdir. Her yerde kıskanç insan vardır. Unutmayın ki, kıskançlık solucan gibi, hep en güzel elmanın peşine düşer.
Bir keşiş gibi yalnız yaşayarak yaşamınızda ilerleme sağlayamazsınız. Bu nedenle dünyayla, aksilikleriyle ve yergici insanlarıyla anlaşma yapmak zorundasınız.
Hiç kimsenin yaşamınıza gözyaşı yağdırmasına ve bir kasvet örtüsü yayarak, gününüze yenilgi saçmasına izin vermeyin. Unutmayın ki hata bulmak için ayrıca bir yeteneğe, özveriye, beyine, karaktere gereksinim yoktur. Siz izin vermedikçe hiçbir dış etken üzerinizde güç oluşturamaz. Zamanınız, aşağılık, kıskançlık, nefret ve imrenme duygularıyla savaşarak harcanmayacak denli değerlidir. Kırılması çok kolay olan yaşamınızı dikkatlice koruyun. Yalnızca Tanrı bir çiçeğe biçim verebilir. Ama aptal bir çocuk bu çiçegi kolayca koparabilir.
Og Mandino

Devamı Buradan ...>>

1 Mayıs 2009 Cuma

TANRI SEVGİSİNİN MUCİZESİ


Her iyi anne gibi Karen de bir bebeğinin yolda olduğunu öğrenince, üç yaşındaki oğlu Michael'i yeni bir kardeş için hazırlamaya başlamıştı. Bebeğin kız olacağı anlaşıldı ve Michael annesinin karnındaki kız kardeşine her gün, her akşam şarkı söylemeye başladı. Onunla tanışmadan önce aralarında bir sevgi bağı oluşmaya başlamıştı. Hamilelik normal bir şekilde gelişiyordu. Karen de Tenesse'de Morristown Panther Creek United Methodist Kilisesi'nde aktif bir üye olarak çalışmalarını da sürdürüyordu. Vakti gelince, doğum sancıları başladı. Sonra her beş dakikada bir,üç dakikada bir ve her dakika.....
Fakat doğum anında ciddi bazı sorunlar ortaya çıktı ve Karen'in sancıları saatler sürdüğü halde bebek doğmadı. Bir sezaryen mı gerekecekti?

Nihayet çok zor çabalar sonucu Michael'in kız kardeşi dünyaya geldi. Ama çok ciddi bir sorun var gibiydi. Gece yarısı çalan ambulans sirenleri arasında Tenesse Knoxville'deki St. Mary Hastanesi Çocuk servisinin yoğun bakım ünitesine kaldırıldı. Günler geçtikçe küçük kız kötüleşiyordu. Çocuk doktoru çok üzgün bir şekilde "Çok az bir ümit var En kötü son için hazırlıklı olmalısınız" dedi. Karen ve eşi cenaze töreni için mezarlık yetkilileriyle konuştular. Evlerinde bebekleri için harika bir oda hazırlamışlardı. Oysa şimdi cenaze için tören hazırlıyorlardı. Michael, öte yandan anne ve babasına kız kardeşini görebilmek için yalvarıp duruyordu.

"Ona şarkı söylemek istiyorum" diyordu.
Yoğun bakımdaki iki hafta sanki cenaze töreninin bir hafta sonra olacağını işaret ediyor gibiydi Michael şarkı söylemek konusunda ısrar ediyordu. Ama yoğun bakım
ünitesine çocukların girmesi kesinlikle yasaktı. Ancak Karen kararını verdi.
Onu oraya sokacaktı. İzin verseler de vermeseler de.... Eğer kız kardeşini o zaman göremezse bir daha asla göremeyebilirdi. Ona, kendisine oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakım ünitesine soktu. Sanki yürüyen bir kirli çamaşır torbasıydı. Ama başhemşire onun bir çocuk olduğunu anladı ve :
"O çocuğu buradan çıkarın, çocukların girmesi yasak." Diye uyardı. Genelde uysal bir kadın olan Karen'in içindeki anne birden güçlü bir şekilde başkaldırdı ve başhemşirenin yüzüne çelik gibi bakışlarla bakarak:
"Kız kardeşine şarkı söylemedikçe buradan gitmeyecek. "dedi. Michael'i kız kardeşinin yatağına götürdü. Savaşı kaybetmek üzere olan küçük kıza baktı. Bir süre sonra şarkı söylemeye başladı, saf temiz kalpli 3 yaşındaki çocuğun pırıl pırıl
sesiyle.
"You are my sunshine,my only sunshine,
you make me happy when skies are grey..."
(Sen benim gün ışığımsın, tek gün ışığım,
gökyüzü griyken beni mutlu edersin.)

Aniden küçük kız tepki verdi. Kalp atışları sakinleşti ve düzenli olmaya başladı. "Şarkıyı sürdür" dedi Karen gözleri yaş dolu.
"You never know, dear how much I love you.
Please don't take my sunshine way!"
(Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin, sevgili.
Lütfen gün ışığını benden alma.)

Micheal, şarkıyı sürdürdükçe, bebeğin sorunlu, kesik kesik olan solunumu küçük bir kediciğin nefes alış verişi gibi düzenli bir hale girmeye başladı. "Şarkıyı söylemeye devam et bebeğim."
"The other night, dear, as I lay sleeping,
I dreamed I held you in my arms."
(Geçen gece uyurken, rüyamda seni
kollarımda tuttuğumu gördüm sevgili)

Michael'in küçük kardeşi sakinleşmeye devam etti. Ama bu bir iyileşme de gösteren bir sakinleşmeydi. "Devam et Michael" şimdi o diktatör tavırlı başhemşirenin
bile yüzü yaşlarla ıslanmıştı. Karen de coşkuyla şarkıya katıldı.
"You are my sunshine,my only sunshine.
Please don't take my sunshine away."

Ertesi gün, hemen ertesi gün küçük kız eve gidebilecek kadar iyileşmişti. Women's Day isimli dergi bu olaya "Abinin şarkısının mucizesi" adını verdi. Bilim adamları ise ona sadece "mucize" dediler. Karen ise "Tanrı sevgisinin mucizesi" dedi.
Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi asla yitirmeyin.
Sevgi inanılmayacak denli güçlüdür.

Alıntı: Bütün Dünya’dan

Devamı Buradan ...>>

20 Nisan 2009 Pazartesi

AYŞEGÜL YEŞİLNİL'in RÜYALARI :


Bu yıl, VI. AVRUPA -AMERİKA GÖRSEL SANATLAR SERGİSİ; Maya medeniyeti Ve aynı zamanda turizmin cazibe merkezi olan; CAMPECHE-MEKSİKA 'da gerçekleştirilecek. Görsel sanatlar disiplinlerinde iş üreten uluslararası Avrupa ve Amerika'lı sanatçıların katılacağı sergi, 15.07.2009 – 24.07.2009 tarihlerinde Meksika’daki SAN JOSE TAPINAĞI’nda yapılacaktır.
Uluslararası Meksika sergisine Campeche Kültür Enstitüsü ve Artac-A.İ.A.P/ UNESCO tarafından seçilip davet edilen: Profesyonel Ressam ve Caz sanatçımız, Buradan

AYŞEGÜL YEŞİLNİL, bu sergiye;

“Ayşegül’ün RÜYALARI “adını taşıyan,

“Yeniden doğuşun simgesi” adlı aşağıdaki 2 tablosuyla katılacaktır.



Gözündeki bir damla yaşta evreni yansıtabilen sevgili KUZEN'im; Yolun ve bahtın açık olsun, sevgilerimle.Dilek
Devamı Buradan ...>>

14 Nisan 2009 Salı

İÇİMİZDEKİ ATATÜRK'E SAHİP ÇIKALIM


Sevgili "öykü" nün başlattığı mim-e gönülden gelen yakarışımızdır.

Ankara'nın taşına bak
gözlerimin yaşına bak
uyan uyan Gazi Kemal
şu feleğin işine bak!

Kılıcını vurdun taşa
taş yarıldı baştan başa
Uyan da bak Gazi Kemal
başımıza gelen işe.

Ankara'nın dardır yolu
düşman aldı sağı,solu.
sen gösterdin paşam bize
böyle günde doğru yolu.

Devamı Buradan ...>>

12 Nisan 2009 Pazar

GÜLELİM Kİ ÖLÜM TARİHİMİZİN RAKAMLARI BOL OLSUN

Gezginin biri köy köy gezerken yoluna bir mezarlık çıkmış ve "ölüleri de arada sırada ziyaret etmek lazım" demiş. Ama ne görsün? Bütün mezar taşlarında inanılmaz rakamlar yazıyor: Mesela Doğum Tarihi:1900,Ölüm tarihi:2999, diğerinde Doğum tarihi:1950, Ölüm tarihi:3050 gibi.Merak etmiş, köy meydanına uğrayıp kahvedeki köylülere sormuş.Bu nasıl iştir diye? Köylüler,"bizde öyle adet vardır ki, biz çocuk doğduğunda beline bir ip bağlarız ölümüne dek her güldüğünde onun bu hayat ipine bir düğüm atarız ve öldüğünde o düğümleri sayarız.Bizim için bir gülüş bir yıl demektir.İnsan güldüğü kadar yaşar..."
Biz de sufi saja ekibi olarak sizlerin de hayat iplerinizin bol düğümlü olmasını diliyoruz.Sevgiler ve İyi seyirler.


Devamı Buradan ...>>

6 Nisan 2009 Pazartesi

ÖZEL KİŞİNİZ VARSA KAYBETMEYİN.


Sizi sizin kadar tanıyan biri; sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri… Size sizi anlatmayı seven, sizi başkalarına anlatmayı her şeyden çok seven, sizin için çok şey yapmaya hazır biri… Bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinizden hep emin olduğunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve yaşamı da tanıyan biri... Yalnızca eşinize anlatabileceğiniz gizlerinizi anlatmaktan çekinmediğiniz, kimi zaman düşüncesine şiddetle gereksinim duyduğunuz biri… Sabahın üçünde "Ayıp olur mu?" diye kuşkulanmadan arayabildiğiniz ve saatin üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masanın başına geçen biri... Kaleminiz, kâğıdınız, aynanız, saatiniz, kimi zaman da gölgeniz olan biri... Ve kimi zaman da vicdanınız, eh kimi zaman da uykusuz bıraktım diye vicdan azabınız olan biri... Yaşamınızda böyle biri var mı? Varsa, kıymetini bilin, kulağınıza küpe olsun... Böylesini bulmak herkese kısmet olmaz. Bulur da kaybederseniz, dikkat dikkat... Yenisini bulma şansınız belki de hiç olmaz... Çünkü o kişi, bir kardeşten de, bir eşten de, bir âşıktan, bir sevgiliden de çok ötelerde bir kişidir... O kişi, sizin, yalnızca sizin için "özel bir kişi"dir. Varsa eğer yaşamınızda yalnızca sizin için "özel" olan ve sizin de, yalnızca onun için "özel" olduğunuz "özel bir kişi", kıymetini ve "özelliğini" bilin ve koruyun o "özel kişi"nizi...
Devamı Buradan ...>>

28 Mart 2009 Cumartesi

SUYUN TİCARETLEŞTİRİLMESİNE HAYIR


Geçen yıl kara haber tellalları olmuştu bazı kişiler. Barajlarda su tükendi Türkiye çöl mü olacak diye diye. Su azaldı… Su bitti… Su tükendiii… diye diye. Bu yıl da “yağmur yağmasın” duasına çıkılacağı söyleniyor nasılsa!

Geçen yıl Zeitgeist'i izlediğimden midir bilmem bu tellalların sözlerinin altından ne çıkacak acaba diye düşünüp durmuştum. Her felaket sözünün altından nasıl bir komplo teorisi çıkacak acaba diye de belki kurmuştum.” Birileri sularımızı bidonlayıp satmak istiyor galiba, burnuma karanlık kokular geliyor” demiştim bir kâhin gibi. Neyse yağmurlar geçen kış ve bu bahar durmamacasına yağınca içim ferahlayıp imanım ve inancım tazelenmişti. Gök gürültülerini ve yağmurun toprağa değen sesini bu yılki kadar hiç sevmemiştim…

Ancak duydum ki 16 Mart–22 Mart tarihleri arasında İstanbul’da 18 milyon avro harcanarak Dünyamız çöl olmasın diye “5.Dünya Su Forumu” gerçekleştirilmiş. Bu sefer görelim bakalım bu forum ülkemiz için ne sağlamış diye düşünmeye ve araştırmaya başladım kendi kısıtlı ve mütevazı köşemde.

Adı geçen foruma: 110 ülkeden 33000 kişi katılmış. Ülkemizden ve Dünyanın her yerinden SU TÜCCARLARI ve Ülkemizin akarsularına ve göllerine göz dikmiş şirketler, pazarlamaya hazır ülkemin su tacirleri ile sözde ekolojik dengeyi korumak için çözümler üretmişler. Forum pazaryerine dönüp akarsularımız ve su kaynaklarımız görücüye çıkmışlar da haberimiz olmamış. Evlerimiz su üstünde dalgalanıp giderken susuz kalabiliriz diye çeşitli önlemlere imza atanlar, bu gün toprağımızı, suyumuzu, yarın havamızı, doğamızı, sonra da bizleri satmaz mı?
Biz, SUFİ SAJA ekibi olarak taraf olmaktan ne kadar kaçınsak da; suyumuzun meta gibi alınıp satılmasına, ticaretleştirilmesine karşıyız.Akıp giden satılan sularımızla hayallerimizin, doğamızın, evlerimizin içinde bizlerin de sürüklenip gitmesini istemiyoruz. Ya siz?
Devamı Buradan ...>>

1 Mart 2009 Pazar

KADER DEĞİŞTİRİCİ

SPİN=DÖNÜ=FIRIL gerçekleşebilir mi?
Zamanda yolculuk yapabiliyorsa kişi, yüreği şefkat, merhamet ve sevgiyle çarpıyorsa, sizce neler yapabilir dünyada?Zaman gezgini: DJ nin müzik eşliğinde gerçekleştirdiği bu dönü kısa film dalında birçok ödüle layık görülmüş.Seyredelim görelim...


Spin
Yükleyen Sufi-saja

Devamı Buradan ...>>

22 Ocak 2009 Perşembe

BİZ HAYATI NE ZAMAN SEVDİK



Biz faytona ne zaman bindik
en son ne zaman.
Şapkası sünnet gözleri cennet hocam, o zaman.
Şapkası sünnet gözleri cennet hocam, o zaman.

Biz sinemaya ne zaman gittik
en son ne zaman.
Elimizde yastık cebimizde fıstık hocam, o zaman
elimizde yastık cebimizde fıstık hocam, o zaman.

Biz bu denize ne zaman girdik
en son ne zaman.
Martıların kanadına bindik hocam, o zaman
martıların kanadına bindik hocam, o zaman.

Biz ne zaman büyüdük
en son ne zaman
çocuklara yasaklar koyduk, ne zaman, ne zaman
biz ne zaman öldük
işte o zaman
Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam
adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam.

Biz hayatı ne zaman sevdik ne zaman
en son ne zaman
Çocuktuk, sevdalandık hocam, o zaman
çocuktuk, sevdalandık hocam, o zaman.

Biz ne zaman büyüdük

en son ne zaman
çocuklara yasaklar koyduk, ne zaman, ne zaman
biz ne zaman öldük
işte o zaman
Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam
adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam

Biz faytona ne zaman bindik
en son ne zaman
Şapkası sünnet gözleri cennet hocam, o zaman
şapkası sünnet gözleri cennet hocam, o zaman.

Biz okulu ne zaman kırdık
en son ne zaman
Bahar geldi, aklımızı çeldi hocam, o zaman
bahar geldi, aklımızı çeldi hocam, o zaman

Dört duvar arasında tanımadığımız ama hayatı bir zamanlar mutlu yaşamış şimdi Kimisi hasta olan, kiminin gözü görmeyen, Kiminin çocuğu aramayan,kimi ise çocuğu tarafından el üstünde tutulan Mirasçılarımızı, YAŞLILARI UNUTMAYALIM.

Devamı Buradan ...>>

13 Ocak 2009 Salı

KISAS MI ?


Dünyadaki savaşlara, Filistin İsrail meselesine MEVLANA'nın bir hikayesiyle cevap vermek istedik."Hani dede erik çalar torunun dişi kamaşır" derler ya işte onun gibi bir şey...Tasavvufta ayağına taş takılsa "-ben ne yaptım da bu taş ayağıma takıldı" gibi düşünme ve hatayı kendinde arama, bir olayda hata görüyorsam "gözümdeki çöptendir"gibi düşünce yapısına gönderme gibi geldi bize bu hikaye. Teşbihte hata olmaz ama yine de yorum sizlere kalmış. sevgilerimizle.

Yoksul bir adam, gece gündüz feryat etmekte,tanrı’dan eziyetsiz, zahmetsiz, çalışmadan kazanmadan helâl rızık istemekteydi. Birden kapısından içeri bir öküz girdi, o da bu benim nasibimdir deyip güzelce kesti yedi.Öküzün sahibi onu görüp “ Ey karanlıkta benim öküzümü aşıran, borçlusun bana sen. Neden benim öküzümü kestin be ahmak hilebaz, nerede insafın?” dedi. Adam, “ Ben Tanrı’dan rızık istiyor, kıbleyi niyazımla bezeyip duruyorum. Zamanlarca edip durduğum dua kabul edildi. O, benim rızkımdı, tutup kestim, işte sana cevap” dediyse de Öküz sahibi yakasına sarıldı, sabredemedi, yüzüne de birkaç sille vurdu.
Çeke çeke Davud Peygamber’in yanına kadar götürdü. “ Gel bakalım zalim ahmak.
Saçma sapan lâfları bırak azgın herif. Aklını başına al, kendine gel! Bu ne çeşit dua? Âlemi bana da güldürme, kendini de maskara etme!” diyordu. Adam “ Ben Tanrı’ya dua ettim, feryad ü figan ederek nice kanlar yuttum.İyice biliyorum ki duam kabul edildi. Sen gayri ey kötü sözlü, var, başını taşlara vur ” dediyse de, Öküz sahibi ” Sen ya o öküzü ver, ya hapse git” demekteydi. Adam, yüzünü göğe tutarak dedi ki: “ Yarabbi, benim halimi senden başka kimsecikler bilmez. Gönlüme o duayı sen ilham ettin, gönlümde yüzlerce ümit belirttin. Lâf olsun diye dua etmedim ya."
Davud aleyhisselâm’ın iki hasmın da sözlerini dinlemesi ve dâva edileni sorguya çekmesi:Davut Peygamber, evinden dışarı çıkınca “ Bu ne, ne var, ne oldu” dedi.
Dâvacı dedi ki: “ Ey Tanrı’nın peygamberi, imdat et. Öküzüm, bu adamın evine girmiş, O da onu kesmiş. Neden benim öküzümü kesmiş sor da söylesin.”
Davut, “ Ey kerem sahibi, neden sana haram olan o öküzü kestin?Yalnız saçma sapan söyleme, delil göster de bu dâva görülsün, bitsin” dedi. Adam dedi ki: “ Ey Davut, yedi yıldır gece gündüz dua etmekte, Tanrı’dan, Yarabbi, helâl ve zahmetsiz bir rızık istiyorum, diye niyazda bulunmaktayım. Erkek kadın… Herkes feryadımı bilir, hattâ çocuklar bile bunu söyler, anlatırlar.Kime istersen sor, derhal söyleyiversin. Halktan hem gizli sor, hem de aşikâre… bak, bu eski hırkalı yoksul neler söylüyor, nasıl dua ediyordu, anla,

Bu dualardan, bu feryatlardan sonra bir de baktım ki evime bir öküz girivermiş.
Gözüm karardı. Ama lokma için değil, duam kabul edildi diye sevindim hani.
O ayıpları bilen Tanrı duamı kabul etti, buna şükrane olsun diye öküzü kestim”

Davud Aleyhisselâm’ın, öküzü kesenin haksız olduğuna hükmetmesi.
Davut, “ Bu sözlerden el yıka, dâvana şer’i delil getir.
Yürü, eğri büğrü söylenme, bu müslümanın malını ver. Paran yoksa borç al, ver; beyhude konuşma!”
dedi.
Adam, “ Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip Adamın, Davut Aleyhisselâm’ın hükmünden feryada gelmesi.Secde ederek dedi ki. “ Ey benim yanıp yakıldığımı gören Tanrım, Davud’un gönlüne de o nuru ver.
Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi Rabbim.”
Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü yerinden oynadı.“ Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın görülmesinde ısrar etme.Halvete girip bu ahvali, bir de sırları bilen Tanrı’dan sorayım. Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi. Tanrı, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı,bildi.Ertesi günü iki dâvacı ile halk gelip Davud’un huzuruna dikildiler. Dâvacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok ağır sözler söyledi.
Davud’un, öküz sahibi aleyhine hüküm vermesi ve “ Sen bu öküzden vazgeç “ demesi, bunun üzerine öküz sahibinin Davud Aleyhisselamı kınaması Davud “ Sus, bu dâvayı bırak, öküzü bu müslümana helâl et de yürü git. Öküz sahibi “ Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın. Davud’un öküz sahibine “ Bütün malını, mülkünü ona ver “ demesi. Davud, ondan sonra dedi ki. “ A inatçı, bütün malını mülkünü hemencecik ona bağışla. Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.” Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak “ Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi. Yine bir müddet Davud’u kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu huzuruna çağırıp, "Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık… öyle olduğu halde sen yine baş köşeyi gözetip duruyorsun ha!Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, artık fazla söylenme!” Dâvacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi. Halk da Davud’u kınamaya başladı. Dâvacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki,Davud’a yüz tutup “ Ey seçilmiş Peygamber, ey bize şefkatli zat, bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir kabahati yokken kahrettin” dediler.
Davud Aleyhisselâm’ın, bu gizli şeyi meydana çıkarıp apaşikâr göstermek ve getirilen delilleri çürütmek üzere halkı ovaya çağırması

Davut dedi ki: “ Dostlar, gayri o gizli şeyin meydana çıkması zamanı geldi. Hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı öğrenelim. Filân ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur, birbirleriyle birleşmişlerdir. Kol budak salıvermiş, geniş bir yeri kaplamıştır, kökü de yere yayılmıştır. İşte o ağacın kökünden bana kan kokusu geliyor. O güzel ağacın kökünde kan var. Bu kötü talihli herif, onun altında efendisini öldürmüştür. Tanrı’nın hilmi, bunu şimdiye kadar örttü. Fakat bu kaltaban, buna hiç şükretmedi. Bu melûn herif şimdi de bir öküz için onun oğlunu yere vuruyor.Bu hak, hukuk tanımaz zalim bir öküzceğiz için bunca hilelere girişti. Halbuki o, öküz kesenin atasından yüzlerce öküz, yüzlerce deve almıştı.

Halkın o ağacın dibine gitmesi

Halk, şehirden çıkıp o ağaca doğru gidince Davut, dedi ki: Ey köpek, sen bu adamın atasını öldürdün.Öldürüp malını, mülkünü zaptettin. Fakat Tanrı bunu meydana çıkardı.Korkunç bir hayal gördün, korktun... Acelenden bıçağı da adamcağızın başıyla beraber toprağa gömdün. İşte başı da şuracıkta gömülü, bıçak da. Haydi, kazın şurasını!Bu köpeğin adı da bıçakta yazılıdır. Bu zalim, öküzü kesenin atasına işte böyle bir hilede, böyle bir zulümde bulundu.” Yeri kazdılar, bıçağı da bulup çıkardılar. Kesik başı da!

Devamı Buradan ...>>

5 Ocak 2009 Pazartesi

ONLARI ANCAK TOPRAK DOYURUR


Yoksul bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu. Oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona;

“- Ben burada iken oltana ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim" dedi. Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar balıkçıya,
“-Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı" diyerek, alıp sarayına götürdü. Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti. Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu. Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi. Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu.

Bunda bir sır olduğunu anladılar. Bir BİLGE çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular. Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:
“-Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü doymaz……Ama bir avuç toprak bunu doyurur."
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydular ve kemik yukarı kalkıverdi..
Devamı Buradan ...>>

3 Ocak 2009 Cumartesi

SİYA SİYABEND/ DİNLENESİ MÜZİKLER


Uzun zamandır cumartesi günlerinin dinlenesi albümler bölümünde; bu seferde yayınlamak istediğimiz bir grup olan Siya siyabend'i tanıtmak istedik. Kiminiz tanıyordur kendilerini. Gizemli İstanbul sokaklarında müzik yapmaya başlayıp, Fatih Akın’ın filmi ile birlikte bizler tarafından da tanınmışlardı. Bir zamanlar Kaş’taki caffemizin kapanış müziği yapmıştık Hayyam şarkılarını, şimdi de sizlerle paylaşmak istedik, dinlerken sizlerin de zevk alacağınızı umuyoruz.

Sizlere,Grup üyelerinden arkadaşımız: Dede Murat’a, sevgili eşine ve güzel kızları Zeze’ye sevgilerimizle...
Devamı Buradan ...>>

22 Aralık 2008 Pazartesi

ÇABALARDIR İNSANIN KANATLARI


Bir gün, ipeğin kozasında küçük bir delik belirdi; bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi.
Ardından sanki ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona.
Sanki elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi.
Böylece adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline küçük bir makas alıp

kozadaki deliği büyütmeye başladı.
Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.

Adam izlemeye devam etti. Çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiç biri olmadı! Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi.

Ne kadar denese de asla uçamadı.

Adamın iyi niyeti ve yardım severliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, Tanrının kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu.

Bazen yaşamda tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.

Eğer Tanrı, yaşamda herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman bir anlamda sakat kalırdık. O zaman olabileceğimiz kadar güçlenemezdik. Asla uçamazdık.

Güçlü olmak istedim:
Ve Tanrı beni güçlendirmek için zorluklar yolladı.
Bilgelik istedim.
Ve Tanrı çözmem için sorunlar yolladı.
Başarı istedim:
Ve Tanrı bana çalışmam için zekâ ve kas gücü verdi.
Cesaret istedim:
Ve Tanrı bana üstesinden gelmem gereken sorunlar verdi.
Sevgi istedim:
Ve Tanrı bana, yardımcı olmam için Sorunlu insanlar yolladı.
İyilik istedim:
Ve Tanrı bana fırsatlar yolladı.

İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim...
Ama ihtiyaç duyduğum her şeyi elde ettim.Alıntı

Devamı Buradan ...>>

1 Kasım 2008 Cumartesi

YENİÇAĞ GAZETESİNDEKİ MEKTUP:


Aşağıdaki mektubu belki gözlerden kaçmıştır düşüncesiyle
siz blog dostlarımızla paylaşmak istedik.Biz güldük ağlanacak hallere, ya siz?
Sevgili, sevgilim Hüseyin.

Duydum ki bana kırgınmışsın.
Yeni haber aldım, şu dakikaya kadar haberim yoktu.
Malum, bizim işler çok yoğun.
Bu arada seni ihmal etmiş olabilirim.
Ancak, bana neden kırgın olduğunu anlamadım.
Oysaki bu güne kadar birbirimizle problemimiz yoktu.
Sen, benim dürtmeme gerek kalmadan zaten kendi rayında ilerliyordun.
Ben de yapım gereği, seni uzaktan izliyor, içten içe takdir ediyordum.
Arkadaşlarla aramızda geçen sohbetlerde de senden övgüyle söz ediyordum.
Niye övüyordum seni,

ben boşuna adamı övmem bilirsin…
Çünkü herhangi bir dürtmeme, kaşımama gerek kalmadan sen benim bile en son yapacağım şeyi doğal olarak yapıyordun.
14 Yaşındaki bir sübyana taciz, anasına sarkıntılık zor iştir Hüseyinciğim sevgilim.
Nice adamları dürttüm bunu yaptırmak için, ama çoğuna yaptıramadım.
Eee, benim emek vererek yaptıramadığım şeyi sen kendiliğinden yapıyordun zaten.
Onun için seni hep takdir ettim.
Ama dün çok sinirlendim Hüseyinciğim.
Duydum ki, ‘ben kimseye kızgın değilim, Şeytana kızgınım’ demişsin.
Olmadı bak bu…
Benim adım geçtiği için de cevap hakkım doğdu.
Hüseyinciğim, bizim adımız Şeytan’a çıkmış ya, sen de kendi iradesizliğini bana yamamaya kalkıyorsun bu noktadan yola çıkarak.
Olmaz. Buna izin veremem.
Bizim de bir namımız var.
Bize ait olmayan vukuatı üstlenecek kadar da aciz değiliz.
beni cennetten kovan ile sana kullanman gereken iradeyi veren aynı Allah.
Hem farzet ki bana uydun.
Uymasaydın şekerim.
Bir de ‘artık televole ünlüsü oldum ‘ demişsin.
Senin kafan karışmış şekerim.
Oldu olacak gazoz reklamına da çık.
Gazozuna da ilaç atmışlar ya…
Tam televole olursun o zaman.
Neyse, uzatmayalım.
Nasıl olsa çok yakında görüşürüz.
Gözlerinden öper, suçu bana atmaman kaydıyla başarılar dilerim.
Şeytan
Yazan: YENİÇAĞ Gazetesi yazarı Abdullah Özdoğan
...
Devamı Buradan ...>>

29 Ekim 2008 Çarşamba

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN. YAŞASIN CUMHURİYET


Yüce Atatürk'ün yıllar önce söylediği sözleri tüm blog dostlarımla paylaşmak istedim.Geçmişin deneyimlerini ve geleceğin varsayımlarını, yaşanabilirlikleri eşsiz öngörüsüyle bizlere seneler evvel ne de güzel anlatmış.Önünde saygıyla eğiliyoruz.
"EFENDİLER:
Avrupa'nın bütün ilerlemesine,yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır.Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupanın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi.Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatlarıyla,ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?..Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!..
Türk milleti, kendini ve memleketin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milletsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emellerini anlamayacak, onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir."
Devamı Buradan ...>>

20 Ekim 2008 Pazartesi

DÜNYA ÇAPINDA ARKADAŞLIK ÖDÜLÜ


"Proximidade Award"''Friendship Around The World Award""DÜNYA ÇAPINDA ARKADAŞLIK ÖDÜLÜ"nü bizlere gönderen sevgili can dostumuz Nur'a yani "yaşamın kıyısında"ya çok teşekkür ederiz.Ödül aslında İspanyolca yazılmış ama İngilizcesi "Proximidade Award" ve "Friendship Around The World Award" anlamında. Dünya çapında arkadaşları olan bloggerları tanıtmak amaçlı. Ödül sürekli alıcı tarafından devrediliyor ve her ödül alan kişi kendine gönderenden 1 fazla kişiye yollaması gerekiyor.Zincirin tamamlanması için biz de bize gelen ödülü adı geçen arkadaşlarımızla paylaşmak istedik.Sevgilerimizle.
01-Gaykedi
02-Teknoloji Herşeyim
03-Blogmania Editörü
04-jazzistan
05-Gizli Bahçe
06-Geveze Kalem
07-Tatlısurubum
08-Sardunya
09-Aydanatlayan Kedi
10-Kırmızı Günlük
11-Beyaz Çiklet

Adı yukarıda geçmeyen dostlarımızı adı geçenlerden asla ayırmış değiliz.Son günlerde güncellenen bloglara sırasıyla ödülü gönderdik.Aradan seçim yapmadık sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>