.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
SUFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SUFİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2009 Pazartesi

ALATAV

Geçen gün kendilerini TV de yayınlanan bir program aracılığı ile tanıma fırsatı buldum, ama çok üstüne düşmemiştim ki tekrar karşıma çıktılar. sufi-saja olarak sokak müziği yapanların hep yanlarında olmaya çalıştık. Naçizane Alatav'ın da sesini, o sesi duymamış olanlara duyurmayı istedik. İnternette Alatav'ın (uzun zamandır sokak müziği yapan şahısların bir araya gelerek kurdukları bir gurup) olduğunu yazıyor. Biz dinledik ve beğendik. İstanbul'da yaşayanların bu seslerle karşılaşma olasılıkları çok fazla. Mutlaka dinleyin derim. Hatırınıza gelirsek bizden de selam söyleyin.

Divanelik zordur kardaşşşş
açılmaz sırrı divana rücü etmeyene.
Yüzü dönüktür yüze karşı.
Diz üstü çökmüş bakar yârin yüzüne,
Akar gözyaşları manayı vücut içre.
Görmez, gözle bakan Gözleri, iki bakmak ile
Kendin arar yokluk yar-ında her gün
Atar o yardan kendini kendine.
Ölüp ölüp bulmak için yârini lakin …………………… nafile.
Çünkü Emir haktandır.
Dost Yolunda Ölenler Ölmeye.
Devamı Buradan ...>>

15 Ekim 2009 Perşembe

UĞUR BÖCEĞİ ve KARGA

Annesine heyecanla koşuyordu Aze, kırmızı üstüne siyah benekli kanatlı canlıyı incitmemek için özenle avucunun içinde tutarak….
”-Anneee!” Diye bağırdı. Sesimi ne kadar çabuk annemin kulağına ulaştırırsam “elimde tuttuğumun adının ne olduğunu çabucak öğrenir hem de ona zarar vermiş olmam” diye düşünüyordu.
“-Efendimm!” dedi annesi.
“-Annecim nedir bu canlının adı?” Kadın kızının elindekini gördüğünde çok şaşırmadı. Kendi kuşağına ait belki de ondan öncekilerin de yaşadıkları zaman diliminde “umudu, mutluluğu, sevgiyi” simgesel olarak “kanatlanıp uçmasına” atfettikleri ufak bir böcekti sadece O.
UĞUR BÖCEĞİ’ydi.

Bahar yağmurları sonrası, yaz aylarının ve onu bulan ve gören kişinin dileklerinin olacağının müjdeleyicisi gibi algılanırdı varlığı. Yani elinde tutup onu uçuran kişiye uğur getireceğine inanılırdı her nedense!
“-Uğur böceği, kızım bunun adı, sana uğur getirecek “dedi. Aze çok mutlu oldu. Annesi tekerlemesi olduğunu onu söyleyerek uğur böceğini uçurması gerektiğini de sözlerine ekledi. Anne-kız;
“Uç uç böceği…
Annen sana terlik pabuç alacak.”der demez böcek kanatlarını gövdesinden titreterek kaldırıp havalanıp uçtu ve gittii.
Geçenlerde okuduğum bir gazetenin gülmece köşesinde Sokrat’a arkadaşı; “tatile gittim ama hiç dinlenemedim” diyor,Sokrat’ın yanıtı da; “Kafanı da yanında götürdüysen, dinlenemezsin.”yazıyordu. Hayatımızı kendi algılarımız doğrultusunda kendimiz yaratıyoruz diye düşündüm. Uğur böceğine “uğur, güzel şans” simgesini yükleyen aklın; ŞANS ve UĞUR’a kapı araladığını biliyordum.Karga’ya da aynı şansı tanısam belki onu da her gördüğümde “Mutluluğun ve sevginin” müjdesini alacağıma inanacak ve MUTLULUK çağrıldığı yere kuzu kuzu gelecekti, ama NERDeee! Aklım ve zihnim karganın varlığına UĞURSUZDUR imgesini yüklemişti bir kere.

Resim:www.İStockphoto.com dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

14 Eylül 2009 Pazartesi

YAĞMA / TALAN / ARADAKİ İNSAN

Okulların açılmasının arifesinde olduğumuz bu günlerde yazılı ve görsel basının “gündem” dediği, bizimde hayatımıza istemeden de olsa giren hayat telaşları aniden değişim hızını arttırmış durumda. Açılım, Demokrasi vs derken doğanın yıkım gücünün acı tarafı ile karşılaşmak bizlere; kontrolün sadece bizim elimizde değil, bütünlük içerisinde olması gerektiğini hatırlattı. Gündem denilen yalan gerçeklik insani doğrularımızı yavaş yavaş elimizden alıp, bizi ne olduğu belirsiz canlı türüne dönüştürmeye devam etmekte. En zayıf olduğumuzu hissettiğimiz anlarda bile yaratığa dönüşümümüzü nasıl en iğrenç şekle büründürebiliriz diye uğraşıyoruz. Mağduriyetin pençesinde boğuşan sel mağduru insanların dışında yağma talan ve gasp mantığını “ne olacak zaten akıp gidecekti” “önüme düştü bende aldım” doğruluğuna sığınan salak ve çıkarcı zihniyet, karşımıza kralın çıplaklığı mantığında aniden görünüverdi. Geçenlerde Emre Kongar, “vicdan her insana göre değişkenlik gösterir” konusuna Kafka’dan bir yazısı ile gerçeklik getirmeye çalışmıştı.

” Sizden çok uzakta hiç tanımadığınız adamın birinden size miras kalacak, onu düşünce gücü ile öldürür müsünüz?” demişti. Vicdan eğer evrensel vicdan doğrusundan sıyrılıp benlik elbisesini giyerse onun adı vicdan değildir artık. Doğrular durumlara ve koşullara göre şekillenmemeli. İnsani doğrular annemizden doğduğumuz anın temizliğinde olmalı. Bu konuyu kısa bir hikâye ile anlayana sivrisinek saz. minvalinde noktalamak istedik.

Levrek avı yasağının kalkmasından az bir zaman önce, baba oğul akşamın
ilk saatlerinde küçük balıklardan yakaladılar. Sonra çocuk oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir LEVREK. Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av yasağı başlamıştı. Önce balığa, sonra oğluna baktı. “Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,” dedi. “Ama Babaaa!” diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle. “Başka balıklar da var,” dedi babası. “Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!” dedi çocuk. Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı. Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi. Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk o şehrin ünlü mimarlarından biri ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürüyor.
Mimarımız babasının bu tavrından sonra yıllarca balığa gitti, ama asla o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat “İnsani değerler” konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o suya geri bıraktığı balık gözünün önüne gelir. Babasından öğrendiği gibi “ insani değerler”, doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konuydu. Ancak güç olan, değerlerin uygulanabilmesiydi. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk. Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmezdi. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatır, fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmanın insani bir erdem olduğunu bilirdik.
Sevgilerimizle.

Devamı Buradan ...>>

30 Temmuz 2009 Perşembe

SAMAN EV / GRANDER


Çok yazarlı blogların çoğunda uzun zamandır yazı yazmamış “blog yazarı” genellikle okuyuculara kendini hatırlatmak maksatlı “uzun zamandır yazı yazmıyordum tekrar işte buradayım” mesajını verdikten sonra, asıl anlatması gereken konuya aynen şimdi benimde yapacağım gibi dalar. “Efendim! Şu zamandan şu ana kadar yazı yazmamış olmam sizler tarafından yazı yazmadığım anlamına gelmesin… Tontini ve Ela nın yazıları, sizlerin de Yazının altına iliştirdiğiniz o yorumları okurken, yorumları ve yazıları her daim ben yazıyormuşum gibi hissediyordum kendimi zaten… Falan da filannn” gibi bahaneler yapılır her zaman.

Gelelim bugünkü yazımın ana temasına:

Uzun zamandır bizlerin ev telaşı içerisinde olduğumuzu biliyordunuz Tontini’nin yani Dilek’in şuradaki ve burada ki yazılarından hangi sonuçlarla karşılaştığımızı sufi- sajayı takip edenler hatırlayacaklardır. Biz inanıyoruz ki yaşama bazen dileklerimizle ilgili mesajları doğru şekilde yaydığımızda, ( Siz blogcular bunu yazı yolu ile yapmayı çok iyi başarıyorsunuz) yaşamda birileri o sinyali alıp sizin adınıza doğru dualarda bulunarak evrene geri gönderiyorlar. Bu da bazen isteklerimizin oluşmasına sebebiyet yaratıyor.

Taşınma dönemi içerisinde biz de yaşama yeni sinyaller vermeye başladık, bunlar yazının başlığından da anlıya cağınız gibi Saman Ev, Grander ve yeşil enerjiye dair… İnsanın yaşadığı çevreyi yok etmeden yaşayabilme olasılığını sağlayan tüm materyaller. Geçenlerde internet üzerinde dolaşırken alternatif yaşam tarzları ile ilgili bir yazı; hayalimiz olan Saman Ev ile karşılaşmamıza sebep oldu. SAMAN EVde olur mu demeyin, şuradaki resimlere bakınca bana hak vereceksiniz ( Bir de kiracı iseniz bu hayalin Nasıl güzel geldiğini anlayacaksınız). İkinci dilek de: GRANDER diye bir ürün. Ne olduğunu kısaca söyle anlatabilirim; herkesin artık bildiği suyun hafızasının olduğu “90' lı yıllardaFransız bilim adamı Jacques Beneviste” ve bu hafızasının değişebileceği, bunun ise doğru düşünceden geçtiği Japon bilim adamı Masaru Emoto’ nun bazı belgeselleri yardımı ile bize belletilmişti.
Grander: işte Johann Grander'in bir buluşu olan bir ürün. Nasıl bir ürün olduğunu şuradan inceleyebilirsiniz.
Gelelim sonuca:

Bu yazıyı neden mi yazdık? Böyle çevre dostu ürünlerin olduğundan haberdar olmayanları haberdar etmek için. Hem de sadece bizim adımıza değil yaşamını 0 ila 100 arasında yaşayan insanoğlunun şu kısacık zaman diliminde geçici de olsa dileklerinin ve isteklerinin olması adına toplu bilinci ne kadar iyi düşünce olarak çoğaltırsak o kadar iyi işlerle karşılaşacağımızın sinyalini evrene yaymak için.



Hadi bakalım –PAMUK DÜŞÜNCELER KAFAYA-. Ne mi yapıyoruz? Bugün yaşama sinyal yaymamızın sinyalini yayıyoruz. Sevgilerimizle.

Devamı Buradan ...>>

16 Haziran 2009 Salı

BİR SORU , BİR CEVAP ve SUFİ BAKIŞI


Volkan Kemal arkadaşımız aşağıdaki satırlarında sufi ailesine yönelik samimi sorularını satırlara geçirmiş. Dostun, CESARET yazımıza içten yorumunu ve kısaca cevabımızı sizlerle de paylaşmak istedik.
SORU:
Merhaba
Ben de "cesaret" edip bir şey sorma cüretinde bulunmak istiyorum:
Blog'unuzun başında "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" özdeyişi var M. K. Atatürk'e ait olduğu söylenen, İsmet İnönü tarafından kaleme alındığı varsayılan "Gençliğe Hitap”ın en son cümlesi..Türk Gençliğine böylesi hitap.."Sufi""Sufizm" düşüncesiyle/felsefesiyle bağdaşıyor mu?
Mesela, benim kanımın "asil" olup olmadığını nereden ve nasıl anlamam ve ispat etmem gerekecek.
Asillik unvanı, neye, kime nasıl neden verilir?
Asil olmayan, kanları sulandırılmış olan (!) "kölelerin" özgür yasama/konuşma hakki ellerinden nasıl alınır..?
Bu tür soruları sorunca, deşince, işin içinden "Çapanoğlu mu" çıkar?

Dostlukla
Vkemal

Ve CEVABIMIZ:
Biz sufi- saja yı hayata geçirmeye karar verdiğimiz ilk gün itibari ile tüm dinlerin esas öğretisinin: insanın iç dünyasında var olan büyük kudretin farkındalığına varma ritüeli olduğu bilinciyle yola çıktık. Allah’ın yukarılarda bir yerlerde değil de İnsanın içinde (şahdamarından da yakın)olduğu mesajını naçizane bir şekilde verme fakirliği içerisinde geliştik. İsmimizin sufi oluşu nedeni; bize daha önceleri yasaklar ve günahlar, cehennem zebanileri portreleriyle diretilerek öğretilmeye çalışılan, dinler anlayışının dışına çıktığımızın anlaşılması duruşudur. Bu anlayış nedir sorusuna ise; yüz yıllardır semavi dinlerle söylenmiş sözlerin söz söylendikten sonra başkaları tarafından değiştirilmiş olmasından kaynaklanan sebepten dolayı, anlayamadığımız İnsanın İnsan olması öğretisidir. İnsanın insan olması öğretisi ise gördüğümüz her yaratılmışı kendimiz olarak bilme (köle-efendi diye) ayırmama anlayışıdır kısaca(zor olsa da.)Yaşam bizi her an olgunlaştırıyor, bilincimiz ve bakış açılarımız değişiyor. Bloğumuzun başındaki bize göre kutsallığı şüphe götürmez yüce önder Atatürk’ün bu sözünün derinine inildiğinde çok ufak bir duruşunu anlatmaya çalıştığımız sufizmle nasıl bağdaştığını daha iyi anlayacağımızı düşünüyoruz. İnsanoğlu hep arar: hayatı ve hayatın anlamını, ne olduğu, ne olacağını, nereden gelip, nereye gittiğini. Bu söz işte, bazen ufak sözlerin ne kadar önemli mihenk taşı olduğunu gösteren bir sözdür bize göre. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözü bizim için, Kuran ayeti gibi: Aradığın sende, uzakta değil Anlamı taşımaktadır.

Bizleri bu güne kadar yakından takip edip, zaman zaman takdir eden, imajımıza ters düşen sözlerimizi tesbit ettiklerinde, bizleri samimiyetle uyaran blog dostlarımız bu konuda ne düşünür acaba dedik ve bu soru ve cevabımızı burada yayınladık?

Sevgilerimizle.Dilek-Cem

Devamı Buradan ...>>

9 Nisan 2009 Perşembe

KAPISIZ DUYGU BAHÇELERİ


Öyle anlarımız vardır ki; içine müziğin o içli ritimleri süzülerek girdiğinde canlanır hatıralarımız. Akıp giden zamanın içinde, neresi olduğunu bilmediğimiz, sınırları ve kapıları olmayan kilitsiz anahtarsız girilebilen duygu bahçesindeyizdir bir anda. Odaklanıp notaların esintisine geçmişte kaldığını düşündüğümüz çerçeveleri getirip asıveririz duvarlarımıza. Fikret Kızılok’un bu parçasını her dinlediğimde kendimi böyle hissetmişimdir daima. Bir huzur ile duygusallık oturup yüreğimin tam ortasına, görüntüler mutluluk ve hüzünleri de toparlayıp atlayıvermişlerdir odanın tam ortasına.
Acaba herkes benim gibi mi hisseder merak ettim, siz de geçmişin ezgilerinden birini dinlediğinizde aynı hisle dalgalanır mısınız? Nedir nereye gidersiniz ve ne hissedersiniz? Yorum bölümüne yazdığınız yorumlarınızı bu başlık adı altında toplayıp içeriğini birlikte yaratacağız. Tabi izniniz olursa.


Devamı Buradan ...>>

20 Mart 2009 Cuma

BİSİKLETTEN ÖĞRENDİKLERİM:


EŞİTLİK ve DENGE yi öğrendiğimiz ilk eşya ya da vasıta gibi gelmiştir bana BİSİKLET. Çocukluk dönemimde aşkla bağlı olduğumu düşündüğüm vazgeçilmezimdi kendisi. Bu yazıyı yazarken hakkında konuşulacak ne kadar çok özelliği olduğunu düşünüyordum. Bisikleti kullanmayı öğrenme esnasında mutlaka yanı başımızda birisinin olması gerekliliği, nasıl denge sağlayacağımızı gösteren, arkadaki seleden tutup, pedalları çevirmedeki formülün sırlarını bize anlatacak, düşmeden nasıl bisikletle bir beden olacağımızı bize gösterecek rehbere ihtiyacımız olduğunu hatırladım: Aynı HAYAT gibi……..Nasıl ilk adımlarını atan çocuğun ellerinden tutacak ona destek olacak birine ihtiyacı varsa,

Bisiklet kullanmada da birine ihtiyaç duyulduğunu hatırladım. Senden önce öğrenenler öğrenmiştir bisiklete binmedeki denge unsurlarını, gidon, sele, fren elcik ayarlarını, vites kollarının rahat tutuş ayarlamalarını, kadro boyu, km, zil ayarlarını. Bir bilenden öğrenmişlerdir onlar da, bu sefer öğretici konumundadırlar artık ve öğretmeye çalışırlar bildiklerini, büyük bir bilgelik dersi verir gibi. Yaşam; değil midir dengenin var oluşundan türeyen?… Değil midir geçtiğinde denge çizgisinin öte tarafına seni cehenneme iten? Hayatı bisiklet kullanmayı öğretirken öğretici öğretiyor zaten. Hayat önden gidenlerin ayak izlerine basarak yürümek değil sadece… İklimler değişiyor, teknoloji, bilim, ilim ve hatta insanlar ve ihtiyaçlar bile gün be gün değişiyor. Bizi ileriye götürecek aracımız Pinokyo bisikletimiz de olmasa bizim kendimizi hayata ayarlayıp kadro boyu ayarımızı kilometre ve zil ayarlarımızı iyi yaptırmamız gerekiyor kanımca. Bisiklet kullanmayı öğrenirken öğreniyoruz hayatın gerçek yüzünü. Bugün hayatın anlamı nedir diye sorduklarında; eşitlik ve dengedir diyebilir misiniz? Neymiş hayatın anlamı?

Devamı Buradan ...>>

10 Mart 2009 Salı

DİNLENESİ ALBÜM/ TRİ A TOLİA


Sessiz bir yürüyüş içerisindedir aşk yolunun yolcusu; duyulmaz ne ayağının sesi, nede nefesi. Bir gizi muamması vardır gittiği yolda, kendine doğrudur yol, sabahın sessiz güneşi gibidir ateşinin ısısı. Aşk derdine düşen bilir ve görür solmuş benizleri ve yaralı ciğerleri. Bilmez aşk derdine düşmemiş olan ne bilsin yürek sancısını. Gözünün gördüğüne ve sanmaya devam eder kendinde var olan zan ile. Oysa sessiz bir yürüyüş içerisindedir aşk yolcusu.Onu ne bağ duyar ne de bağbancı...Türkü sözlerinin sahibi Teslim Abdal'a ve seslendiren Melike'ye gönülden teşekkürler.Sufi(Cem)


Discover Tri a tolia!

Devamı Buradan ...>>

16 Şubat 2009 Pazartesi

ÖDÜLÜMÜZ ÖZ'ün OLSUN MU?


Sevgili Blog dostlarımız, dostluk ödülü ile ödüllendirmişler bizleri.
Gerek internetten, gerek okuduğumuz kitaplardan, gerekse zihnimizden akan kelimelerin birikimiyle manalara dönüştürülmüş ifadelerimizi bir yılı geçkin sizlerle paylaştık. Manada ve ruhta sizlerle beraber olduk ve daha nice yıllar bu paylaşımlarımızı ölmez sağ kalırsak sürdüreceğimizi umuyoruz. Ancak bu ödülü; oluşmuş bir sufi saja benlik bilinciyle değil; özden öze akışın doğal sonucu olarak nitelendirip kabul ediyor, sevgimiz ve ilahi aşkımızla donatıp takip ettiğimiz tüm blog dostlarımıza dostun nefesiyle üflüyoruz. Özümüzden akan; Özünüzden fısıldayanla bir olduktan sonra Ödülümüz de, Özün olsun mu?Sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

9 Şubat 2009 Pazartesi

KÖYLER DAHA APARTMAN OLMADAN ÖNCE



Geçmiş; nelerin özleminin izini bırakıyormuş insanın içerisinde gün gelir hatırlarız.
Nelerin kelimesi basitleştirme içermiyor, sadece özlemini taşıyor özlenmişliklerin.
Daha henüz 50 hanelik köylere apartman adı verilmediği günlerden, insanların biz oldukları dönemlerden, tadılmış ama doyulamamış beraberliklerden bahsedeceğiz. O zamanlarda öyle ortamlarda yaşayanlar anlar bizi.

Konservelerin birlikte yapıldığı, eriştelerin birlikte kesildiği dönemler; evlerin kokusunun ahşap parfümlü olduğu, buzdolaplarının olmadığı yiyeceklerin tel dolaplarda saklandığı, komşudan gelen dolu tabağın geriye boş dönmediği, sebzelerin bahçelerden, meyvelerin dalından toplandığı, yoğurdun hazır alınmadığı, kar yağınca konu komşunun birlikte kaydığı, bakkala veresiye yazıldığı, piknik tüp ile pikniğin birleştiği, yayı çıkan yatakların olduğu, civciv beslediğimiz, koyun postundan yaygılarda oturduğumuz, açık bisküviler yiyip, sade gazozlar içtiğimiz, kasetçalarların çaldığı, polis radyosu, trt çocuk korosu, Ayşegül ve cin ali çocuk kitaplarını okuyup, çoraptan örülmüş kapı önü paspaslarına ayaklarımızı silip odun sobalarında ellerimizi ısıttığımız günlerden bahsetmek istedik. O günler sanki dün gibi hafızalarımızda capcanlı duruyor. O zamanlar bilirdik birlikten kuvvet doğduğunu, galiba şimdilerde unuttuk.
Bozulmayan çocuk saflığımız üniversite yıllarına kadar sürüüüp gitti. Ne zaman mı bozulduk?
Aldatıldıkça, aşağılandıkça, marka merakına, medeniyetle iç içe yaşamaya başladıkça, apartman dairelerinde konu komşuyu unutup selamı sabahı insanoğluyla kestikçe yalnızlaştık… Dört kişi birleşir” ya, hannan ya mennan ya semi ya basar” deyip yerdeki bir ağırlığı haydi deyip parmaklarımızla kaldırmaya çalışırdık. Sihirli kelimelerimizdi bunlar. Rüyalarımızda bile batan gemileri denizden, kaybolanları gittikleri yerlerden bulup getirirdik nasılsa. Görünmez yapardık birbirimizi sihirli değneklerimizle. Kibrit kutularının içinden uzun ip geçirip kutulara konuşur ipin öbür ucunun bağlı olduğu kutuya dayalı olan kulağa duyururduk sesimizi ip vasıtasıyla. Aslında ilk cep telefonunun hayalini önce bizler kurmuştuk Belki de biz oluşturduk. Aşağıdaki video bizi o günlere götürdü bir çocuğun saflığı ve cesareti nelere muktedirmiş bir kez daha görüp geçmiş günlerin güzelliğini hatırladık ve sizlerle paylaşmak istedik, sevgilerimizle
Dilek - SufiCem (Bu Yazıyı İki Kişi Yazmıştır)



Devamı Buradan ...>>

2 Şubat 2009 Pazartesi

DOSTLUK TEKLİFİ


Biliriz ki her şey içimizde yaşanır… Fakat sanki bizim dışımızda yaşanıyormuş gibi algılarız ANI. Pekâlâ, ne zaman anlarız geçmiş ve gelecek arasındaKİ Anı? AN; bu ikisi arasında sıkışmayan ANIN ta kendisi değil mi? Kimi zaman da fark edersin anı, kimi zaman geçmişte yaşarsın ANı… Bazen bir müzikte, kokuda, bakışta, yerde yaşatırsın. Anlamak, Anımsamak değil midir ki AN geçmiş olunca olur adı ANI.
ZamANın birinde Bir kırlangıç vardı dost arayan, bilirdi, yalnızdı konduğu pencerenin camının ardındaki adam. Çaldı pencerenin camını kırlangıcımız, ürkek gaga tıklamasıyla, pencereyi açtı yalnız adam iç titremesiyle.
“-Ben dost arıyorum” dedi küçük kuşumuz,
“-Sen de yalnızsın, olalım mı seninle DOST?”Adam:
“-Nasıl olur? Sen kırlangıçsın, bense bir insan nasıl oluruz biz dost?”Adam kapattı pencerenin camını kırlangıcın yüzüne. Kırlangıç başını önüne eğdi hüzünle. Kırlangıç her gün yine de geldi cama, tıkladı camı yılmadan:
“-Olalım mı seninle DOST?” dedi.
Adam, her seferinde: “HAYIR” dedi.
Gelmedi kırlangıç bir gün. Adam baktı etrafına olmak için şimdi onunla dost. Aradı sordu diğer kırlangıçlara nerede olabilir acaba diye? Ama kırlangıcın ömrünün 6 ay olduğunu hiç öğrenemedi.
Eğer adam: kırlangıcın dostluk teklifini Anda değerlendirebilseydi; sonradan üzülüp böyle pişmanlık duymak ister miydi?

Devamı Buradan ...>>

28 Ocak 2009 Çarşamba

NEREDEN Mİ GELDİ AKLIMA?


Derin bir sessizlik vardı O gün evin içinde, 10 ila 11 yaşlarındayım sanırım. Annem babama "–Şimdi ne olacak diye soruyordu." Babam ise: " -Bilmiyorum yaşayıp göreceğiz diyordu, biz de istemiyoruz böyle olmasını ama buna zorladılar."
Akşam olunca yemekteki huzursuzluk bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Yemekten sonra anneme ne olmuş diye sordum " -Babanlar GREV'e gidiyor dedi." "Ne demek grev? "Diye sordum anneme, anlatmaya çalıştı benim yaşımdaki bir çocuğun anlayacağı bir dille. Ne yalan söyleyeyim anlayamamıştım ilk zamanlar, çocuk aklımca. Babası benim babam gibi greve giden arkadaşlarım ile ortak bir paydam olmuştu grev. Ama grev denilen şey, bana ve aileme zamanla gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. Babamlar tam 137 gün sürecek bir greve gitmişlerdi. bu dönem içerisinde bir şehir düşünün ki; her kez sizin gibi... Sizin gibi olmayanlar ise, sizin gibi olanlara ne kadar yardım edebilirlerse o kadar yardım yapıyorlardı. Bugün baktığımda bizi biz yapan unsurların geçmişte yaşadıklarımız olduklarını daha iyi anlıyorum. Bir ekmeğin değerini... makarnanın, çiçek yağının, kuyruğa girip sıranın gelmesini bekleyip eve yiyecek getiren bir çocuğun ne hissettiklerini... Emeğin değerinin ne olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Nereden mi geldi aklıma? Bir yerlerde grev yapan insanların enerjisi olsa gerek. Nereden mi geldi aklıma? İşten çıkarılanların enerjisi olsa gerek. Nereden mi geldi aklıma? İnsanların umutsuzluklarının ve gelecek endişelerinin enerjisi olsa gerek. Nerden mi geldi aklıma?
Bağdat’ta dükkânlar yanıyor çok şükür bizim dükkanımız yanmıyor dememek için. İçimizdeki güzellik enerjisi'ni yaymak için. Allah işsiz kalanların yardımcısı olsun.

Acıya dair bir söz:“Çekilen acılar olgunlaşmaya mecbur meyvelerdir” Aşkla....Sufi/Cem

Devamı Buradan ...>>

27 Ocak 2009 Salı

AÇ KAPILARINI AŞK'A HADİ


Aç kapılarını söz içerisinde yatan mana tık tıklarına. Girsin içeriye güzellikleri ile gelen sevgi cümlecikleri, temizleyecek seni en güzel kokulu harfleri ile yeniden doğacaksın yaşamın anlamlılığına karşı. Göreceksin gördüklerini gerçek suretleri ile bakanın sen olduğunu anlayacaksın ikilikten sıyrılıp. Mana gözünde birleyeceksin çokluk denizini bir İSİM de, ve adına BİZ koyacaksın ya da O ama her ikisi de senin senliğine dair bir şey olacak. Hadi aç kapılarını, söz içerisinde gizli mana tık tıklarına. Hadi!

Devamı Buradan ...>>

24 Ocak 2009 Cumartesi

İÇİNDE DEĞİL İNSANLAR SADECE ARASINDALAR


Uzun zaman önce izlediğim Bana bir şeyhler oluyor adlı tiyatro gösterisini tekrar hatırlatmak istedim. Hatırlamaya da gerçekten ihtiyacımız da varmış, Gösteri içerisinde geçen sözlerin bazılarını alta ekledim.İzlemeyenlere ısrarla önerebileceğim seyirliklerden.
"..sevmenin pek az çeşidi vardır gönül raflarında. Birini, ya da bir şeyi, seversiniz, ya da çok seversiniz. Ama iş "sevememeye" gelince, sonsuz seçenek vardır önünüzde. İster sinir olursunuz, ister gıcık olursunuz, iğrenirsiniz tiksinirsiniz, hatta sık sık nefret bile edersiniz. Ne yazık. Ne yazık insan, sevmeme çeşitlerine harcıyor mesaisini çoğunluk. Oysa sevin dedi tanrı. Adı "sevgili" olanlar bile karşılık istiyor kalbinin atış hızına. Ben seni seviyorum ama dur bakalım sen de beni "benim seni sevdiğim kadar" seviyor musun? Oysa sevin dedi tanrı. Önce sizi sevmeyenlerden başlayın işe, karşılık istemeden, pazarlıksız sevin, sizi seveni de sevmeyeni de. Oysa sevin dedi tanrı, önce sizi sevmeyenlerden başlayın işe, karşılık istemeden, pazarlıksız sevin, sizi seveni de sevmeyeni de. Oysa sevin dedi tanrı, önce, sizi sevmeyenlerden başlayın işe..."



"hiç kitap okumayan bir adam niçin merak eder seneye yazılacak kitapları?
Bu dünyada bile yaşamayı beceremeyen niçin merak eder diğer gezegenlerdeki hayati?
Geçmiş ve bu gün ne zaman bitirildi de gelecek sorgulanıyor?
İşler hala kalleşçe hallediliyor ikili ve uluslararası ilişkilerde...
Her ülkenin sinir komşuları dost ve kardeş düşman ülkeler.
Doğru düzgün top bile oynayamıyorlar kavgasız!
Oyunları savaş gibi görenler savaşı da oyun gibi görüyor elbet.
Aynı kadına sevdalananlar birbirini vuruyor, ayni şeyden nefret edenler can ciğer arkadaş.
bir şeyi, bir kadını, bir erkeği ya da bir ülkeyi sevmenin cezası ölüm bile olabiliyor bazı.
Devamı Buradan ...>>

20 Ocak 2009 Salı

MİRAS

Hayat masasında kendime otopsi yapan kendim, derin bir çizik atıyor bağrımın tam ortasına, acı duyuyor gibiyim, hissettirmemeye çalışıyorum kendime. Acımasızca çıkarıyorum cansız olduğunu düşündüğüm bedenimden iç organlarımdan bir kaçını. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Yüz yıllar öncesinden kalan bir mirasmışçasına olgunluk ve huşu içersinde, ibadet edercesine yapıyorum işimi. Kendimden kendime bir ses işitiyorum sanki toprağın derinliklerinden çıkan tohum misali. Kendim için yapıyorum bunu diyorum, her şeyin daha iyi olması için. Acı hissedenin ruhum olduğunu anlıyorum aslında. Keskin bir bakış atmadığımı anlıyorum (Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır; "Kıyamet suresi: 14 " Bedenimin içinde yatıyormuş gibi görünen ama onunla bir olan bana, bu keskin bakış.
İçimde boşluk oluşuyor bir anda anlıyorum ki artık içimde bir şey kalmamış. Sıra seni sen yapacak olanda diyor sessiz sözsüz konuşan gizemli ses. Gözlerimin karanlıkta kaldığını hissediyorum, dilimde yok fikrim de. Güzel bir duygu kaplıyor içimi üstüme örtülen örtüden midir nedir bilmem? Her şey tamam.
" Artık dirilme zamanı kendimi yeniden yapacağım" diyor kendim," içine BEN gireceğim."
Devamı Buradan ...>>

7 Aralık 2008 Pazar

ZEKİ MÜREN/ DİNLENESİ

Normalde bugün dinlenesi albümler yayınlardım, ancak bayramın içimizde sızı bırakacağını bildiğimden, bizlere de nostalji olsun diye ve bloğumuzun Yazarlarından Tontini'nin her dinlediğinde gözlerinin dolmasına ya da mutlu olmasına sebep olan Zeki Müren'in bir şarkısını ona bir bayram hediyesi olarak vermek istedim. Tabi ki sizlere de. Bayramınızın mutlu geçmesi dilekleri İle. (Aklıma gelmişken Tontini size bir gün Zeki Müren ile ilgili başımızdan geçen ilginç olayın hikâyesini yazacaktır diye düşünüyorum.)
Devamı Buradan ...>>

19 Kasım 2008 Çarşamba

İÇSEL YOLCULUK:

Tasavvufta YOL’a gitmek vardır. Allah’a giden YOL’ da yol ALMAK mesele… Ama en zoru ise YOL OLMAK eğilip sırtından atlatmaktır yola gidenleri. Çerini çöpünü toplayıp kurtarmaktır mesele, batağa batanları. Bunları yapabilenlere aşk olsun… Açmak 4 kapıyı sırasıyla, geçebilmek 4x10 caddeyi edebinle. Temizlemek lazımdır attığın her adımda, basılan her toprağı. Fark edip hataları kusurları bir bir ayıklamalı. 4 kapıda da vize gerek, pasaportun damgalanmalı.
“Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi.

İsteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyeceğini söyledi.
Yarışma günü, insanlar akın ettiler. Bazıları en güzel arabalarını, bazıları en güzel elbiselerini getirmişti: Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı, kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu.
Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerine hepsi aynı şikâyette bulundu: Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlaştırıyordu.
Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzattı:
“-Yolculuğum sırasında, yolu tıkayan taş ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı.
Kral gülümseyerek cevap verdi:
"-O altınlar sana ait delikanlı."
"-Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı."
"-Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandın, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin."
Çünkü yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir.Sevgilerimizle.
Hikâye: Bütün dünya’dan
Resim:Dilek özmen

Devamı Buradan ...>>

10 Kasım 2008 Pazartesi

AĞLAYALIM ATATÜRK'E















TÜRK MİLLETİ ATATÜRK'Ü ALLAH'A, SAHİP OLDUĞU HER ŞEYİ İSE; ATATÜRK'E BORÇLUDUR




Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Başboğa olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı

Şüphesiz bu dünya fani
Tanrı'nın aslanı hani
İnsi cinni cem'i mahluk
Hepisi birden ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman tanrım bu nasıl hal
Atatürk'e erdi zeval
Yas çekip nevsen ağladı

İskender-i Zulkarneyn
Çalışmadı bunca leğin
Her millet Atatürk deyi
Cemiyet-i ahvam ağladı

Atatürk'ün eserleri
Söylenecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti vatan ağladı

Fabrikalar icad etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk'e terk etti
Döndü çark devran ağladı

Bu ne kuvvet bu ne kudret
Varıdı bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Türkler giydi hep kareler
Semerkand'ı Buhara'lar
İşitti her yan ağladı

Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşal Fevzi'nin askerleri
Ordular teğmen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalınız gidenler gelmez
Felek-el mevt'in elinden
Her giden insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil düşman ağladı

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU.
.
Devamı Buradan ...>>

3 Kasım 2008 Pazartesi

BİRAZ DA HOCA NASREDDİN'İ ANALIM:


Hoca 10 akçeye aldığı 10 odunu, 9 akçeye satıyormuş
-"Hocam bu ne iştir hiç böyle ticaret olur mu?" demişler. Hoca da
-"Önemli olan işi nasıl yaptığın değil, insanların seni iş yaparken görmesidir “ demiş..

*******

Hoca bir gün ikide birde hocam bize de uğra hiç ziyaretimize gelmiyorsun diye sitem eden dostuna ziyarete gider. Kapıyı hanımı açar, Hoca sorar;

“-Efendin evde midir hanım”

“Kocam çarşıdadır.” der kadın. O arada yan odanın penceresinden adam hocaya bakar kaçar. Hoca:”-kocanın çarşıya gittiğini söylüyorsun da hanım; efendi kelleyi evde unutmuş.”der.

******

Hocanın bir gün eşeği ölür bir matem bir yas gözyaşı döker durur. Zaman geçer karısı ölür cenazesi kaldırılırken yanında eşi dostu, hocada hiç ses yok… Dostları sorar;

“-hocam be eşeğin öldü onca gözyaşı karın öldü bir damla gözünden yaş akmadı bu ne haldir?”Hoca

“-Olur, mu be kızanlar? Bizim kaşık düşmanı öldü sana yeni bir hatun alırız, şöyle gencinden deyip beni teselli ettiniz. Eşeğim öldüğünde biriniz sana yenisini alırız diye tek bir laf bile etmediniz “ der.

******

Bir gün hoca koşarken ezan okur. Görenler kan ter içindeki hocaya sorarlar:

“-Hocam, bu ne haldir hem ezan okuyorsun hem koşuyorsun bunun anlamı nedir?”Hoca;

“-Koşuyorum, bakıyorum ki sesim nereye kadar ulaşıyor” der.


Devamı Buradan ...>>