A Clockwork Orange
Kubrick, 1970 yılında, kendine sonsuz özgürlükler vaat eden Warner Bros ile anlaştı ve bu birlikteliğin ilk ürünü "A Clockwork Orange / Otomatik Portakal" oldu. Filmin uyarlandığı Anthony Burgess imzalı kitap, şiddet yanlısı ve pornografik bulunarak İngiliz hükümetince yasaklanmış ama kısa sürede kült bir eser haline gelmişti. Kubrick'in genel olarak ilgilendiği temalarla yakınlık içindeydi roman. Şiddetin çeşitli görünümlerini sergiliyor, sadece sapkınların değil, normal insanların ve hatta şiddeti kökünden kazımaya karar veren bilimin bile yakasından düşmeyen bu dürtünün, şekil değiştirse de, her zaman insanoğlunun karşısına dikileceğinin altını çiziyordu.
1980'ler İngiltere'sinde son derece güvensiz, sevgisiz ve iletişimsiz bir ortamda geçiyordu hikâye. Yeniyetme bir delikanlı olan Alex ve arkadaşlarının en büyük zevki, masum insanlara şiddet uygulamaktı. Geceleri çıplak kadın vücudu figürleri ile dekore edilmiş Korova Bar'da, kendilerine enerji verecek özel bir süt içtikten sonra.......
"ava" çıkan bu gençler, kendilerine özgü giyim kuşamları, taktıkları pinokyo maskeleri ve yalnızca kendilerinin anladıkları argo dilleri ile şehirde tek kelimeyle terör estiriyorlardı. Üstelik bu eylemlerde yalnız değillerdi. Farklı üniformalara bürünmüş pek çok gençlik çetesi dolaşıyordu Londra sokaklarında ve hepsinin eğlence anlayışı aynıydı. Aslında uyguladıkları şiddet, eğlence olmaktan öte, bir var olma, kendini duyurma eylemiydi. Zamanla, arkadaşlarına üstünlük taslayan Alex ve çete üyeleri arasında anlaşmazlıklar ba gösteriyor, arkadaşları onu bir cinayet sonrası polisin kucağına terk ediyordu. Hapse giren Alex'in ıslah edilmesi mümkün değildi. İncil'i okurken bile İsa ile değil, ona eziyet eden Roma askerleriyle özdeşleştiren bu genç, hükümetin henüz deneme aşamasında olan "tiksindirme terapisi"ne katılmaya hak kazanınca, şiddet el değiştiriyor, Alex yavaş yavaş zavallı bir adam konumuna taşınıyordu. Terapinin amacı, suçluyu, şiddetin her türünden ve seksten midesi bulanacak kadar tiksinen, kendisine saldırıldığında bile karşılık veremeyecek derecede bu eylemlerden uzaklaşmış biri haline getirmekti. Deli gömleği giydirilip koltuğa bağlanan, damarlarına sayısız ilaç zerk edilen ve gözleri kapanmaması için kıskaçlarla tutturulmuş bir halde şiddet filmleri izlemeye zorlanan Alex, sonunda temizleniyor ve salıveriliyordu. Evet, Alex değişmişti ama dışarıdaki dünya aynıydı. Ondan utanan ve hatta korkan ailesi, kendilerine çoktan yeni bir oğul bulmuştu. Çete arkadaşları artık bir polisti. İçlerindeki şiddet dürtülerini legal yollar ile doyuruyorlardı. Üstelik karısı çete tarafından gözlerinin önünde tecavüz edilip öldürülen yazar Alexander da peşindeydi Alex'in. Bu şiddet dolu dünyada, şiddetten tiksinerek yaşamasına olanak olmadığına karar veren genç adam intihara kalkışınca, tüm basın yanında yer alıyor, bir insanı insanlıktan çıkardıkları için hükümete savaş açıyorlardı. Elbette bu durumda yapılması gereken şey, Alex'i iyileştirmek, yani eski "kötü" haline geri döndürmekti. Argoda, hayatı başkaları tarafından yönetilen, oyuncaklaşmış insan anlamına gelen "Clockwork Orange", alt metni oldukça zengin bir filmdi. Seyirciyi, şiddeti salt bir olgu olarak düşünmeye yöneltiyordu öncelikle. Şiddet insanın içindeydi. Kolaylıkla el değiştirebilir, cellatlar kurbana, masumlar suçluya dönüşebilirdi. Sorun, yasaklamalar ile çözülemeyecek kadar karmaşıktı. Ancak, insan seçmekte özgür olduğunda şiddeti yadsıyacak düzeye geldiğinde bahsedilebilirdi iyilikten... Biçimsel olarak da oldukça yaratıcı bir filmdi "Otomatik Portakal". Kubrick, diyalogları bir şiir ahengi ile hazırlamış, şiddet sahnelerini bale tadında gerçekleştirmiş, hikâyesini Beethoven'in 9. Senfoni'si ile destekleyerek, ironik bir tavır koymuştu. Sanatçının 1820'li yıllarda Avrupa'da baş gösteren güvensizlik ortamında halka moral aşılamak amacıyla bestelediği bu senfoni, Schiller'in "Neşeye Övgü" şiiri ile bezenmiş, umut dolu bir eserdi. Alex ve arkadaşlarının şiddet eylemlerine eşlik eden 9. Senfoni, filme farklı anlamlar kazandırıyordu. Kubrick aynı yaklaşımla gene Kelly'nin unutulmaz müzikal parçası "Singing in the Rain / Yağmurda Şarkı"yı da filme dahil etmişti. Ayrıca filmin içerdiği düşünceler sayısız detaylarla da destekleniyordu. Alex'in yoga hocası yaşlı kadını, evde bulunan dev penis heykeli ile öldürmesi, müzik markette tanıştığı genç kızlarla seviştiği sahnede hızlandırılmış çekimlerin yarattığı "tüketim" düşüncesi, çete üyelerinin cinsel organlarına, gittiği ülkeye göre cüce yada bir dev olan masal kahramanı Guliver'in adını vermeleri, Alex'in eski haline dönmek için gördüğü tedavi sırasında, bakanın ona kendi elleri ile biftek yedirirken, gelecekte hayatının güvence altında olacağına dair söz vermesi gibi...
Film gösterime girdikten kısa bir süre sonra İngiltere'de yasaklandı. Nedeni, bazı gençlerin kendilerini Alex ile özdeşleştirip, şiddet eylemlerine kalkışmalarıydı. Bu, Kubrick'in beklemediği bir durumdu elbette. Kaldı ki film, şiddeti yücelten bir tavrı benimsemiyordu. Kubrick, filmini gösterimden çekti ve "Otomatik Portakal" yönetmenin ölümüne dek İngiliz sinemalarında oynayamadı. Çok çeşitli eleştiriler aldı "Otomatik Portakal". Kimileri, ahlak dışı buldu. Kimileri yönetmeni sokak serserilerini sinema salonuna çekip para kazanmakla suçladı. Kimileri de filmin son derece sıkıcı ve anlamsız olduğunu düşündü. Tüm bunların arasında ünlü usta Lois Bunuel'in yorumu ise dikkat çekiyordu: "Otomatik Portakal" yeni favorim. Hakkında olumsuz çok şey duymuştum. Ama izledikten sonra fark ettim ki, modern dünyanın gerçekte ne olduğunu gösteren tek film bu...
Kaynak:http://www.40ikindi.com..
1 Şubat 2008 Cuma
A Clockwork Orange- Otomatik Portakal
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder