.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAJA BAKIŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2015 Cuma

RAYLAR BOYUNCA MENDİLİMDE KAN SESLERİ




ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi,
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir.
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı...

bilmezlikten gelme ahmet abi,
umudu dürt
umutsuzlugu yatıştır.
diyeceğim şu ki ;
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler,
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse...

ah güzel ahmet abim benim,
gördün mü bak;
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar,
ve dağılmış pazar yerlerine MEMLEKET.
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile,
gelse de
öyle sürekli degil,
bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün.
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar...

ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar,
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

mendilimde kan sesleri...
                                         
Edip Cansever.

Devamı Buradan ...>>

15 Mayıs 2014 Perşembe

28 Kasım 2013 Perşembe

HADİ-(Hâdî)

Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı,herkes kalbinin rengini bulaştırır etrafındakilere. Hayata iz bırakanların yaşadığı, Aşk ile terbiye olanların kokusunu az duyduğumuz zamanlar geçiriyoruz. İçimizdeki yüce kudrete sığınmaktan başka yapılacak bir şey yokmuş gibi hissettiğimiz anların çokluğu ile terbiye oluyoruz. fakat en çok ihtiyacımız olan oranın farkındalığına vara bilmek. oradan halledeceğiz bu işi aşk ile yapacağız. Etrafımızdaki ayrımcılığı,iki gören gözü,seni ve beni oradan düzelteceğiz bizi biz yapan ortaklığımız ile içimizde sakladığımız saf çocuk ile yapacağız. Hâdî:hidâyete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan demektir.
Devamı Buradan ...>>

24 Ağustos 2012 Cuma

HAYATI SEVGİSİZ BIRAKMA.

Ne kadarda iyi biliyoruz aslında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu değilimi? sadece  işimize gelmiyor evrensel doğruyu hayata geçirmek. ne zaman kayıp ettik kendimizdeki cevherin her şeye hüküm edeceğini.  niçin sevgiye ait hüküm gücümüzü kullanmak yerine onun zıttı olan ile hüküm kurmaya çalışıyoruz. olmuyor işte yüz yıllardır deniyoruz olmuyor. Umudumu koruyorum biliyorum ki Her şey güzel olacak. Hayatı sevgisiz bırakmamaya.



Devamı Buradan ...>>

1 Temmuz 2010 Perşembe

RANGO ANİMASYON

Yeniden selamlar, tam bir haftadır post girmeyen sufi-saja ekibi kısa bir doğa'ya yolculuk sonrası(bu yolculuk sizlerle daha sonra paylaşılacak)yine sizlerle. Sizlerinde gönlünü almak amacı ile ayağımızın tozu kurumadan 2011 yılı mart ayında vizyona girecek olan bir animasyon filmini sizlerle paylaşmak istedik.
Animasyondan kısaca bahsetmemiz gerekirse Karaip korsanları filminin emekçilerinin bir çalışması. Animasyonda ana karakter bir bukalemun ve onun başından geçen maceralar anlatılıyor. Seslendirmesini ise johnny Depp Yapıyormuş bizden söylemesi.

Devamı Buradan ...>>

20 Haziran 2010 Pazar

GÜYA "BABALAR GÜNÜ" BUGÜN


600 bin çocuğun ana babası okulların kapısında bekleşiyordu dün, “Acaba benimki hangi üniversiteye girecek” diye...

600 bin çocuğun ana babası televizyon başında bekleşiyordu dün, “Acaba benimki mi şehit oldu?” diye...
Güya Babalar Günü bugün...

Ekran bana bakıyor...
Ben ekrana...
Sözün bittiği yerdeyiz sanırım.
En iyisi as levhayı git...
Cenaze dolayısıyla kapalıyız.

"Yılmaz Özdil"
Devamı Buradan ...>>

17 Haziran 2010 Perşembe

NERELERDESİNİZ ???

"Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa,
neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir
ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur,
olması gereken kendiliğinden olur!
İzlemene devam et,


şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde,
o bir dengedir,o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş,
güzellik olanlarin içinden filizlenecektir;
zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur!..
Hayat üçbucukla dört arasındadır...

Ya üçbuçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın..."
NEYZEN TEYFİK
...................................................................................
Diğer yandan...
Ya zamanından çok erken gelirim,
Dünyaya geldiğim gibi
Ya da zamanından geç gelirim
Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım,
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya herşey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamıştır.

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın,
Ölüme erken sevi-ye geç
Yine geç kalmışım bağışla sevgilim
Sevi-ye on kala ölüme beş...
AZİZ NESİN
................................................................................................

Siz neresindesiniz yaşamın,
Üç buçukla dört arasında mısınız?
Yoksa geç mi kaldınız herşeye?...

Resim:Rafael Olbinski

Devamı Buradan ...>>

8 Mayıs 2010 Cumartesi

TANRI OKULU

Olaylar sonsuz bir çölde başlar. Tanrı ile Narada adlı bilge yan yana yürürlerken gözleri engin boşluğa dalar. Bir süre sonra Narada Tanrı’ya dönüp sorar: "Ey yüce Tanrım, bu dünyanın ve orada yaşayan bütün yaratılmışların hayatının görünümlerinin ardındaki sır nedir?"Tanrı gülümser ve susar.Yola devam ederler. "Evladım," der bir süre sonra Tanrı ve ufka bakar, "Güneşin sıcağı beni susattı. Bu yoldan biraz daha gidersen bir ırmak bulacaksın. Irmağı takip et, bir kasabaya geleceksin. Oradaki evlerden birine git ve bana bir bardak soğuk su getir." "Hemen," der Narada ve yola koyulur.

Bomboş arazide dakikalarca yürüdükten sonra gerçekten bir ırmağa gelir.
Irmağın öte yanında bir yerleşim alanı vardır. Narada derli toplu görünen bir çiftlik evine yaklaşır ve eski tahta kapıyı çalar.Kapı genç, güzel bir kız
tarafından açılır. Gözleri ışıklar saçmakta ve Narada’nın gördüğü diğer kadınların gözlerine hiç benzememektedir. Kızın gözleri ona Yüce Tanrı’sının gözlerini
hatırlatır. Narada bu gözlerin içine baktığı anda Tanrı’nın talimatını ve oraya geliş amacını unutur. Kız onu içeri davet eder ve ikramda bulunmak ister. İçeride, kızın annesiyle babası bu bilge kişinin gelişini bekliyor gibidirler. Narada için en nadide yiyecekler hazırlanmıştır. Hiç kimse oraya neden geldiğini ve ne
istediğini sormaz. Uzun yıllar önce aralarından ayrılıp uzaklara gitmiş eski bir dost, sanki şimdi geri dönmüş gibidir.
Narada bu dost canlısı ailenin evinde birkaç gün kalır. Kendisine gösterilen konukseverlikten çok memnundur ve genç kızın güzelliğine gizli bir hayranlık beslemektedir. Bir hafta böylece geçip gider, ardından iki hafta daha geçer. Narada çiftlikteki günlük işlere katılmaya başlar ve kısa bir zaman sonra aile, orada sürekli bir misafir olarak kalmasını ister. Narada bunu sevinçle kabul eder ve
bir zaman daha geçer. Nihayet, rüya gibi geçen günlerin sonunda Narada evin kızı ile evlenme arzusunu dile getirir. Baba çok memnundur. Dediğine göre herkes bunu ümit etmiştir. Narada ile genç kız mutluluk içinde evlenerek aynı eve yerleşirler.
Çok geçmeden bir erkek çocukları dünyaya gelir, ardından bir erkek çocuk daha doğar ve sonunda bir de kızları olur. Narada kasabada küçük bir dükkan açar ve kısa sürede işini büyütür. Eşinin annesi ve babası öldüğünde ailenin reisi artık o olmuştur. Zaman akar gider,kasaba halkı mali işlerde Narada’nın rehberliğine güven duymakta, hatta giderek kendisinden kişisel tavsiyeler de istemektedirler. Çok
geçmeden belediye meclisinde yüksek bir göreve getirilir. Hayatı,kaçınılmaz olarak, bir kasabada yaşamanın verdiği doğal sevinçler veüzüntülerle doludur. Böylece hayat anlamlı ve başarılı bir şekilde yıllarca sürüp gider.Derken muson yağmurları mevsiminde bir sabah gökyüzü kararır ve görülmemiş şiddette bir fırtına ile yağmur yağmaya başlar. Çok geçmeden ırmak taşar ve sular öyle yükselir ki, sel baskını
tehlikesi doğar. Evler olduğu gibi sulara kapılıp gitmektedir.Akşama doğru fırtınanın dinmeyeceği ve kasabayı kurtarmanın bir yolu olmadığı anlaşılmıştır. Narada, kasaba halkını uyardıktan sonra ailesini toplayarak gecenin karanlığında yollara düşer. Kendilerine daha yükseklerde güvenli bir yer bulmayı ümit etmektedir. Eşi ve iki oğlu kasırga şiddetiyle kükreyen rüzgara karşı direnirken ona
sımsıkı sarılmışlardır. Küçük kızını da göğsüne bastırmıştır. Rüzgar korkunç bir şekilde esmekte ve sel suları git gide yükselmektedir. Narada karşılarına bir duvar gibi dikilen yağmurda ilerlemeye çalışırken birden ayağı takılır. Azgın tabiat kuvvetleri oğullarından birini babasının kollarından koparıp alır. Onu
yakalayacağım derken diğer oğlunu da elinden kaçırır. Hemen ardından şiddetli bir rüzgar küçük kızını bağrından çekip alır ve sonunda sevgili karısı da sel sularına kapılarak uğuldayan karanlığa karışır.

NARADA çaresizlik içinde feryat eder ve ellerini göğe açıp, acıyla kıvranır. Ancak feryatları o korkunç gecenin derinliklerinden doğan dev gibi bir dalganın içinde duyulmaz olur. Dengesini kaybetmiş ve bayılmıştır. Bedeni azgın sularla oradan oraya çarparak ırmakla birlikte sürüklenir. Saatler geçer, hatta belki de günler. Narada acılar içinde yavaş yavaş kendine gelir, neredeyse çıplak ve yarı ölü bir vaziyette ırmağın çok daha aşağılarında bir kumsala sürüklenmiş olduğunu fark
eder. Şimdi gün aydınlanmış, fırtına dinmiştir. Ancak ortalıkta ailesinden en ufak bir iz olmadığı gibi, başka bir canlı da görünmemektedir. Narada kumların üstüne yüz üstü düşüp dakikalarca kımıldamadan yatar. Her yanı ağrımaktadır, tek başına kalmıştır, üzüntü ve terk edilmişlik duygusundan deliye dönmüştür. Irmakta önünden enkaz yığınları sürüklenmekte, havada ölümün kokusu duyulmaktadır. Artık her şeyi elinden alınmış, hiçbir şeyi kalmamıştır. Sevdiği ve değer verdiği ne varsa suların girdaplarında yitip gitmiştir. Ağlamaktan başka yapacak bir şey yok gibidir.
Derken, Narada aniden bir ses duyar: ådeta damarlarındaki kanı donduran bu ses, "Evladım, senden istediğim bir bardak soğuk su nerede?"
Narada döner ve hemen yanı başında duran Tanrı’yı görür. Irmak kaybolmuştur ve onlar yine sonsuz bir çölde yalnızdırlar. Tanrı bir daha sorar: "Suyum nerede? Tam beş dakikadır bekliyorum burada."
Bilge, Tanrı’sının ayaklarına kapanır ve kendisini affetmesi için yalvarır. "Ah, unuttum!" diye durup durup feryat eder. "Yüce Tanrım, unuttum! Beni bağışla!" Tanrı gülümser ve şöyle der: "Peki Narada, dünyanın ve üzerinde yaşayan bütün
yaratılmışların görünümlerinin ardındaki sırrı şimdi anlıyor musun?

Resim: Flicker'dan
Yazı: bütün dünya'dan alıntıdır.

Devamı Buradan ...>>

11 Mart 2010 Perşembe

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ - ESKİ ARKADAŞ

Uzun zamandır Dinlenesi müzikler arasında bir albümü tanıtmamıştık sizlere. Bu tanıtamama eksikliğimizin hakkını vereceğine inandığımız, sizlerin de yakından tanıdığı "Ezginin Günlüğü"nün yeni Albümünün çıktığını haber vermek istedik. Bu Albümü dinlerken baharın esintilerinin yüzünüzü hafif hafif okşayışını hissedecek, bulutların arasından güneş huzmelerinin gözünüze "ben buradayım" göz kırpışlarını tadacaksınız. Bizden ısrar ile dinlenilmesi tavsiye olunur. Albümün tanıtım parçalarını dinlemek isterseniz Buradan dinleyebilirsiniz.Sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

7 Ocak 2010 Perşembe

HEP YANLIŞ ANLAŞILDIM

Olumsuzu olumluya çevirmek,
Negatifi pozitife döndürmek,
Çirkini güzelleştirmek,
Öfkeyi yapıcı kılmak potansiyeli elimizde...Gerçeği görmek için; bakmasını bilmek gerek. Seyredip görelim, hepinize sevgilerimizle.


Devamı Buradan ...>>

1 Aralık 2009 Salı

GELİN YENİYE YER AÇALIM

Eğer kabımız doluysa; gelecek olan bir damla bile olsa(isterse adı bereket isterse huzur olsun)kabımızın taşması için yeterlidir.Gereksiz ayrıntılarla doldurduğumuz iç mekanımızı işimize yaramayan bu tür ıvır-zıvırlardan kurtaralım. Gelin; YENİye yer açalım.

Yeniye Yer Aç from Alper Rozanes on Vimeo.


Devamı Buradan ...>>

24 Ekim 2009 Cumartesi

BAKLANIN AĞIZDAN ÇIKARILMASINA AZ KALDI

Efendim zamanın birinde küfürbaz mı küfürbaz bir adam varmış. Bir gün bu huyundan nasılsa kurtulmak isteyip bir bilgeye gitmiş.”Ey sultanım ben ettim sen eyleme şu derdime bir çare bul, şu dilimi küfürden kurtar sana canlar kurban edeyim, senin büyüklüğüne inanayım.”demiş. Bilge okuyup üfleyip derviş adayına bir avuç bakla vermiş.
"-Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini
cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin.”demiş.Derviş baklaları almış birini ağzına diğerlerini cebine koymuş gel zaman git zaman bu huyundan vazgeçebilmek için bilgenin eteğinden ayrılamaz olmuş.Yağmurlu bir günde bilge ile derviş bir sokaktan geçiyorlarken bir evin penceresi hızla açılmış ve gençten bir kız başını uzatarak,

“- Bilge efendi, biraz durur musunuz?” Deyip pencereyi kapatmış. Bilgemiz niçin durdurulduğunu bilmeden yağan yağmurun altında beklemiş. Bir ara evin kapısına varıp ne istediğini sormak geçmiş içinden, ama tam kapıya yönelecekken kız tekrar pencerede görünmüş ve “-ulu pirim birkaç dakika daha bekleseniz” demiş. Pir içinden “lahavle” çekse de haktan gelen hitaptır diye beklemeyi göze almış.. O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine çoktan söylenmeye başlamışmış. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktaymışlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılmış ve aynı kız bizimkilere seslenmiş:
“- Gidebilirsiniz artık!.. “diye
Pir merak edip sormuş:
“- İyi de evladım bir şey yok ise, bizi niye beklettin?”
“— Efendim,” demiş kız,” elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu.”
Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine efendi,
“- Ulan derviş,” demiş,” çıkar ağzından şu baklayı!.”

İşte bu söz de böyle doğmuş. Ağzımızda baklalarla dolaştığımız bu günlerde bizlere: ” çıkar ağzından şu baklayı!.” Diyebilecek bir babayiğide ne kadar ihtiyacımız var değil mi?
Sevgilerimizle.
resim: deviantart.com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

23 Ekim 2009 Cuma

KAHRAMAN SOĞAN

Kahraman soğan mı?
“Nereden çıktı şimdi bu?” diyecek bizi takip eden okuyucularımız. Malum bu günlerde grip ile yatıyor, grip ile kalkıyoruz, bir garipleştik anlayacağınız. Evimizde her sonbahar; kış hastalıklarına karşı direnç arttırmak için soğan sarımsak vs gibi yiyecekleri daha fazla tüketmeye çalışıyoruz. Domuz gribi vakalarının git gide arttığı bu günlerde kahraman soğanın ve sarımsağın gribin oluşmasını engelleme yönünde güçlü ve yenilmek bilmeyen savaşçılar olduğunu düşünüyoruz çünkü. Hatta bu günlerde internet üzerinde soğanla ilgili bir efsane de dolaşmaya başlamış. Sizleri de bu efsaneden böylece haberdar etmek istedik. Efsane bu ya;


“1919 yılında, dünyada 40 milyon kişi ‘grip’ten öldüğünde, bir doktor, birçok çiftçiyi griple mücadelede yardım amacıyla ziyaret eder. Birçok çiftçi ve ailesi grip kapmıştır ve birçoğu ölür. Doktor ziyaretlerine devam eder ve bir sürprizle karşılaşır, ziyaret ettiği bir çiftçi ve ailesi çok sağlıklıdır.
Doktor böyle olabilmesi için aileye herkesten farklı ne yaptıklarını sorar ve cevaben çiftçinin hanımı “odalarına, bir tabak içinde soyulmamış bir soğan koyduklarını” (muhtemelen diğer odalara da koymuşlardır) söyler. Doktor buna inanamaz ve bu soğanlardan birini alarak laboratuarda mikroskop altına koyarak inceler ve soğanın içinde grip virüsünü görür. Soğan açıkça grip bakterisini absorbe etmiş, emmiştir ve bu sayede de aile sağlıklı kalmıştır.”

Ne demişler efsaneye inanma efsanesiz de kalma. İşin şakası bir yana soğanın faydasının günümüzde kanıtlanmış birçok gerçekliği vardır. Neler mi, sıralayalım.

# Grip ve soğuk algınlığında faydalıdır.Öksürük söktürür, bronşları temizler.
# Vücutta biriken zararlı maddeleri ve suyu atar.İdrar söktürür.
# Romatizma, mafsal iltihabı, idrar tutukluğu, damar sertliğinde faydalıdır.
# Böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine yardımcı olur.
# Zayıflamayı sağlar.
# Böbrek ağrısını dindirir.
# Zihin yorgunluğunu dindirir.
# Baygınlığı geçirir.
# Prostat bezinin hastalanmasını önler.
# İktidarsızlıkta faydalıdır.
# Cinsel gücü artırır.
# Egzama ve diğer cilt hastalıklarında faydalıdır.
# Astım nöbeti, akciğer hastalıkları,
# Kandaki şeker seviyesini düşürür.
# Şeker hastalarında faydalıdır.
# Kolera ve veremde bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur.
# İhtiyarlamayı geciktirir.
# İştah açar.
# Kalbi kuvvetlendirir.
# Koroner damarları genişletir.
# Cerahatlerin boşalmasına yardımcı olur.
# Dolama ve arpacıkta da faydalıdır.

Resim:www.robinsomes.com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

17 Ekim 2009 Cumartesi

PÜF NOKTASI

“Güne başlamanın, geceyi karşılamanın, yemek yapmanın, plan-proje çizmenin, yazı yazmanın, genç kalmanın, sağlıklı olabilmenin, sevgiliyi elde tutabilmenin bile bir püf noktası vardır” diye söylenir durur da, nedir bu PÜF noktası? Nereden çıkmıştır bilenimiz yok denecek kadar azdır.

Zamanın birinde topraktan testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmayı arzu eder dururmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:
“- Sen daha bu işin püf noktasını bilmiyorsunnn, biraz daha emek vermen gerek.”dermiş.

Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamayıp gidip bir dükkân açmış. Açmış açmasına da yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlamış. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçememiş. Nihayet ustasına gidip durumunu anlatmış. Usta;
“- Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmemiştin. Aldın başını gittin, olacağı buydu!” deyip, tezgâha bir miktar çamur koymuş ve,

“- Haydi,” demiş, “geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.”

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada "PÜF!" diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp gideriyormuş. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olmuş.
Dilimize pelesenk olan “PÜF NOKTASI” sözü de bizlere bu olaydan sonra miras kalmış.
Sevgilerimle.

Resim:.imageshack'den alıntı.

Devamı Buradan ...>>

8 Ekim 2009 Perşembe

İÇİMİZDEKİ MEVSİMLER... Mustafa BALBAY

Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Mustafa BALBAY 216 gündür tutuklu olduğundan gazetedeki sütununda yazamıyordu biliyorsunuz. Suçunun ne olduğunu “O ve onun gibiler gibi biz de” bilmediğimizden gazetenin o köşesini her gün boş görmek bizim de içimizi acıtıyordu. Aslında onun siyasi kimliğiyle değil, İNSAN olma sıfatıyla ilgileniyorduk biz. Neydi suçu? Hükümeti düşürmeye teşebbüs mü, vatanı kendi çıkarları doğrultusunda alıp-satmak mı, adam öldürme, gasp, silahlı soygun, tecavüz mü? Bilmiyorduk… Hipokrat yemini etmiş bir doktorun hastasının hastalığıyla ilgilenmesi ve onu tedavi etmekle yükümlü oluşu gibi BİZ de Müslüman yemini etmiş gibi, suçu ispatlanmadıkça onu tutuklu görmek istemiyorduk o kadar. 7 Ekim 2009 Tarihli Cumhuriyet gazetesinde M. BALBAY’ın sütununu dün sabah dolu görünce, hakkındaki haksız isnatlardan temize çıktığını düşünüp insan olarak sevindik (ama yanılmışız)ve İÇİMİZDEKİ MEVSİMLER yazısını sizlerle paylaşmak istedik.
İşte bir tutuklunun cezaevinde yaşadığı mevsimler:

"İNSAN mevsimleri, mevsim değişikliklerini en çok hava sıcaklığıyla yaşar, hisseder. Ben ağaç dallarında yaşarım mevsimlerin geçişini… Baharda tomurcukların kıpırdanışı… Yazda yapraklarla meyvelerin üretim dansına duruşu…
Sonbaharın sarısı… Kışın çıplaklığı… Silivri’de mevsim değişikliklerinin havalardan sonraki habercisi kantin-manav listesi… Haftalık satılacak ürün listesini yapanlar 2 ya da 3 mevsim meyvesi seçiyorlar. Martta portakal vardı. Son haftasında dişleri kamaştıran, sert yeşil erik baharı müjdeledi. Bir kiloluk hazır plastik kapların içinde satılan eriklerin arasında bir yaprak kalmış. Günler sonra ilk kez bir yaprak görünce şaşırmıştım. Ayırıp ayrı bir köşeye koydum.
Mayısta çilekle yaz başladı. Çabuk bozuluyordu ama olsun. Ara ara muz da satılıyordu ama mevsimi anlatmıyordu. Haziran bizi karpuzla karşıladı. Haftalarca beşer kiloluk karpuzlar beyaz plastik masaların yaz rengiydi. Sanırım yaşamımda en çok karpuz yediğim yaz, bu yazdır. Kirazı da unutmamalıyım. Birkaç hafta kirazla doldu soframız. Temmuzda taze beyaz üzümler yaz mevsiminin meyve bahçelerinin tümüne ulaştığını gösteriyordu. Çünkü hemen ardından 2 haftalığına da olsa şeftali geldi kantine…
***
Ağustos en zengin ayımızdı desem yeridir.
Üzüm, incir, kavun…
Hangisini istersen onunla avun…
Koğuşa tüm meyveleriyle yaz geldi. İncir gelmez sanıyordum. Sürpriz oldu. Tam mevsiminde 2 hafta siyah incirlerin tadına vardık. Sebzeleri anlatmıştım. Marul ve maydanozun soframıza kattığı yeşillik bir yana, onları suyla buluştururken musluğun altında yeşeren orman, doğa hasretine dermandı.
***
Bir de içimizdeki mevsimler var.
Ayları, günleri dinlemeyen…
İnsan vücudu tüm fizik, kimya deneylerini altüst edecek kadar kuralsız değişkenlik gösterebilen ya da tüm karışımlara direnebilen varlıkların başında gelse gerek. Bazen bir mevsim meyvesi insanın içinde kocaman bir ağaç olabiliyor. Özgür günlerde sık kullandığım sözlerden biri şuydu:
—Kendimi arıyorum, meşgul çalıyor!
Arayamadığım dostların sitemlerini şakayla karışık bu sözlerle göğüslemeye çalışıyordum. Şimdi bol bol kendimi arıyorum. Tabii kolayca ulaşıyorum ama bu kez bambaşka bir yoğunluk. Üstelik bütün mevsimler bir arada. Sabahları genellikle kış, insan kendine bile soğuk davranabiliyor. Elinin ucundaki bir fotoğraf, duvardan usul usul inmeye başlayan güneş, bıçak gibi kesiyor kışı; şubattan ağustosa… Gazeteler dışarısının her şeyini önüne katıp koğuşa getiren bir rüzgâr. Gelir gelmez kaplıyor ortalığı…Akşamsa birkaç mevsim birden yarışır insanın bedeninde…Kalbinde ılık bir rüzgar, beyninde fırtınalar…İnsan kendi içinde derin bir yolculuğa çıkınca, magma tabakası ne ki!..


Fotoğraf:www.cumhuriyet.com’dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

6 Ekim 2009 Salı

"DOĞA İÇİN ÇAL" a destek

sufi-saja ekibi olarak; manâ kelimelerimizi görünmeyen denizin, görünmeyen sularına şişe içerisinde bırakmaya başladığımızdan bu güne dek tercihimizi hep özden yana kullandık. Karşıt olduğumuz şeyler ise; hep insan doğasını tehdit eden unsurlar oldu, GDO'lu ürünler, suyun ticaretleştirilmesi, plastik poşetler, acımasız savaş vs gibi. Zaman içerisinde doğa'yı hoyrat bir bilinçsizlikte kullanan insanoğlu; artık öğrenilmiş yalan gerçekliğin farkındalığına varmaya başladı. Artık "ses yakına değil uzaklara da duyurulması gerekiyor" diyen farkındalıklı bilinç; uyarı vazifesini anlayan gönüllere ekmeye başladı. İşte biz de bu ekim aşamasındaki görevimizi yerine getirerek ses verenlerin sesinin duyulmasına yardımcı olmak, 45 sanatçıyı biraraya getirerek Doğa için çal projesi çerçevesinde başlatılan bu çalışmaya emeği geçenlere destek olmak istedik. "Ağaçlar.net'e" çok teşekkür ediyoruz.Saygılarımızla.

Doga icin cal ! / Divane Asik Gibi - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.


Devamı Buradan ...>>

23 Eylül 2009 Çarşamba

UFUK ÇİZGİ’SİNİN SON DUASI;


UFUK ÇİZGİSİ dedi ki...06 Eylül 2009 Tarihli yazımıza yorumu;
Şu sıralar ben de öfkemi kontrol edemiyorum, bir yorgunluk bezginlik, müthiş bir tahammülsüzlük var. Büyük bir hayal kırıklığı yüzünden. Bu nedenle konuşmamayı seçiyorum çevremdeki insanlarla, biliyorum yanlış anlaşılacağım. Kızgınlık sadece insanın kendisine zarar vermiyor. Babanız olgun biriymiş, fakat annenizin elini burnuna atar atmaz gülmeye başlaması bile çok güzel bence, ortamı yumuşatan, hemen geride bırakan bir şey. Keşke kavgayı hep başlatan taraf olmayıp daha sakin anlayışlı olabilse ama sonraki davranışı bile büyük bir artı bence. Sonradan sürekli surat asan, barışma elini, gülücüğünü görmezden gelen kinciler gördüm ben.
Bazılarına ayna olunduğunda, gördüğünden hoşnut olmayıp sizi suçluyor biliyor musunuz, gerçekleri görmek acı geliyor ve en kolayı bunu kabul etmekken direnip size isyan ediyor. Ama gerçekler çoğu zaman acıdır ve bende hep 10. köyde yaşarım.

UFUK ÇİZGİSİ dedi ki...15 eylül 2009 Tarihli yazımıza yorumu;
Her zaman olduğu gibi çarpıcı ve güzel bir yazı. İnsan olamayanlara güzel bir örnek. Baştakiler yağmacı, alttakiler tabi yağmacı mantığı olamaz, insana yakışmayan neyi kimde görsek gerekeni elimizden geldiği kadar yapmalıyız.
Asla politik düşüncelerle yaklaşmamalıyız bazen. Doğru yanlış diye bir kavram var neticede. Çok yazık bir şey ki oldukça koyun misali yaşıyoruz şu ülkede, birçok şeye gücümüz yetmiyor ve bazı şeyler hiç değişmiyor. Neler dönüyor nelerr.
Ekonomik sıkıntı, dejenerasyon, maneviyattan bir kopukluk, ve menfaatin gerektiğine göre, yani işimize geldiği gibi hareket etmek var..can benim can çıksın senin can misali oldu bazı şeyler.ne yazık. Balığa bende giderdim eskiden, artık o kadarcık bir hobiyi bile yapamaz oldum. Çocuklarımla balık tutarken bazen çok fazla bolluk olurdu, fakat ben bize yetecek kadar olan kutu dolduktan sonra tutmayı bırakırdım, bu kadar yeter derdim, çocuklarım daha tutalım derdi, ama ben bu kadar yeter, ihtiyacımızdan fazlası yazık olur, yarın gelir gene tutarız derdim. Havyar zamanı asla balık tutmaya gitmezdim çocuklara tutturmazdım. Neyse.
Kadir geceniz mübarek olsun..
Allah herkesi doğru ve insaflı kullardan eylesin.
Veeee;
15 o9.2009 Tarihinde de kendi blogunda yazdığı UFUK ÇİZGİSİ dostumuzun SON DUASI;

İnsan suretiyle geldiğimiz şu hayatı "insan" olarak yaşayıp tamamlamayı
nasip et yarabbi. Zaaflardan ve her şeyin esirliğinden uzak eyle, ruhumuzu
kirletmeden temiz bir benlik ve kişilikle yaşamayı ve sana ulaşmayı nasip
eyle. Ey merhametin en büyüğüne sahip Allah’ım, dünyada ve ahirette
merhametini günahkârda olsak bizlerden esirgeme. Bizleri dünyada iyi
kullarınla karşılaştır yanlışlara hidayet nasip et. Bana ve kullarına yolunda
olmayı ve şu geçici hayatta sağlıklı, mutlu, huzurlu bir hayat yaşamayı
nasip eyle.
İşin, eşin, evladın, ömrün, ölümün hayırlısını ver Allahım.
AMİN..


Ve 19 Eylül 2009 Tarihinde güzel gönüllü dostumuzun “ölümün hayırlısını ver Allah’ım” sözleri ve gönülden söylenmiş dileği kabul gördü sanıyorum. Bu yolculuğunda seni sevgilerimizle ve gözyaşlarımızla uğurluyoruz.
15 Eylül 2009 Salı 13:47 senin bizlere son seslenişin oldu dostum.

Fotoğraf; "Ufuk çizgisi" arkadaşımızın 25 Ağustos 2009 günü mezar ziyareti.

Devamı Buradan ...>>

17 Eylül 2009 Perşembe

KAPIKAYA KÖYÜ'NÜN MUSASI


15 yaşında...
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabah okuluna gidiyor...
Sonra çobanlık yapıyordu.
Babası garibandı çünkü.
Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah... Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi... İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya Köyü’nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran’da... Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu.

Yakaladı yakaladı...
Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.
O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.
Asfalt rampa.
Göründü yarım saat sonra servis minibüsü... Manisa’nın Karaahmetli Köyü’nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk... Musa 30’uncu.
Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı... Şoför döndü Musa’ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı... Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le... Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.

İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ... Hastane, doktor, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.

Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik...
Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
Kurtulmuştu hakikaten Musa... Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten... Ama kâbuslardan kurtulamadı... Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.

Ve, bir sene sonra...
Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı... Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
Ve, önceki gün...

Yıldönümüydü.

Kapıkaya Köyü’nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı... Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.

Bitti tören.
Gitti evine.
Astı kendini Musa.
Bir sene dayanabilmişti buna.
Evet, Japonya değil burası...
Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.
Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.

Başta minik Dila... 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa’nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.YILMAZ ÖZDİL'den Alıntı

Devamı Buradan ...>>

30 Ağustos 2009 Pazar

OXYGEN/ OKSİJEN


Talebelerinden biri Konfüçyüs'e, "Ölüm nedir?" diye sorduğunda,Konfüçyüs'ün cevabı şu olmuş: "Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim."

"Bilgili insanların umutları bilgisiz insanların zenginliğinden daha değerlidir"
DEMOKRİTOS


Video'yu sesli izlemenizi tavsiye ederiz.
Devamı Buradan ...>>