.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .
AŞIK'LAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AŞIK'LAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2013 Çarşamba

HANGİ ZAMANLAR.

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
kitap ve kalp çalmak serbestti,
İçimizden bir şey tut dendiğinde en çok aşk,
Dışımızdan bir şey tut dendiğinde en çok devrim tutardık,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Okur nazar değil okur yaşardık,
Cimri değildik hayallerimizde,
İşaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çocuklardık,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Çokta az, azda çoktuk.
Yaa,
İşte böyle,
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Pencereler devlete, sokaklar aşka boyanırdı.
Alıntılar meşk ederdik fasılasız fasıllarda,
Tünelin ucundaki aşıklardır
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
Kapılardan pencerelerden karışırdık sokaklara,
Halleşir harlaşırdık meydanlarda,
Şimdiyi sorarsanız bana,
Zamane zamanları sorarsanız,
Sokaklardan, düşlerden ve aşklardan
Emekli olduğumuza hiç mi hiç şahit olunmamıştır…

Devamı Buradan ...>>

16 Eylül 2013 Pazartesi

AYNA İLE SELAM

Bilemezsin
Sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı.
Hiçbir şey içime sinmedi.
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var.
Ya da okyanusa su.
Düşündüğüm her şey
Doğu’ya baharat götürmek gibiydi.
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok,
Çünkü Sen zaten bunlara sahipsin.
O yüzden Sana bir ayna getirdim.
Kendine bak ve beni hatırla!…

Mevlana



Tüm Dostlara selam...........
Devamı Buradan ...>>

8 Ağustos 2012 Çarşamba

AŞK'A YAR OL.


















Gel gönül hüsnü halini bir bilir yarana sor
Bab-ı aşkın miftahını bir sahip irfana sor
Her tabip aşka yar olmaz ondan sorma ilacı
Suret hal derler masaldır hikmeti Lokman'a sor

Çekmeyen gafil ne bilsin nar-ı aşkın kıymetin
Çekmeye takat mı kaldı ben bu aşkın zahmetin
Gel sineme kıl temaşa sinemde bağı zeytin
Bağı hüsnün güllerini sümbül ü reyhana sor


Bir kalender meşrebiyem aynımda şal-ı aba
Ben bu aşkın abdalıyım nur u sırrı merhaba
Zülfü canana dokunma lütfeyle bad-ı saba
Sineyi ab u hayatı mürşid-i merdana sor

Der ki aşık gam yemezem gün bugün ferdalara
NESİMİ'yem ibret olsun aşık-ı rüsvalara
Geç geçende dem bu demdir düşme boş sevdalara 
Görenlerden ayrı düştüm durağı devrana sor 
Devamı Buradan ...>>

14 Ekim 2010 Perşembe

İNSANIN ANAYASASI

Bin kez dertlere giriftar olsan da, aç kalıp, çamurlara batsan da, dövülüp köşe-bucak atılsan da,haksızlıklara uğrayıp hakkını savunmak hakkın bile olmasa, Hz Eyüp gibi bütün vücudunda yaralar çıkıp kan ve irin de akıtsan herbir hücrenden, sevdiğin gözünün önünde elleri kelepçeli zindanlara da atılsa, çatır çatır sütünle beslediğin çocuğunu göğsünden koparıp alsalar da,oklar kılıçlar silahlar ve zehirlerle öldürülmek de istensen; yine de düştüğün o çukurdan doğrulup, yaşamaya devam etmek zorundasın dostum...Çünkü insanın anayasası yürürlükte herzaman.Düşmanını dost yapabilene dek yürürlükte kalacak bu anayasa, öpücüklerden ve yaptığın ibadetten doğacak o zaman: İNSAN gibi İNSAN...
Can Yücel'in dediği gibi;

Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!

Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!

Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!

Anayasası bu insanın:
Emekleyen çocuktan,
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman.
Sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

24 Haziran 2009 Çarşamba

KÖRLERİN ÖNÜNDE ÇIRANI YAKMA-GÖRMEZLER IŞIĞI GAZA YAZIKTIR


MELULİ Baba; 1892 de Afşin’in Kötüre köyünde doğmuş. — 14 Kasım 1989a kadar Öz-den yazıp çizip söylemiş. Buda’nın dediği gibi “Kırbacın gölgesiyle bile koşabilen o atlardan” olabilenlerden ki,
“Körlerin önünde çıranı yakma, görmezler ışığı gaza yazıktır.”diyebilmiştir. Zerdüşt’ün de söylediği gibi; Konuşmak istediğinde susabilmek, susmak istediğinde ise dilini öze teslim edip konuşabilmekse esas mesele; ne mutlu bunu başarabilenlere, haksızlığa bile uğradığında eylemin HAKtan geldiğinin bilincinde olup AŞKla yol alana AŞK ola...

Size söylenecek birkaç sözüm var
Duyup tutmazsanız size yazıktır
Bu yola gelmesin fesat fitnekar
Lekelenir adımız bize yazıktır.


Gerçekler demine girmemiş isen
Ledünni ilmini çözmemiş isen
Canını canana sunmamış isen
Ona söylemeyin canım söze yazıktır.

Her ağızdan çıkan söze kanarsan
Kerkez gibi her bir leşe konarsan
Ecel gelir murdar kerbe dönersen
Ona kefen sarmayın beze yazıktır.

MELULİ’yim yardan yaylaya bakma
Aşkın peymanını elden bırakma
Körlerin önünde çıranı yakma
Görmezler ışığı gaza yazıktır.

Kör yanlarımıza istediğimiz kadar çıra da yaksak, ışığı göremeyeceklerini bilerek gaza yazık etmememiz temennilerimizle.Sevgilerimizle.

Devamı Buradan ...>>

10 Haziran 2009 Çarşamba

GÖNÜL KUŞU


Ne onsuz adım atıp gitmeye imkân var, ne ağız açıp söylemeye, ne onsuz oturmak mümkün, ne onsuz yatmak. Ey bu kapının halkasını çalan, kapının açılmasına imkân yok; çünkü aklın başında ayıksın, her an baş çekip duruyorsun. Baş çekmek, tamahtan ileri gelir, böyle kişi altın ister, kan döker, gebe kadın gibi kil yemeye âşık olur…
Hâlbuki o tatlı yüzlü ÂŞIK, altını da verir, canını da; gönül kuşu gibi şu penceresiz kubbeden uçar gider. Bu gerek, şu gerek sözü gizli şirkten doğar; fakat kul olan, süsen gibi bu vesveseden kurtulur. Ne gerekse o yapar, o meydana getirir, o tamamıyla inciler yağdırır. Yarabbi, o yolu-yordamı tatlı sakinin neleri vardır, neleri. Bir evde iki ev sahibi olursa ev, yıkık yere döner. Odur ev sahibi, bense kulum; ben su gibi alttayım, O yağ gibi üstte.

Alıntı: Divan-ı Kebir:2.ciltten
Devamı Buradan ...>>

10 Kasım 2008 Pazartesi

AĞLAYALIM ATATÜRK'E















TÜRK MİLLETİ ATATÜRK'Ü ALLAH'A, SAHİP OLDUĞU HER ŞEYİ İSE; ATATÜRK'E BORÇLUDUR




Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Başboğa olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı

Şüphesiz bu dünya fani
Tanrı'nın aslanı hani
İnsi cinni cem'i mahluk
Hepisi birden ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman tanrım bu nasıl hal
Atatürk'e erdi zeval
Yas çekip nevsen ağladı

İskender-i Zulkarneyn
Çalışmadı bunca leğin
Her millet Atatürk deyi
Cemiyet-i ahvam ağladı

Atatürk'ün eserleri
Söylenecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti vatan ağladı

Fabrikalar icad etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk'e terk etti
Döndü çark devran ağladı

Bu ne kuvvet bu ne kudret
Varıdı bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Türkler giydi hep kareler
Semerkand'ı Buhara'lar
İşitti her yan ağladı

Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşal Fevzi'nin askerleri
Ordular teğmen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalınız gidenler gelmez
Felek-el mevt'in elinden
Her giden insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil düşman ağladı

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU.
.
Devamı Buradan ...>>

17 Temmuz 2008 Perşembe

DERT


Dermân arardım derdime
Derdim bana dermân imiş.
Burhân arardım kendime
Aslım bana burhân imiş.

Sağım solum gözler idim
Dost yüzünü görsem deyü
Taşralarda arar idim
Ol cân içinde cân imiş.

Öyle sanırdım ayrıyım
Dost ayrıdır ben gayrıyım
Benden görüp işiteni
Bildim ki o cânan imiş.




Savm u selât u hacc ile
Sanma biter zâhid işin
İnsân-ı kâmil olmağa
Lâzım olan irfan imiş.

Kanden gelir yolun senin
Ya kande vârır menzilin
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvân imiş.

Mürşid gerektir bildire
Hakk'ı sana hakk-el-yakîn
Mürşidî olmayanların
Bildikleri güman imiş.

Her mürşide el verme
Yolunu sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın
Gayet yolu âsan imiş.

İşit Niyâzî'nin sözün
Gizlemez aslâ Hak yüzün
Hak'dan ayrı bir nesne yok
Gözsüzlere pinhan imiş.


Devamı Buradan ...>>

13 Nisan 2008 Pazar

Mevlana Celaleddin-i Rumi: Aşkın Dansı


Yakın zamanda izleyeceğimiz Mevlana Celaleddin-i Rumi belgesellerinden biri daha. kapsamlı çekildiği söyleniyor, kariyeri belli sanatçılarla çalışılmış biraz da sesini duyurabilmek için popüler insanlar da eklenmiş. hayal kırıklığına uğramayız umarım. Bunu neden söylüyorum Mevlana’nın hayat felsefesinde insanın kutsallığı hayatın anlamını insanda bulma öğretisi ve aşk vardır. Müslümanlığın kirletilmeye başladı bu dönemde anlatılması gereken sevgiyi doğru olarak yansıtmışlardır umarım.
Devamı Buradan ...>>

17 Ocak 2008 Perşembe

NEYZEN TEVFİK-HİÇ



24 Mart 1879’da Bodrum’da doğan Neyzen Tevfik’in asıl adı Tevfik Kolaylı’dır. Babasının memleketi Bafra'nın Kolay nahiyesi olduğu için soyadı kanunuyla "Kolaylı" soyadını almış. Babası Rüştiye Mektebi muallimi Hasan Fehmi Bey, Annesi Emine Hanım’dır.

Kendine özgü yergileri ve yaşam biçimiyle adını duyuran Neyzen Tevfik, babasının görevli bulunduğu Urla kasabasında, usta bir neyzen olan Berber Kâzım'la tanıştı ve ondan ney dersleri almaya başladı. Aynı günlerde de, ilk sar'a nöbetini geçirdi.
....
Bu arada okulu bırakan Neyzan Tevfik’i babası yatılı olarak “İzmir İdadisi”ne yazdırdı. Ancak sar’a nöbetlerinin yeniden başlaması üzerine duyduğu derin sevgiyle İzmir Mevlevihanesi’ne girdi. Neyzen Tevfik, burada Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba, ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimle ile tanıştı ve onlardan Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri aldı. Şair Eşref, yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açtı. İlk şiiri bu günlerde, 13 Mart 1898'de “Muktebes” dergisinde yayımlandı.

1898 yılında, babası medrese öğrenimi için Neyzen’i İstanbul'a gönderdi ve Fethiye Medresesi'ne yerleştirdi. Ama Neyzen Tevfik, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerinde geçirdi. Bu arada Mehmet Akif Ersoy'la tanıştı ve Mehmet Akif, dönemin seçkin müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağladı. 1901 yılında, medrese giyimi olan cüppe ve şalvar yerine Akif'in verdiği setre pantolonu giymesi, akşamları medrese dışında kalması ileri-geri konuşmalara yol açınca, Fethiye Medresesi'nden ayrıldı. Önce Fatih'teki Şekerci Hanı'na, sonra da Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'na yerleşti. Bu arada babasını tanıyan ve daha sonra Şeyhülislam da olan Musa Kazım Efendi onu kendi derslerine kabul etti.

Onun sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanıştı. Mehmet Akif'le dostluğu süren Neyzen, Mehmet Akif'e ney öğretti; Mehmet Akif de Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretti. Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal, Tevfik Fikret, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey, Yunus Nadi de vardı.

1900 yılında, gramofon ticaretini ilk yapanlardan Gülistan Plâk Mağazası sahibi Hâfız Âşir Bey'le bir plâk doldurma girişimi oldu. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verildi. 1949'da yayımlanan Azâb-ı Mukaddes'e yazdığı önsözde belirttiğine göre, "yüze yakın plâk" doldurmuştur.

Öte yandan istibdata karşı olan gençlerle Sirkecideki İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde bir araya gelir; yurt sorunlarına ilişkin ve istibdat karşıtı konuşmalar yaparlardı. Güneş Kıraathanesi'ne gelip gidenlerden Ziya Şakir, bir gün, sözü Eşref'ten açıp Jön Türk hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza'ya getirerek Neyzen Tevfik'i konuşturdu ve tüm düşüncelerini öğrendi, ardından da ihbar etti. Gözaltına alınan Neyzen, sıkıntı dolu bir sorgulamadan geçirildi. Bu arada, daha önce tam otuz beş kez jurnal edilmiş olduğunu öğrendi. On beş gün sonra da serbest bırakıldı.

Serbest kaldıktan sonra kendisini Beyoğlu meyhanelerine attı. Bu esnada Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ederek Şeyh Mümin Baba'dan nasip aldı. Siyasi baskının artmasından sonra yurt dışına gitmeye karar verdi ve 1902 yılında Mısır'a gitti.

Neyzen Tevfik'in Mısır'da geçen yıllarına ilişkin olarak gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmak neredeyse imkansız. Ama geçimini neyi ile sağladığını ve hicvetmeye devam ettiği biliniyor. Mısır’da bir arkadaşı ile Neyzenler Kahvehanesi açıp işletti. Özbekiye Saz Bahçesi'nde çalarken plâk da doldurdu. Jön Türklerle ilişkili, bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada yargıca "haksızlık yapıyorsunuz" dediği için altı ay hapse mahkûm edildi. Ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için bir buçuk ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuştu. Bu arada Feride adlı Lübnanlı bir kadınla iki ay birlikte yaşadı.

II. Abdülhamit için yazdığı "Abdülhamid'in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun" adlı hicvini İstanbul Kıraathanesi'nde okuyunca tutuklanmak istendi fakat çevrenin işe karışması ile kurtuldu. "Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir" başlığı ile gazetelerde yayımlanan yazı nedeniyle hakkında tutuklama kararı verildi. Kurtulmak için de "Kaygusuz Sultan" adlı bektaşi tekkesine sığındı.

II. Meşrutiyet'in ilânıyla Mısır'dan ayrıldı ve İzmir'e döndü. Daha sonra da İstanbul’a geçti. Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşen Neyzen Tevfik, seyretmek için gittiği ve Ferah Tiyatrosu'nda sergilenen "Sabah-ı Hürriyet" adlı oyunun İttihat ve Terakki'ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklandı. Ardından kısa bir süre sonra da serbest bırakıldı.

Neyzen Tevfik 1910 yılında "sarıklı bir zâtın kızı olan Cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karşın, annesinin ısrarı ile evlendi ve bir kızı oldu. Ancak yürümeyen evliliği, kızı Leman henüz üç aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son buldu.

I. Dünya Savaşı yıllarında, Askeri Müze'nin kurucusu Muhtar Paşa'nın emrinde ve Mehterbaşı olarak askerlik yaptı. Düzenle başı hoş olmayan Neyzen Tevfik, herhangi bir meseleden dolayı Muhtar Paşa ile kavga etti ve askerden çıkarıldı. Daha sonra, dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yalısında Mehter takımının verdiği konseri izleyen Almanya'nın Romanya'daki Kuvvet komutanının ilgisini çekti. Bazı kaynaklarda da onun çağrılısı olarak Romanya'ya gittiği yazılır. Romanya'da piyano eşliğinde konser verdi.

1919 yılında, ilk kitabı “Hiç”i yayınlandı.

1923 yılında Ankara'ya gitti ve kardeşi Şefik Kolaylı'nın yanında 4-5 ay kaldı. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal'i yücelten şiirler yazdı bu sırada. 1924 yılında, arkadaşı Hasan Sâit Çelebi'nin de yardımları ile yazdıklarını “Azâb-ı Mukaddes” adı altında forma forma yayımlamaya kalkıştı ancak girişim başarılı olmadı ve iki formadan sonra noktalandı.

1926 yılında Atatürk'le tanışan Neyzen Tevfik, 1927 yılında sa'ra nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başladı. 1928 yılında, ski dostu Mehmet Akif'i görmek için tekrar Mısır'a gitti ve bir yıla yakın bir süre yanında kaldı.
1930’lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ'ın girişimi ile Konservatuvar'da görevlendirildi. 1940’lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman'ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrıldı. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar giderdi. Rahmi Duman, Neyzen Tevfik'le ilgili şunları yazmış; "Onu yakinen tanımak mazhariyetine 1932’de erdim. O tarihte genç bir asistan olarak Bakırköy Akıl Hastahanesi'ndeki 18 numaralı serviste (ehline) açmış olduğu şiir ve felsefe kürsüsünün hevesli ve usanmak, yılmak bilmeyen bir talebesi olmuştum."

9 Mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde ney çaldı ve yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüledi. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, “Azâb-ı Mukaddes” adı ile kitaplaştırdı. 1951 yılında “Onu Affettim” adlı bir filmde önemli bir rolde gözüken Neyzen Tevfik, “Ağlayan Şarkı” adlı bir başka filmde ise, Suzan Yakar'la oynadı.
1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesini yaptı. 1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmadı. Neyzen Tevfik'in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953'de son buldu. Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılındı. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarını doldurdu. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurladılar Neyzen'i bilinmeyene. Kim bilir belki de hiçlikten hepliğe…

Ne hayatı, ne dünyayı, ne de kendisini "hiç" kavramıyla ifade etmek değildi onun yaptığı. O, karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda, var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken “Hiç” olanı fark etmişti. Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi. Adaletsizliğe, çıkarcılığa, kör inançlara, baskıya, otoriteye, din istismarına sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı. Boynunda eski yazıyla “Hiç” yazardı

Devamı Buradan ...>>

NİYAZİ MISRİ

ANKA

Ta ezelden biz bu aşk içinde rüsva olmuşuz
İsmimizdir söylenen manada Anka olmuşuz

Gerçi suret aleminde sandılar kesretteyiz
Kesret içre bilmediler ferd ü tenha olmuşuz

Şol izafet ü taayyün sofların giysek ne var
Çünkü ondan soyunup manen muarra olmuşuz

Mantıku’t-Tayr’ın lugat-ı mutlakından söyleriz
Herkes anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz

Lafz u suret u cism ile anlamak isterler bizi
Biz ne elfazız ne suret cümle mana olmuşuz

Katreler ırmağa ırmağ erdi bahre cem olup
Kavuşup birbirine hala o derya olmuşuz

Zahidin zikr ettiği şol harf ü savtın resmidir
Zakir ü mezkur u zikre biz müsemma olmuşuz

Sofinin şol hay u hu’yu narasından almayız
Vasıl-ı deryayız biz ol sesten Müberra olmuşuz

Alleme’l-Esma’ya mazhar ister isen gel beri
Adem ü hem O’na talim olan Esma olmuşuz

Ten gözüyle Mısri’yi surette görsem deme kim
Zira biz ol Kaf u suret içre Anka olmuşuz…
Devamı Buradan ...>>

3 Ocak 2008 Perşembe

DOSTLAR SENİ HATIRLIYOR AŞIK VEYSEL


Veysel Şatıroğlu, 1894'te Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Babası "Karaca" lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel'in doğduğu sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresinde etkisini çok şiddetli gösteriyordu. Çiçek yüzünden Veysel'den önce, iki kız kardeşi yaşamlarını yitirmişti.

1901'de yedi yaşına girdiği sıralarda Sivas'ta çiçek salgını yeniden yaygınlaştı ve o da yakalandı bu hastalığa. Sağ gözünün görme şansı vardı ve ışığı seçebiliyordu bu gözüyle o sıralar. Ne var ki, yakasını bırakmayan olumsuzluklar Veysel'in diğer gözünün de kör olmasına sebep oldu.

Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas'ın âşığı ve ozanı bol diyarında, Veysel'in babası da şiire meraklı ve tekkeyle içli-dışlı birisiydi. Veysel'in üzüntüsünü az da olsa unutması için bir saz aldı ve halk ozanlarından şiirler okuyup, ezberletir oğluna. İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği'nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa'dan (Âşık Alâ) aldı ve kendini de iyice saza verdi; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başladı.

Aşık Veysel'in hayatında ikinci önemli değişiklik seferberlikte başladı. Kardeşi Ali ve arkadaşları harp için cephelere gidince, arkadaşsızlık ve kardeş acısı, sefalet, onu umutsuzluğa sürükledi ve yalnızlığı daha derinden hissetmeye başladı.

Veysel'in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru "belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel'e bakamaz" düşüncesiyle Veysel'i akrabalarından Esma adında bir kızla evlendirdiler ve Esma'dan bir kız, bir oğlu oldu Veysel'in. Oğlan çocuğunun daha on günlükken ölümüyle hayata küsen Veysel, bundan sonra 24 Şubat 1921'de annesi, ondan 18 ay sonra da babasının ölümüyle iyice yıkıldı.

Ağabeysi Ali'nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir hizmetkâr tuttular. Bu hizmetkar ileride Veysel'in bağrında açılacak başka yaranın da sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel'in ilk eşi olan Esma'yı kandırarak kaçırdı. Veysel'in acılı yaşamına bir acı daha eklendi böylece. Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel'in kucağında henüz altı aylık kızı vardı. İki yıl yaşadıktan sonra o da hayata gözlerini yumdu.

Veysel'in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara'nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel'i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşadılar. Kendisini Adana'ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas'lı Kalaycı Hüseyin, Veysel'e yol arkadaşlığı ettiler. Dönüşte Veysel, Hafik'in Yalıncak köyüne ve Zara'nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz aldı; Sivas'tan Sivrialan'a dönerken arkadaşları bir "üç kağıtçı" grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybettiler. Arkadaşları Veysel'in 9 lirasını da alarak kumara verdiler. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik'in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evlendi."

1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları "Halk Şairlerini Koruma Derneği"ni kurdular. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı'nı düzenlediler. Böylece Veysel'in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başladı.

1933'e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söyledi. Cumhuriyet'in 10. yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer'in direktifleriyle bütün halk ozanları Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk üzerine şiirler yazdılar. Bunlar arasında Veysel'in de vardı şiirleri. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri böylece "Atatürk'tür Türkiye'nin ihyası"... dizesiyle başlayan şiir oldu. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel'in de köyünden dışarıya çıkması anlamına geliyordu.

O zaman Sivrialan'ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel'in bu destanını çok beğeniyor, "Ankara'ya gönderelim" diye istiyordu. Veysel de "Ata'ya ben giderim" diye arkadaşı İbrahim ile yürüyerek yola düştüler ve Ankara'ya gittiler. Veysel Ankara'da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kaldı. Destanı Atatürk'e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk'e okumak kısmet olmadı. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye verildi ve destan gazetede üç gün boyunca yayınlandı. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başladı.

Köy Enstitüleri'nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer'in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri'nde saz öğretmenliği yaptı. Öğretmenlik yaptığı bu okullarda Türkiye'nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buldu. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel'e, "Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü" 500 lira aylık bağlandı.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30'da doğduğu köy olan Sivrialan'da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.
Devamı Buradan ...>>

30 Aralık 2007 Pazar

VİRANİ:den



Nedir hey erenler benim yandığım
Halden bilmez yar elinden dertliyim
Bu aşkın ateşi yaktı sinemi
Pervaneyim nar elinden dertliyim

Gafletten uyandım gözümü açtım
Aşkın küresinde kaynadım piştim
Yavru şahan gibi tuzağa düştüm
Kurtulamam tor elinden dertliyim

Bin bir niyaz edip eğledi beni
Bir kadim ikrara bağladı beni
Gül iken dikene dağladı beni
Kokulatmaz har elinden dertliyim

Çıktım şu alemi seyran etmeye
İkrar verdim bu ikrarı gütmeye
İndim bedestana pazar etmeye
Şimdi gezer şar elinden dertliyim


VİRANİ'yem çeker yarin kahrını
Doldur ver içeyim aşkın zehrini
Muhabbete saldık gönül bahrini
Geçti zaman zar elinden dertliyim
Devamı Buradan ...>>

SAJA'nın sevgilisi HARABİ



















Ey vaiz sen bize vaaz edemezsin
Çünkü her bir ilmin deryasıyız biz
Bizim yurdumuza hiç gidemezsin
Hakikat Kaf’ının Anka’sıyız biz

Haberdar olaydın sırrı suphandan
Feragat ederdin küfr-ü imandan
Bir şey anlamadın sen mağzi Kuran'dan
Kuran’ın esrar-ü manasıyız biz

Biz tertip eyledik Kâbe-kavseyn'i
Kurbu ev ednada kurduk ayini
Fehm eyleyemezsin sen o mabeyni
Miraç’ın Leyletel esrarıyız biz

Tur'da biz Musa’yı irşad eyledik
İsa’yı çarmıhtan azad eyledik
Çıkardık göklere imdat eyledik
Bunların sebebi ihyasıyız biz

Kafü-nun dan daha nişan yok iken
Bu görüp bildiğin cihan yok iken
Hakka sığınacak mekân yok iken
Bizde gizlenmişti âmâsıyız biz

İbrahim’e narı Gülzar eyledik
"Tecri mintahtihel'enhar" eyledik
Yok, iken HARABİ biz var eyledik
Bu kevn ü mekânın HÜdasiyiz biz
Devamı Buradan ...>>

YUNUS EMRE


BANA SENİ GEREK SENİ
aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
ben yanarım dünü günü bana seni gerek seni

ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır
tecelli ile doldurur bana seni gerek seni

aşkın şarabından içem mecnun olup dağa düşem
sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni

sufilere sohbet gerek ahilere ahret gerek
mecnunlara leyli gerek bana seni gerek seni

eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar
toprağım anda çağıra bana seni gerek seni

yunus'durur benim adım gün geçtikçe artar odum
iki cihanda maksudum bana seni gerek seni
Devamı Buradan ...>>

27 Aralık 2007 Perşembe

FUZULİ


Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem´e yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmare sanmaz mı

ruzi şeb yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyanır kamu efkarım gara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pünhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

ben olmuşum sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta´n eyleyen gâfil seni görse utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır herhali halka rüsvâdır
gelin görün ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı.

Fuzuli
Devamı Buradan ...>>

ÖMER HAYYAM




1.
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;
Suçumuza, duamıza önem vermeyen;
Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

2.
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

3.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen dertten başıma.

4.
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.

5.
Derde gama yatkın yüreğime acı;
Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;
Bağışla meyhaneye giden ayağımı,
Kızıl kadehi tutan elime acı.

6.
Akıl bu kadehi övdükçe över;
Alnından sevgiyle öptükçe öper;
Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi
Hem yapar hem kırıp bin parça eder.

7.
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.

8.
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.

9.
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

10.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

11.
İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

12.
Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

13.
Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.
Kendini satmıyan adama akmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

14.
Bilgenin yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek.

15.
Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi.
Yerden biten şu mor menekşe yok mu?
Bir güzelin yanağındaki bendi.

16.
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,
Bin bir derde düşer, canlarından bezerler.
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,
Onlar gibi olmayana adam demezler.

17.
Gül verme istersen, diken yeter bize.
Işık da vermezsen, ateş yeter bize.
Hırka, tekke, post most olasa da olur,
Kilise çanları bile yeter bize.

18.
Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

19.
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili.
duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli!

20.
Hak er geç cimrilerin hakkından gelir;
Cehennem ateşleri onlar içindir.
Ne der, dili inciler saçan Muhammet:
Cömert gavur cimri müslümandan yeğdir.
Devamı Buradan ...>>