Bu yaz adı bilinmez bir denizdeki sandalda bir o yana bir bu yana çekildi durdu küreklerimiz. Kâh dalgaların hışmına uğradık, kâh dalgalara üfleyen rüzgârın. Ayaklarımız ne suya değdi ne de başımız göğe… Değmesine değdi de kucağımıza taptaze bir dünya güzeli verildi aslında. Nankörlük etmemek lazım, işimizi kaybetmemizin ardındaki hayrı görmemiz lazım dedik, eyvallaha yattık hep. Her güzel şeyin bir bedeli var; aç mı kaldık susuz mu dedik teselli bulduk? Anladık ki bu oyunu biz yazmadık, ya da yazdık ta oynama faslında ya şundadır ya da bunda gibi hep suçlu aradık durduk. Teselli vermek, yol göstermek yazılarımızda “ok mu suçlu yay mı” gibi ahkâmlar kesmek kolay, gel de şimdi sen sana uygula bu önerileri ve o en güzel pembe ve ılık konuşmaları. Önce;
İşimizi kaybettik.
Miniklerimizin hastanelerde yattığını duyduk, gidemedik gözyaşlarımız göl oldu içimizde...
Anamızın hastalıkları ve doktorlarla uğraştık daha doğrusu doktorlar bizle.
Yeni iş bulduk, kendi işimiz gibi benimsedik yüreğimizdeki o küskünlüğümüzle. Kardeşlerimizdi iş sahipleri, 2 ay emek verdik baktık durumlar kötü tüm çalışanlar maaşlarını alamıyor, borçlar dağ gibi hiçbir ücret talep etmeden ufak ufak, bari iki kelle eksilir çalışan sayısından deyip İzmir’e evimize doğru ters-yüz olup sıyırttık usulca. Döndük ardımızda gözü yaşlı dostumuzu bırakarak.
Kaş-Fethiye/kabak-İzmir, tekrar Kaş derken şimdi de geldik yeni yolcunun karşılanması için Şehri İstanbul’a.
Başı sonu olmayan bu dünyaya gelmek ve getirilmek için can atanlara ne sözümüz olabilir ki! Çılgın bir paranoya halinde yok etmeye programlanmış umut tarlaları yerine mayın tarlalarıyla donatılmış bir yerküredeyiz. Sahilde inşa ettiğimiz kumdan kalelerimizi denizler yuttu çoktan. Ölümler, yaralanmalar, taarruzlar, kuşatmalar, gökten ebabil kuşlarının pençelerinden atılan damgalı taşlar, delinmiş ekin tanesine çevirirken dört bir yanı şaşkına döndük Gelen yolcularımıza eflatun ninnilerimizi nasıl söyleyeceğiz şimdi bilemiyorum.
Sizlere ılık güz rüzgârları vaat edemiyoruz çocuklar.
Coşkulu günler,
Huzurlu geceler.
Manşetlerde ve haberlerde ölümlerin ve acımasızlıkların olmayacağı müjdesini veremiyoruz.
Ben biliyorum karıncanın sivrisineğin bile üzerine inecek bir terliğe;
“-Hayııır” diye tepki verecek çocuklar olacaksınız. Sizlere nasıl anlatacağız düşürülen uçakların, öldürülen çocukların, şehitlerin arkasından feryat eden anaların hikâyesini.
Sen sevgili ve hassas torunum Eren’im,
Minik evliyam Yasemin’im
Mavi gözlü dev’im Ege’m
2 hafta içinde doğacak olan Ata’m,
Tüm yeni doğmuş ve doğacak yeni nesil kristal çocuklar: Size sesleniyorum. Size pembe masallar nasıl anlatacağız? Çileğin, kirazın tadını nasıl tarif edeceğiz? Paradan ve markadan daha önemli olan değerleri nasıl tarif edeceğiz bilmiyorum. Yüce Atatürk’ün
“-Bir Türk dünyaya bedel.” Dediği gibi bari sizler de;
Türklüğünüzle övünün çocuklarım. ÇÜNKÜ “Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcut.”zaten…..
21 Ağustos 2008 Perşembe
YAŞAM DENİZİ
Gönderen sufi zaman: 10:15
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
yine de her bitiş yeni bir başlangıçtır diyerek her yeni gelenle unutları tazelemeli ama başka türlü nasıl durabiliriz ki ayakta öyle değil mi...sıkıntılarınız, acılarınız, kötü günleriniz için geçmiş ve son olsun, başlangıç ve mutluluklarınız için daim olsun demekten başka ne gelir elimden...
Dünyaya henüz 3,5 ay önce gözlerini açmış oğlumu Ege'mi sevmeye, ona dünyaları vermeye adamışken kendimi bir anda bir karamsalık çöktü, oturdu yüreğime. Etrafımızda olan biten kötülüklerden uzak tutmak nasıl da zor bir görev aslında. Ne yapabiliriz ki onu çok sevip onunda herşeyi sevmesini istemekten başka. Dünyayı güzellik kurtaracak. Her yeni gelen bir umut olacak, içimizdeki bu karamsarlığı günışığına, güneşe rengarenk gökkuşağına çevirecekler onlar...
Yorum Gönder