"Pepu.........
Keku..................
Kamgeral.........
Mıgerd................
Kamçişt...........
Mıçişt..........
Kamşut................
Mişut............
Axaxax"...............
Yukarıdaki sözleri birkaç kez hızlı hızlı tekrarladığınızda kuş sesi çıktığını göreceksiniz. Munzur dağı eteklerine gideniniz varsa, Hatta bu kuşu tanıyanınız bile olabilecek aranızda aslında.
Kuşdili bilenler bilir diyor ki: Ah baba kim öldürdü? Ben öldürdüm. Kim yıkayıp gömdü? Ben gömdüm.Ah.ah.ah….
Cemreler toprağa düştükten sonra BAHAR geliverir dağlara, ovalara, kırlara ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler, süsenler kaldırır bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından laleler, nergisler, papatyalar, kır karanfilleri, gelincikler, yabangülleri. İç gıdıklayan kokularını etrafa yayarken, renk renk ışıklarını sulara aksettiriverirler. Ağaçlar kuru dallarını uzatır gerinir yeşerirler birden.
Baharın gelmesiyle birlikte kuşlar daha bir neşeli öter, daha bir neşeli uçar gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akar, yeni doğan kuzuların atlayıp zıplamalarıyla güzelleşir yaylalar, daha bir coşkuyla eser rüzgâr.
Her bahar nasırlı ellerin toprağa attığı tohumlar, yeniden yeşerme sürecine dönüşünce, doğa yeniden dirilir. Bir serin şebnem, güneşin de etkisiyle kendini yeniden doğurur. Derin uykusundan uyanır doğa. Umutsuzluğu ortadan kaldırarak aydınlığını, güneşe yönelen gülüşlerini saçar evrene.
Kenger; karların erimesiyle yetişen en önemli bitkilerden biridir Anadolu’da. Bir taraftan soyulup yenilir, yemeği yapılır, diğer yandan sakızı toplanır. Kenger sakızıyla da meşhur bir bitkidir, üzerine türküler bile yakılmıştır. Kengeri, önemli yapan bence tüm bunlardan da öte acıklı efsanesidir.
Munzur dağı eteklerinde cemrelerin düşmesini bekleyen, fakir evlerinde mutlu mesut yaşayan bir aile varmış. Bir Oğlan bir kız çocuklarını masallar, şefkat sevgi ve şarkılarla büyütüyorlarmış. Ancak kışın soğuk ayazından etkilenen anacıkları ateşlenmiş ve ne olduğunu bilemeden aile, güzel anaları bahara varmadan kapamış gözlerini. Çocuklar küçük, babanın gözleri yaşlı. Köyde yalnız kısır bir kadın yaşarmış “al bu kadını, çocuklarına ana, sana eş olur” demiş köyün yaşlıları. Baba evlenmiş te üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış.
Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırıp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterirlermiş...
Günlerden bir gün; Babalarının evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abi bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken abi, kız kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeş, ’Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi?” Biz şimdi eve nasıl döneriz? üvey annemiz bizi öldürür!.. ’ deyip çıkışmış kardeşine.
Kardeşi ise ’Hayır ağam, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!’ demiş. Ancak abisini bir türlü inandıramamış. “ağam eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!” demiş. Abisi almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş!... Kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş.
Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abi, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvermiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.
Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. “O biraz yoruldu oduncularla gelecek” demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş.
“— Nahırla gelecek demiş.”
Nahır da gelmiş, ama çocuk yine yok.
“— Davarla gelecek”
Davar da gelmiş çocuk hala ortalarda yok.
Genç oğlan bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış, yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreciği.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abi, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. ’Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!...“
Efsane bu ya o gece delikanlının dileği kabul olup, pepuk kuşu oluvermiş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup o hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu genç pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder dururmuş Ax-kekko, ki küşt, ki suçtü,çalger min çalgır ax,ax,ax.
İşte kardeşinin ölümüne sebep olan pepuk kuşunun acıklı ötüşü …
Sevgilerimle.
19 Nisan 2009 Pazar
BİR KUŞUN ACI YAKARIŞLARI
Gönderen sufi zaman: 09:40
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar..., EFSANELER
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
12 yorum:
bu efsane doğuda hala anlatılırmış,
çok etkileyici.o kuşun ötüşünü dinlemek isterdim
Canim Ablam, cok seviyorum ben senin bu efsanelerini, bak senin sayende bir yenisini daha ögrendim. Lütfen kitap yapalim bunlari, bizim cocuklarda okusun, kaybolmasin Anadolu efsanelerimiz:))
Seni cok seviyorum:))
Buaralar köyümü çok özlüyorum zaten, belki de bu başını alıp gitme isteğinin bir belirtisidir. O kadar çok isterimki bisüre doğayla başbaşa kalmayı ve onu dinlemeyi. Acaba bize neler söylüyor da biz anlamıyoruz.
Öyküyü babanneden dinlemişliğim var.Günlerdir, hep yolum ora taraflara düşse de kenger sakızı alsam derim.Babanne, memleketten gelirken hep getirirdi de...Munzur dağının eteğine düşer de ata toprağı ...Kısmet bugüneymiş:))Güzel yazıydı,yakıştı pazara, sabaha...Bir de çok hoşlaştı elimdeki kahvenin tadı:))Teşekkürler...
Teşekkürler Tontini
Ne güzel öyküleri vardır Anadolumun.
Birde senin kaleminden okuyunca tadı birbaşka oluyor.
Sevgilerimle
Sevgili Dilek abla,çok güzel bir öykü
Anadolu'da ne kadar yaşanmış öykülerimiz var.Anadolu'nun isminin
nerden gekdiği ile ilgili:
Yüzlerce yıl önce,Fakir bir aile varmış.Yaşlı anne hastalanmış,büyük
kızı annesine çorba yapmak için
buğday ambarına gitmiş.Ambarın boş
olduğunu görünce,ağlayarak:
''Ana dol''
''Ana dol''
diye çile çekmeye başlamış.Bir süre
sonra ambar buğdaylarla dolup taşmış.Kız bütün köye bunu anlatmış
ve o günden sonra bu yörenin adı
'''A N A D O L U ''' olmuş.
Sevgi ve saygılar Cenk
Dilek abla,yazdığım öykü aklımda bu
şekilde kalmış.Belki biraz farklı olabilir.Tam anımsayamıyorum...
Çok güzelmiş..:)
İlk başta uzun diye okumayacaktım hikayeyi ama şimdi iyi ki de okumuşum diyorum..
Mujks
Sevgili kubra zeynep kara;Hikayenin başındaki sözleri hızlı hızlı tekrarladığında aynı o kuşun ötüşünü duyuyor sanki insanın kulakları.
Sevgili cadıcım;Ben de seni çok seviyorum sen ne zaman türkiye'ye gelirsen birlikte
tasarlarız birşeyleri olur mu canım.Seni görmeden özledim inan.
Sevgili gugukcum;Evimizdeki duvarlar, kullandığımız eşyalar, ağaçlar, kuşlar balıklar hepsi konuşuyor bence de.Bilgisayarımız iki kez bozuldu tamir edemediler."Üzme bizi" dedim aynı insan gibi ve kendi kendine düzeldi ben de nasıl oldu bilmiyorum.
Sevgili buraneros;Hikaye farklı yörelerde farklı bir renge bürünüyor.Erzincan'da iki kız kardeş olarak anlatılıyor.Ancak ben içsel olarak kardeşlerin birinin erkek olduğu şeklini daha çok sevdim.Sen de Munzurun eteklerini mi özledin canım hıı?
Sevgili tutsak;Ya kuşun konuşması aynı sabah gün ağarırken ağaçları tek tek dolaşarak öten kuşa ne kadar benziyor değil mi?Babam da kedileri konuştururdu hatırlarmısın?O hikayeyi ben yazıcamm, tamam mı? hıhı...
Sevgili WarhaWk;Savastan dönen askerler susuzluktan yürekleri yanmışken omzunda bakracıyla ayran getirip onlara içiren yaşlı kadın biteviye"doldurun aslanlarım" dedikçe askerler; maşrapaları dolu olduğundan "dolu ana, ana, doluu" dediklerinden, o günden sonra ANADOLU adı konduğu da söylenir.Sanıyorum bu evliya kadının Marmaris yöresinde türbesi var.Sevgilerimle.
Sevgili Efe'm;Hikayeyi beğendiğine sevindim güzel kuşum. Sen de sabahattin dedenin kedice konuşmasını hatırlamışsındır. Bir gün onu da yazarım belki.Sevgilerim hepinize.
Çok güzel efsaneydi,sağol.
Bende her sabah yatak odama yakın bir ağaç var ve ben o kuşlara hep ekmek koyarım.Onlarda bana şarkı söylüyorlar.Çok dikkat ediyorum neler söylüyorlar diye.Müthiş bir dinleti oluyor.Sevgiler
teşekkürler sufi...
cok cok etkıleyıcıydı.anneannem bana bunun bıraz degısığını anlatırdı hep :)
Yorum Gönder