15 yaşında...
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabah okuluna gidiyor...
Sonra çobanlık yapıyordu.
Babası garibandı çünkü.
Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah... Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi... İzmir Aliağa’ya bağlı Kapıkaya Köyü’nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran’da... Türkiye’nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye’nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu.
Yakaladı yakaladı...
Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.
O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.
Asfalt rampa.
Göründü yarım saat sonra servis minibüsü... Manisa’nın Karaahmetli Köyü’nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa’yı alıyor, Yenişakran’a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk... Musa 30’uncu.
Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı... Şoför döndü Musa’ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı... Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet’le... Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran’a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi’ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.
İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15’indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ... Hastane, doktor, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.
Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik...
Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa’nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
Kurtulmuştu hakikaten Musa... Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten... Ama kâbuslardan kurtulamadı... Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.
Ve, bir sene sonra...
Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı... Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
Ve, önceki gün...
Yıldönümüydü.
Kapıkaya Köyü’nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet’in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı... Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.
Bitti tören.
Gitti evine.
Astı kendini Musa.
Bir sene dayanabilmişti buna.
Evet, Japonya değil burası...
Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.
Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.
Başta minik Dila... 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa’nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.YILMAZ ÖZDİL'den Alıntı
17 Eylül 2009 Perşembe
KAPIKAYA KÖYÜ'NÜN MUSASI
Gönderen sufi zaman: 09:52
Etiketler: DERGİ, SAJA BAKIŞI
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
14 yorum:
utanma olsaydı eğer,hizmete talibiz diyenler,önce kendi cebini doldurmanın derdine düşmezdi.bizim millette koyun gibi peşinden gitmezdi yalancıların.
Bu ne cehalettir ...
Azcık vicdan hepsi bu ...
Elimle karalar sürüyorum
Yüzüm ağlıyor
Yavrum geliyor gözümün önüne
Ciğerim yanıyor
Çok acı be sufim. Koca adamın gözlerini yaşarttın. Neden bilmem anam geldi şimdi aklıma. Acaba ne yapıyordur, suyu ekmeği varmıdır. Geçen gün şöyle böyle laflar etmiştin ya bana hani. Seninde benden aşağı kalır yanınmı kaldı şimdi dostum. Bak işte, görüyormusun. Yüreğimi kanattın. Ne diyim ben sana şimdi. Yaşasaydı da Musam, gözlerinden öpseydim. Senin suçun yok evladım, hep bu kör cehalet, hep bu aymaz sefalet, hep bu vurdumduymaz siyaset diyebilseydi o küçük cennet ellerini tutarak, o bilirim çakmak çakmak bakan gözlerine bakarak, söyleye bilseydi ya Ahmet Amcası meramını. Ne diyim ben sana şimdi Sufim, memleketimin çocuklarının bu kara yazgılarına göz pınarlarım dayanmıyor. Öyle yoruyor ki artık, hani alıp başımı gidesim geliyor.
Ne diyecegimi bilemiyorum, elimden sadece aglamak ve dua etmek geliyor...
Ahmet kardes, giderken yanina benide al, alda agit yakip beraber agliyalim Musalara, Hidayetlere...
birkaç gün önce okumuştum haberini ama bu derece detayını bilmiyordum, neden kendisini suçlu gördüğünü anlamadan ezilmişti, unufak olmuştu yüreğim...
ama şimdi...:((
MİDEM BULANIYOR:((( GÜNLERDİR MİDEM BULANIYOR..........
eveli ezeli çocuk severdim ben ama annem aynı şey değil derdi,evlat sahibi olmak bambaşak bişey.kızım olduğunda anlamıştım ne demek olduğunu.bu olaylar için pişkiince televizyondan açıklama yapanların çocuları mı yok,her haberde başını kuma gömen devekuşları gibi kaçıyorum ,uykularım bölünüyor,küçücük yüreklerin kocaman yürekleri varda ,büyüdükçe yüreğimiz mi küçülüyor da kayıtsızız.hiç mi uyanmıyor bunlar uyudukları gaflet uykusundan ,hiç mi korkmuyorlar allahlarından.tanrım bizi çocuklarımızla imtihan etmesin,etmesin.
aynı yazıyı okudum bugün çok etkilendim..sufi keşke herkes musa kadar duyarlı olabilse gerçi bu kadarı kötü ama:(((
Musa'cık aslında kendi suçu olmadığı halde sadece sürücünün suçlamasıyla vicdan azabının yüküne dayanamayıp kendine kıymış.Ne acı ne yazık...
Onlarca insanın sele kapılmasına, dere yataklarına imar izni vererek doğrudan sebep olan yetkililer... Sadece bu mu? çalıp çırpıp talana göz yumanlar.Rant sağlamak için ormanlarımızı yakan bunu yapmakla ciğerlerimizi yaktıklarını anlamak istemeyenler vicdanlarını hangi selde kaybettiler acaba.
Sevgiler
Musa'nın okuduğu kasabada öğretmenim ben.Geçen yıl okulun ilk haftası yaşanmıştı kaza.Herkes çok üzülmüştü Öğretmeniyle,öğrencisiyle,velisiyle.Kazanın olduğu gün Kapıkaya köyüne gittik ölen öğrencilerin ailelerini ziyarete.Bütün köy çok üzgündü,yıkılmıştı adeta.Yaşadıkları yeri gördükten sonra birkez daha cız etti içimiz.Gerçekten de doğudaki yerleşimlerden hiç bir farkı yoktu,batının incisi İzmir'de öyle bir köy hayal bile edemezdik görmeden.Kayalıkların arasında küçücük bir dağ köyü,imkansızlıklar içinde.Kazayı yapan şöför öğrencimin babasıydı.Ne kadar kızsam da üzüldüm 10 yıla mahkum edildiğini duyunca,geride bıraktığı çocuklarını düşünerek.Ama Musa'nın Ölümü vzgeçirdi beni düşündürdüklerimden,az bile dedim 10 yıl.O kazada camdan fırlamış olsada,Ölümüne sebep olamamıştı ama bir tek sözü yetmişti Musa'yı öldürmeye.Yazık çok yazık...Keşke herkes Musa kadar duyarlı olabilse bu memlekette...
Benim yüreğim, en çok yaşama hakkı ellerinden bir vesile ile alınan çocuklarımıza yanıyor sevgili Sufi.
Dilerim çocuklarımıza daha güzel şartlarla bir yaşam sunacak günler yaşarız.
Sevgilerimle...
Birilerinin hatalarını kabullenebilmesi,dahası içinin acıyabilmesi kocaman bir yürek ister,Musa'nın sonu haketmediği şekilde olmuş ama ne mutlu ki kocaman bir kalbe sahipmiş.
Bu ğlkede zor,çeyreğini gösterseler böyle olurmuyduki?
Sevgili Blog dostlarımız;
Herbirinize tek tek, yorumlarınız ve duyarlılığınız için teşekkür ediyoruz.Blogda tam bir yeni yazı yayınlayacakken günlük gazetelerde Yılmaz Özdil'in yazısı ilgimizi çekti.Gecenin o vakti okuduğumuz şey zehir yutmuşuz gibi iç organlarımızda deprem yarattı, bizleri ağlattı içimizi acıttı ve sizlerle Türkiye'nin gerçeklerini acı da olsa paylaşmak istedik.Mutluluklar kadar acıların da paylaşılmasından yana olduğumuz için bu yazıyı yayınladık.Çözümler üretme zamanının geldiğinin, Can çocuk Musa'nın aracılığıyla bir kez daha mesaj olarak iletildiğini düşünüyoruz.Hepinize sevgilerimizle.
Yorum Gönder