Zaman zaman usumdaki kavak yeli beni benden alır eski benlerime çocukluğumun yalın ama düş dolu sıcak günlerine doğru götürür beni aniden.Kanatlanıp uçarım o günlere..
Şimdi tablo gibi karşımda Adapazarı'nın Doğançay'ındaki çınar ağaçlarının gölgelediği toprağın çehresi.Turuncu ponponların,,ufak kurtların kemirdiği kurumuş keçi boynuzlarının,sararmış kuru sonbahar yaprakları üzerindeki armonisi..Hüzün dolu sessizlikte neşeli çocuk kahkahaları,çığırtıları kulaklarımda.Durağan tabloya hareket getiren köye günde sadece bir kez uğrayan taka otobüsün na-na-ni-nana diyen kornası mısır tarlaları arasından akan tozlu yola çağırırdı bizi.Yıl:1952
Mavi şortlu küçük bir kızdım o zamanlar,erkeklere özenen.Otobüsün kornasını taklit ettiğim için NANİKA koymuşlardı adımı yörenin çerkezleri.Çoook sonraları Tontini olacaktı adım.Gün boyu zaman kısıtlamasına girmeden doğanın koynunda yeni evrenler yaratırdık kendimize.Paranın hükmünü bilmeden zengin olmayı düşlerdik..
Çok ama çok zengin olmayı isterdik zengin olmanın ne demek olduğunu bilmeden.Zenginlik bayramlarda baklava,hergün patlamış mısır yiyebilmek,ipek böceği yetiştirebilmek,kendi evinin bahçesinde 3 tekerlekli bisikletine binebilmekti bizim için.Oysa bu hayatımda hiçbir zaman bisiklete sahip olamadığıma göre hiçbirzaman da zengin olamadım demektir.Şimdi ilk torunum EREN'imin bile enaz 4 bisikleti var.bana göre torunum zengin anneme göre zengin olan benim...Şimdiki çocuklar bir yaşında başlıyor masal dinlemeye,düşe dalmaya.Bizler masalları kendimiz yaratırdık gerçeklerden.Bu denli çocukları eğitmeye yönelik masal kitapları yoktu o zamanlar.Onun için var olan çocuk yanımız,çocukların büyük yanlarıyla birleşiyor masallarda.Onun için bilgelikten uzak yalın bir yaklaşımımız var çocuklarla.Onun için mor eflatun bulutlara dayalı dar açılı merdivenden kanatlanıp uçuyoruz şimdiki masallarla,filmlerle..Devlerle savaşıyoruz acımasızca,annesini kaybeden kaz oluyoruz,kedinin kovaladığı fare olup korkup saklanıyoruz kendi içimize.
Sakarya o günlerde büyük bir gürültüyle çamurlu sularını akıtırdı köyün içinden.her sene birkaç canlıyı yutardı korkunç suları.Baharla eriyen kar sularıyla birleşir dur-duraksız gümbürderdi yatağında.Trenler geçerdi köyün tam ortasında parıldayan paralel rayların üstünden.O zamanlar bir şarkı vardı söylenen:
"Manda yuva yapmış söğüt dalına aman aman,
yavrusunu sinek kapmış gördün mü?"
Kulağım her duyduğunda belleğim harekete geçer düşlere dalardım.Mandayı söğüt dalında düşünür,dal kırılır diye oturtamaz,şarkıyı benimseyemezdim bir türlü.Beğenmez ama birtürlü söylemeden de edemezdim.
Köyde yerleşik çerkezlerin ilginç töreleri vardı.Kızlar evlenmeden önce kaçardı sevdiğine.Birgece at üstündeki aşık kaçırırdı kızı kendi köyüne.Ses çıkarmazdı kimse bu işe.Sonra olurdu düğün dernek.Tabancalar ateşlenir cıvvvv-cıvv sesler yayılırdı köy meydanına.Konuklara düğün çorbası,çerkez tavuğu,zerde dağıtılırdı.
Özel bir yerim vardı köylülerin yanında:nanika bundan da ye,şu da senin diye ikramlarlardı.Oyunlarını öğretirlerdi çerkez kızları.Orta yaşlı erkekler tahtaların üstüne tahta çubuklarla vurarak HAAA-HAYY larla değişik bir müzik yaratır,kızlar ve genç delikanlılar karşılıklı geçip eş seçerek parmaklarının ucunda yükselirlerdi.Benim masallarım bunlardı işte...Düş kadar güzel.
Tüm evrende yıldızlarla dolu gökyüzünün altında yaşanan tek yerdi orası.Oya,Oktay,Ayşe,Emine,Hanife,Miray,Mete,Zeynep ve ben Nanika'dan başka çocuk yoktu yerkürede.tüm evrenin tek sahibi bizdik...
Çok sonraları öğrendim tüm gerçeği.Bir sonbahar akşamı vagonuna yükleyip eşyaları bindik bir kara trene..Evren büyüdü gözümde elimde koca bir dev oldu sanki.Elinden elma şekeri alınmış çocuklar gibi ağladım.Öldüm,her gördüğüm şeyin acımasızlığında.Korktum,kompartımanın penceresinde yürüyen görüntülerle.Küçüldüm bir nokta oldum.
İlkokula Eskişehir'in çorak tek dikili ağacı olmayan Ağapınar'ında başladım.Acılar tüm mutsuzlukları toplayıp göçle geldi soframa kollarıma.Gerçekler acıydı...
2x2 nin dört olduğunu bilerek 5 demem !
Güzel kedim tekirin mezarının başında günlerce ağıtlanmam..
Eve gidince bir araba sopa yiyeceğimi babam söylediğinde,sopa yüklü arabanın Ağapınar'da bulunamıyacağını sinsice düşlemem:GERÇEKTİ !!! Oysa biliyorum şimdi:
1000 in yarısı dört yüzyirmibeş.Mutluluk:7.25....
12 Ekim 2008 Pazar
DÜŞLERDE GERÇEKLER
Gönderen sufi zaman: 23:04
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
ne güzel yazmışsın sufi,ne içten ...çok beğendim..anlatıma bayıldım.bir o kadar da hüzünlendim.sevgiler seninle olsun..
SEni okurken kendi çocukluğuma yaşadığım oynadığım düştüğüm kalktığım mahallemize gittim,zenginlik benim içinde cips yemekten ve şişe kola almaktan ibaretti sadece,bir de sulugöz sakız...
İnsan hafızası işte böyle birşey psikolojik savunma mekanizmaları öyle çalışır ki Geçmişe dönük hasret dolu anıların en güzellerini hatırlar..
Oysa çocukluk döneminde de bugün olduğu gibi sıkıntılar vardı..nedense bunları pek anmayız..
:))
güzel yazı
Özlemişim dostum bu yazıları..
köylülerin güzeli, köylü güzeli Nanikaaa şimdilerin Tontinisi yaşamış gibi olduk sayende o günleri...
Yorum Gönder