ŞARLATAN - SUFİ SAJA

.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

25 Kasım 2008 Salı

ŞARLATAN
















Azerice: Ağzı kalabalık
Türkçe: Çığırtkan
İtalyanca: ciarlatano, gürültülü ve çok konuşan.
Sözlüklerde ŞARLATAN'ın tam karşılığı bu. Şar-atıyor yani, ya da benim sözlüğüme göre: Şar=şehir, La=yok, Tan=güneş doğmadan önceki alaca karanlık fecir.
Şarlatan=koca şehri fecirde yok eden... Yok, olan şeyi var gibi gösteren... Böyle uzaar gider yorumlarım. Harf ilmini öğrenmek, bir de şarlatan tanımak gerek... Çevremizde ondan bol başka bir şey yok ama olsun insanoğlu kelimenin nereden gelip nereye gittiğini yine de bilmek istiyor. La fontaine ne güzel yorumlamış şarlatanı:

Şarlatanlar eksik olmaz dünyadan
Bu mesleğin, ne hikmetse,
Hacısı hocası boldur her zaman
Kimisi peygamberim diye çıkar ortaya,
Kimi Çiçeron geçinir köyde, koyakta
Bu sözde Çiçeronlardan biri
Öyle övüyormuş ki kendini,
Söz sanatının tanrısıymış sanki kendisi.
Bir hımbılı, bir mankafayı, bir hödüğü
Bülbül gibi konuştururmuş isterse
“_Evet, baylar, diyormuş kükreyerek;
Bir hödük, bir hayvan, bir eşek,
Bir eşşoğlueşek getirin bana,
Uğraşıp adam edeyim inanmayana,
Gelsin nutuk çeksin önümüzde,
Cüppe takke de giysin isterse!
Bu sözler kralın kulağına gitmiş;
Çağırtmış üstadı saraya, demiş:
“_Bir güzel boz eşek var ahırımda benim;
Bu eşeğin hatip olmasını isterdim.
_Başüstüne, demiş bizimki;.......
Siz istersiniz de ne olmaz ki?
Bir hayli para almış öncelik olarak
Tam on yıl sonra eşeği kürsüye çıkaracak.
_Yoksa demiş, asın beni razıyım;
Sırtımda bütün diplomalarım
Ve başımda iki uzun takma kulakla
Saraylılardan biri yanaşıp şarlatana,
Gizlice demiş ki kulağına;
Görmeye geleceğim seni asılırken,
Tam darağacına yakışacak adamsın.
Bize bir nutuk çekmeyi de unutma
Şöyle tumturaklı, dokunaklı cinsinden;
Kulağında küpe kalsın çiçeronların
_Sen hava alırsın, demiş şarlatan;
On yılda ya kral ölür, ya eşek ,ya ben.

Herif haklı
Asıl on yıl bekleyen deli
Bugünü gün etmek mesele
On yıl sonra kim kala kim öle!Kim bile akibetin ne olacağını!
Abbasi Halifelerinden Harun Reşit'in kardeşi Behlül'ün hikâyeleri çoktur. Ancak anlatacağım hikâyeyi Dedemizden duymuştum internette rastlayamadım onun için sizlerle paylaşmak istedim.
Harun Reşit bir padişah zengin mi zengin, kardeşi Behlül de fakir mi fakir pejmurde bir kılıkta çarşılarda deli divane gibi gezip durmakta. Bir gün halk padişaha gelir ve Behlül'ü şikâyet eder:
"-Efendim, kardeşiniz her gün halkın üstüne işiyor."diye. Harun Reşit vezirine emir verir:
"-git ve sor bakalım Behlül neden milletin üstüne işiyormuş?" Vezir gider bulur Behlül'ü ve sorar sorusunu. Behlül sinirlenir;
"-Kim demiş benim insanların üstüne işediğimi?" Vezir;"ee, herkes öyle söylüyor""Gel bak bakalım demiş Behlül ve iki parmağını vezirin gözüne sürme çeker gibi sürüvermiş.
"- hele bak bakalım gördüklerin insan mı?" demiş. Vezir hayretler içinde kendini sanki hayvanat bahçesinde sanmış. İştee demiş Behlül,
"- Bu şehirde 3 insan var, onlarda çok uzakta benim çişcağızım onlara ulaşmaz. Ben bu gördüklerinin üstüne işiyorum, insana değil." demiş.
Eğer insan kalıbında bu dünyada yaşıyorsak hayvan sıfatlarından soyunmamız ve insan gibi insan olmamız gerekiyor. Nasıl mı? Şarlatanlıktan uzak durarak, toplumun menfaatlerini ve yararını kendi arzu ve hedeflerimizden üstün görerek, yalansız, riyasız, üçkâğıtsız, dalaveresiz bir yaşam tarzını benimseyerek. Güneş gibi ayırt gözetmeden ışığını yayarak, nalıncı keseri gibi hep kendine yontmayarak... İnsan gibi insan olacağımız günlere kavuşmamız dileğiyle...Dilek

26 yorum:

Adsız dedi ki...

Dilekciğim,
Ne güzel yazmışsın,insan gibi görünen hayvanlar,hayvan gibi görünen insanlar,bu keşmekeş içinde yolumuzu bulmaya çalışmak için erenler yardımcımız olsun.İnsanlar biliyorsun eskiden tekkelere gider,çilehanelerde çile çekerek olgunlaşmaya çalışırlarmış;günümüzde hayatın kendisi çilehane ,sağımızı solumuzu kollamaktan adeta yoruluyoruz.Nerden ne geliceği belli değil.Kişiyi nasıl bilirsin diye sormuşlar"Kendim gibi" demiş.Esas sorun karşındakinin senin gibi olmaması galiba.Dedik ya "Erenler hepimizin yardımcısı olsun" iyi insanlarla karşılaştırsın inşallah.Seher

Primarima dedi ki...

İnsan gibi insanlar yetiştirmek,yetiştirdikden sonra insan gibi insan olarak kalmalarını sağlamak lazım.Ama naparsak yapalım etrafdaki şarlatanlar etkisi altına alıyor bizim insanlarımızı.

Buzcevheri dedi ki...

Ben de çoğu zaman behlül gibi görüyorum. =)

Haccecan dedi ki...

çok güzel bir paylaşım daha...
Kuran'da da bahsediyor ya, hayvanlardan daha aşağıda olan insanlardan. Hayvanların bile gözümde değeri var o insanları görünce, duyunca...

beenmaya dedi ki...

dileğin dileğimdir. yüreğine sağlık...

sufi dedi ki...

Canım kardeşim Seher;
Sınavların işleyişi sırasında bir anlık gaflete kapılık benlik bilincine düşmekten erenler bizi korusun inşaallah.Güzel yorumun için teşekkürler can yoldaşım, sevgilerimizle.

Sevgili Ebru'm ve minik Rima
Sizleri de erenler inşaallah korur tüm olumsuz kaynaklardan.Her zaman böyle saf ve içten kalırsınız.Sevgilerimle dilek.

sufi dedi ki...

Sevgili BuuuUz cevheri
Behlül deli divane görünen bir ermiş ya aslında Harun'un tahtı saltanatı onu zerre kadar ırgalamıyor.Kasabın vitrininde koyunların kendi bacağından asıldığını görünce rahatlıyor.Çok şükür "her koyun kendi bacağından asılıyor diyor" da yine de kardeşine acıyor.

Sevgili Hatice,Namı diğer Haccecan;
Behlül'ün de vezirin gözünü açtığında; demek istediği zaten kötü huylar. Hayvanlar bile şu dönemde birbirleriyle dost yaşarken insanların hayvana mahsus sıfatlardan kurtulamaması sorun zaten.Kızdığımız zaman; Kediler unuttu ama, biz hala tırmalıyoruz ne yazık ki!. Sevgiler dost.

sufi dedi ki...

Sevgili beenmaya,
Biz dileyelim, belki bizim dilimizden dileyen O dur da dileklerimiz gerçekleşir tez elden, sevgilerimle.

:)den dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
:)den dedi ki...

İnsan ruhunun amacı her duyguyu deneyimlemektir. İyi, kötü, şarlatan, bilge, yalancı...vs. hepsi olabilsin diye. Aşağıyı bilmezse yukarısı nasıl olsun. Şarlatanın olmadığı bir yerde iyilik, doğruluk kavramları da olmaz zaten! Bu nedenle içinde ego barındıran Tanrısal ruh, yüce olmayanı yargılamaz. Ruhun görevi insana yarışır davranışları seçmemiz için bizi teşvik etmektir. Doğruyu bilmemiz için yanlışı da sevmemiz gerekiyor sevgili Dilek. Bırakalım her ruh kendini gerçekleştirsin. Ruhun koşulsuz sevgiyi deneyimlemesi için her duyguyu yaşaması gerekir. Şarlatanlara "o da ben" diyebildiğimiz gün, ruhsal değişim dönüşümü başlatabiliriz, yoksa ruh dağına ulaşmak ister ama dağın eteklerinde dolanır dururuz.
Sevgiler...

Merve Y. dedi ki...

ikiside çok güzel ve anlamlı hikayeler.Ama nasıl işime yaradı bilemezsiniz yarın dil ve anlatımdan sınavım var ve olası sorulardan biriside bir hikaye yazınız.Sanırım Behlül'ü anlatacağım.Teşekkürler...

Brajeshwari dedi ki...

Bu dileğe bende katılıyorum. Ama bu çeşitlilikte, kıyaslarla kendimizi büyüterek, birilerine benzememek için, başkalarını hatta hayvanları aşağı görerek değil..Kendimizin ne olduğumuzu bilerek, bunu öğrenerek.. Gördüğümüz herşeyde, aslında biraz biz varız.Biz yalancılığı görüyorsak, o bizde de var olduğu içindir.

Aslında, bu çok derin ve grift bu konu..Senin Mevlana bilginden, bu bakış açısına burada bir örnek düşmek isterdim.. :)

Hepimiz kendimizi değiştirdiğimizde, bu dünya bir yere gelecek.Başkalarına yüzümüzü döndüğümüzde değil...


ohh be sonunda sana yorum yapabiliyorum...:)

Sevgilerimle...

rebelon dedi ki...

çok güzel yorumlamışsın .ben de melcisin çatısına çıkıp işemek isterdim:)

Nilambara dedi ki...

Sevgili Dilek,
Bu güzel yazının özellikle son paragrafına, dileğine yürekten katılıyorum. Yorum bölümünü biraz genişçe işgal edeceğim için özür dilerim ama çok bilinen bir hikayeyi hatırlattın bana, tekrar olacak çok kimseye ama paylaşmak istedim..
sevgilerimle...

TASAVVUFUN DÖRT KAPISI

1. Şeriat basamağı
2. Tarikat basamağı
3. Marifet basamağı
4. Hakikat basamağı

Hakikate ulaşmak ise, bu kapıların birer birer geçilmesiyle mümkündür.

Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş:
- Bu dört basamak meselesini ben pek anlayamıyorum... deyince

Mevlana:
- Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var.
Hepsi de rahlelerine eğilmiş okuyorlar.
Sen git bunların hepsinin ensesine sırayla bir şamar at.
Sonra gel sana anlatayım.

Öğrenci gitmiş birincinin ensesine tokadını atmış.
Tokadı yiyen "talebe" derhal ayağa kalkmış ve daha güçlü bir tokatla
Mevlâna’nın öğrencisini yere yıkmış.

Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasının verdiği görevi var.
Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat atmış.
O da derhal ayağa kalkmış elini kaldırmış, tam tokadı atacak, vazgeçip yerine oturmuş.

Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış.
Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.

Dördüncü ise , tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.

Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış.

Mevlana :
- İşte sana alman gereken örnekler....
Birinci, henüz şeriat basamağını geçememişti. Şeriatta kısasa kısas olduğu için,
tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.

İkinci, ise tarikat basamağın daydı
Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki,
tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi.
"Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu.

Üçüncü, marifet basamağına kadar gelmişti.
İyinin ve kötünün bir tek Yaradandan geldiğini bilir ve inanır.
Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından
şöyle bir dönüp baktı.

- Dördüncü, hakikat basamağını da geçmiştir.
İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir.
Onun için dönüp bakmadı bile....

sufi dedi ki...

Sevgili :)
Senin de dediğin gibi tasavvufta yargısız olabilmek ve her nereye bakarsan bak kendini görebilmektir ön mesele.Ben bu yazımda negatiften pozitife o dengeyi anlatmaya çalıştım.Daha doğrusu La fontaine'nin hikayesinin açıklanmaya ihtiyacı yok ama Behlül'ün hikayesiyle noktalamak istedim. Biraz abartmışım galiba.Sevgiler.

sufi dedi ki...

Sevgili Merve,
Tüm dünyasal ve ruhsal sınavlarında başarılar dilerim.Sevgiler.

sufi dedi ki...

Sevgili Brajeshwari, yani Burcu'cum,
İşaret parmağımızı bir yere ya da bir kişiye yönelttiğimizde Bir parmak karşıya bakıyorsa diğer 3 parmak bize bakar.Suçladığımız kişinin 3 katı suçluyuzdur aslında.Güneş gibi ayırt gözetmeden
ışığını yaymaktı konu zaten.Kimsede de suç aramıyoruz aslında.Okuyanların iki hikayeden de alacağı hisse vardır sanıyorum.Sevgilerimle.

sufi dedi ki...

Sevgili Rebelon;
Bir gün meclistekiler de görevlerini yapıp gidecekler nasılsa! Sevgilerimle.

sufi dedi ki...

Sevgili Nilambara;
Ben de bu Mevlana'nın hikayesinin başka bir versiyonunu duymuştum bektaşi bir dededen.Talip pirine sorar "evliya ne demek nasıl bir şeydir" diye.Piri ona aynı şekilde dilenen 4 kişinin ensesine vurdurur.
Hikayenin seyri aynı senin anlattığın gibi devam eder.
1-Tokata tokatla karşılık veren
2-Son anda kendine hakim olup yerine oturan
-Kimi vasıta ettiğine bakan
-Kalıbını orada bırakıp başka alemlerde gezen.
Bunların hepsi de evliya mı der talip, piri cevap verir:"EVET, der
Biri aldığını satıyor ama yine de şeriatın evliyası.
2.si tarikatın evliyası kendiyle savaş ediyor
3.sü marifetin evliyası: Allahın bu tokata kimi vasıta ettiğine bakıyor.
4.sü ise hakikatta ondan Allah'tan başka birşey kalmamış yapan eden ölen öldüren seven sevilen O olmuş artık.Şeriatın evliyası, tarikatın kafiri,tarikatın evliyası marifetin kafiri gibi sıralama devam ediyor"Diyor.Bizler zaman zaman 1.2.kapıdan bazen 3.4.kapıda ise çok nadir alemleri ve olayları seyredip diğer kapılara geri dönüyoruz."Ölü yıkayıcının elindeki mevta gibi olabilmek" işte bütün mesele bu. Yolumuz kolay gele inşaallah.Sevgilerimle

Belgin dedi ki...

Bütün cabamiz, INSAN gibi INSAN olmak, olmalidir diye düsünüyorum, gerisi zaten kendiliginden gelir.
Sevgiler

tutsak dedi ki...

Selam Tüm dostlara
ben de biraz fazla meşgul edecegim yorum sayfasını o yüzden şimdiden özür dilerim.
1.ŞER i AT : kötülüklerden kurtul
2.Tarikat : bir yol seçip o yolda yürümeye başla
HAKİKAT VE MARİFET tasavvufta zaman zaman yer değiştirmiştir
3. Marifet : tarikatta alınan yol sonucunda mucizelere yada kerametlere sahip olmaktır
4. Hakikatse herşeyin tek1 şeyden ibaret olduğudur ne şeriat, ne tarikat, ne marifet,ne de sen kalmamışsındır. Hepsi biter.
Mevlana sırayı değiştirmiş ve demiştir ki HAKİKAT'e erdikten sonra MARİFET halkın arasında halk gibi yaşayabilmektir.
Çünkü bazıları marifet'e takılıp ENEL HAK ı dile getirmişlerdir. Bu konuda bir hikayeyi de anlatmadan geçemeyecegim.
Mevlana ve Şems i tebrizi ilk karşılaşmalarında Şems Mevlanaya sorar.''Beyazıd Bestami mi öndedir yoksa Hz. Muhammed mi ?'' diye Mevlana ise hiç tereddütsüz ''Tabii ki Hz. Muhammeddir''cevabını verir Bunun üzerine Şems; '' peki o zaman Beyazıd Bestami Tanrı benim Cübbemin altındadır, demiştir ama Hz. Muhammedin böyle bir iddiası olmamıştır, bu nasıl oluyor'' diye sorar.Mevlananın bu soruya cevabı ise ''bazıları sonsuzlukta bir yere gelip takılırlar ve orasının son olduğunu zannederler ama Hz. Muhammed kendisi de sonsuzlukta bir nokta olduğunun bilincinde olduğundan böyle bir iddiada bulunmamıştır''der...

Unknown dedi ki...

Sevgili Belgin
İnsan gibi insan olundumu bütün sorunlar çözülecek arkadaşım,haydi hep birlikte o günlere kapı açalım.Sevgilerimle.

Sevgili Tutsak'cım,
Bugün Yaşar Baba'nın kalıbını ait olduğu yere yani toprağa, o güzel ruhunu da sahibine uğurladık.
"Bir garip öldü diyeler
Soğuk su ile yuğalar."dedik yunus gibi,kızımm diyen sesini taa yüreğimin içinde duydum desem biliyorum inanırsın.Sevgiler.

serencam dedi ki...

Suficiğim konuyla alakasız bir notum var sana..senin adın artık sevgi kelebeği olsun emi..herkese kanadından bir toz verip geliyorsun..desteğin için ve eksik etmediğin çok teşekkür ederim ..bu kalbindeki inançla ilgili birşey biliyorum ve duanıda istiyorum aynı zamanda...ama göründüğüm kadar kötü değilim iyiyim merak etme..

sevgiler benden sana ..

:)den dedi ki...

Sevgili Sufi/Dilek
Kıssadan hisseleri uzak masal diyarlarında değil, kendimizde aramalıyız derim ben. Yıllardır La Fontaine'den masallarla uyutulup durduk. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi başka! Ne La Fontaine'nin ne Behlül'ün hikayesi... Ezbere yaşamamak gerek.
Bir gerçek varsa o da senin hikayen!
Sevgiler...

tutsak dedi ki...

DEĞERLİ :)DEN Bu noktada bir soru sormak isterim (İçinde bulunduğumuz zaman dilimi başka!)HANGİ ZAMAN ?
NEYE GÖRE ZAMAN, KİME GÖRE ZAMAN ?
1.bazı konularda hangi zaman diliminde olursan ol şartlar asla degismez. Bütün evrenin (+) ve (-) nin dengesinden oluştuğunu biliyorsak zıtlıklar var olduğu sürece evren varolacak demektir ve de bu zıtlıkların hikayeleri masalları da güncelligini yitirmeyeceklerdir ve bizlerde o masalların kahramanları olmaya herzaman devam edeceğiz. Aynen sizin dediginiz gibi Behlülde La Fountainde Bizde var ve gerçek olan dediğin gibi bizim hikayemiz hatta sizde bizim hikayemizde yer almaktasınız.SEVGİ İLE KALIN

Tontini bu arada Sevgili Yasar agabeyimiz Bizden ayrılmadı. Bir yerlerde onun bize bıraktıkları onu yaşatacaktır.

:)den dedi ki...

Sevgili Tutsak,
Sordun madem kısaca yanıtlamaya çalışayım.
"bazı konularda hangi zaman diliminde olursan ol şartlar asla degismez."
Evrende "asla" ve "kesin" diye birşey var mıdır? Her "an" yeniden yaratılırken...
Ben masalların güncelliğini yitirip yitirmemesinden bahsetmiyorum ki. Dünden değil, bugünden bahsediyorum! Bugünkü realite ne? ona bakın diyorum. Her masal kendi döneminin doğrularını ve yanlışlarını barındırır. Zaman öyle bir zamandır ki artık dualite yoktur. Doğru yada yanlış yok! Her yol eninde sonunda Tanrı'ya çıkacaktır.
Bunlar derin ve çetrefilli mevzular. Bir yorum platformunda ne derece anlaşılır bilemem. Derim ki, öğretilen herşeyi sorgulayın! La Fountain'e ihtiyacınız var mı? Onun, bunun, şunun geçmişte ne yaptığı değil, şuan sizin ne yaptığınız ve yapmakta olduğunuz önemlidir. Dağdaki çoban La Fountain bilmez ama kendini bilir!
Sevgiler, selamlar...