“Lale bir ilham; güzellik uğuldar renklerinde, sevgiler coşar yapraklarında. Lale bir güzel bahçe, şevk ile yürünür tarhlarında ve şavklar saçılır altı yöne altı yaprağında. Lale hasbi bir tebessüm, kalbî bir yakınlık… Lale bir aşkın adı; bir derin hüzün buketi… Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlara tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. Lale başıma taç ve ben ona muhtaç. İstanbul toprağına düşmeyince bir lale renge durmaz yaprağı, gülümsemez çiçeği. Bakir kâselerinde demlenmiş düşler getirir lale hayatımıza ve yaşama sevinci vurur kalplerimizin duvarlarına.
Kapa gözlerini ve dinle saki, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun? İstanbul’a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgârları toplayan hüzünler ağlar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında yas tutar gibi laleler seher vakitlerinde.”diyor İskender Pala.
Hafız Çelebi’nin lale yetiştirme konusundaki kimseciklere söylemediği sırlarını yine onun kaleminden KATRE-İ MATEM kitabından okuyorum şu sıralar.
“Kâğıthane deresinden ve can kuyusundan gelen tatlı suların karışımından oluşan havuzda Hafız Çelebi eğir otu yetiştiriyor. Beslediği kaplumbağaları da eğir köküyle besliyordu. Hafız Çelebinin de bütün sermayesi bu kaplumbağalardı.
Kimse bilmezdi ama Çelebi güz mevsimi geldiğinde, lale soğanlarını toprağa gömmeden evvel bu kaplumbağaları toplar, iki gece tahta kasalar içinde bekletir, bu sırada kasaların zeminine değişik renklerde toprak boya yığar, boyaların arasına nane ve fesleğen unu karıştırıp kaplumbağaların onunla beslenmesini sağlar, sonra onları boş kasalara alıp iki üç gün aç bırakır ve bu sefer de önlerine yiyecek olarak lale soğanlarını koyardı. Kaplumbağa salyası bulaşan soğanları bu sefer besili koyunlardan aldığı kuyruk yağına yatırıp bir gece bekletir, ertesi gün toprağa gömerdi. Bu usulü bulasıya kadar tam otuz yıl denemeler yapmış ve nihayet istediği renkte lale elde etmeyi başarmıştı. Kaplumbağalara hangi renk toprak yedirirse ısırılan lale soğanı o renkte çiçek açıyordu. Bunun içindir ki Hafız Çelebi, bahçesindeki yeni soğanların ne renkte laleler vereceğini daha toprağa diktiği günden itibaren bilir, bunu herkese ilan eder, bütün bir kış insanları merakta bırakır, bahar gelince de laleler tam onun istediği renklerde büyürdü. Hafız Çelebi ertesi yılda yeni bir tonda lale yetiştirerek herkesi yeniden şaşırtırdı.” Diyordu ünlü yazar,İskender PALA.
Ve Ben de birbirinden gizemli hikâyenin içinde var olup eski İstanbul’un zamanlarında kayboluyordum.
9 Haziran 2009 Salı
HAFIZ ÇELEBİ'nin LALE yetiştirme sırrı:
Gönderen sufi zaman: 15:47
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar..., HİKAYELER, KİTAP
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
9 yorum:
lale ne asil ne naif bir çiçek.
şarkılara hatta bir devre adını vermiş
laleye farkını rengi veriyor demek ki bu kadar zor ve zahmetli ulaşılan rengi...
bu belkide bir tutkunun ,adanmışlığın en güzel hali.okuyorum yine okuyorum,bu satırlara doyamıyorum.
Paylaşım çok güzel Sevgili Sufi. Yalnız İstanbul'un son laleleri çok da hoşuma gitmedi nedense. Küme küme dikilmiş, biraz zevksizlik örneği gibi göründü gözüme.
Bir de Lale Devri güzelliklerinin yanında sorunlarıyla gelir aklıma, o nedenlemidir bilmiyorum laleye biraz uzağım.
Yazını beğeniğle okudum. Hele kaplunbağaların ısırdığı lalelerin renginin, yediği toprakla ilişkilendirilmesi çok ilginç geldi bana.
Sevgiler...
Bir zamanlar, bir sogani binlerce altina alinip satilan Laleler, simdi Hollandanin en basta gelir kaynaklarindan biri. Onlarida ne yazik ki kiymetini bilmeyip caldirdik....
Laleleri bende çok sevıyorum;özellikle beyaz olursa gelde seyretme...Çok ilginç bir yazıydı yine çok teşekkürler:)
laleyi hayatımda ilk defa istanbulda gördüm,
bir devri açmış ve bir devri kapamış çiçektir.
Bende derin hayranlık uyandırmıştır.
ne zahmetli bir işmiş meğer. ama ortaya çıkan görüntüyle de her şeye değermiş diyor insan. lale çok asil bir çiçek. paylaşım için teşekkürler Sufi :)
Yorum bırakan can dostlara;
İstanbul'da o devre adını veren LALEyi anıp da "Lale devrinin ünlü şairini anmamak olmazdı.Tüm dostlarıma "Nedim'in" İstanbul için yazdığı, lisede edebiyat kitaplarımızda okuyup ta anlayamadığımız dizeleriyle cevap vermek istedim sevgilerimle.
"Sana kimisi canım kimi cananım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle can mısın canan mısın kafir
Şarab-ı ateşinin keyfi rüyun şul´elendirmiş
Bu haletle çerağ-ı meclis-i mestan mısın kafir
Niçin sık sık bakarsın öyle mirat-ı mücellaya
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir
Nedim-i zarı bir kafir esir etmiş işitmiştim
Sen ol cellad-ı din ol düşmeni iman mısın kafir"
Yorum Gönder