HÜDAYİ GEÇİDİ - SUFİ SAJA

.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

11 Haziran 2009 Perşembe

HÜDAYİ GEÇİDİ













Üsküdarlı kayıkçıların çok iyi bildiği Üsküdar’dan Sarayburnu’na açılan deniz üstü sakin bir yol vardır. Deniz ne kadar kabına sığmaz, dalgalar sahili ne kadar döverse dövsün bu yol kayıklara ve içindekilere sakin bir yolculuk sağlar, derya nasılsa süt-liman olur, tünel olurmuş üstünde taşıdıklarına.
Yakın gelecekte Sarayburnu ve Üsküdar arası açılması planlanan 1387 metrelik tüp geçidin adının Hüdayi Yolu olacağını işitmiş ve çok duygulanmıştım. Nedeni ise Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerinin yaşanmış gerçek hikâyesini Nezihe Araz’ın Anadolu Evliyaları kitabında okumuş olmamdı.
Zamanın birinde Hüdai Hazretleri fırtınalı bir havada, sular zeminde gülle gibi patlarken vaaz vermek için tekneyle Sarayburnu’na açılır. Fırtınaya aldırmaz Teknenin geçtiği yerde derya sütliman olur. Talebeleri ardı sıra ilerler, adeta tünelden geçerler.

Şu anda bile İşte bu ehline aşikar yol zaman zaman sandalcılar tarafından kullanılıyor “mübareğin hatırına yolumuzu aç “diye Allah’a dualar ediliyormuş.
Mahmud Sivrihisar'da Dünyaya gözlerini açtığında doğduğu bu şehir o yılların kültür merkezlerinden biridir. Yeni nesiller sağlam bir tedrisattan geçirilir. Ancak içlerinden biri dikkat çeker. Bu çocuk okuduğunu hafızasına nakşeder ve akıllara durgunluk veren bir seziş kabiliyeti vardır. Hocaları “Oğlum Mahmud!” derler, “Senin önün açık, hiç buralarda durma, doğru İstanbul’a!” Genç Mahmud, Edirne’de, Şam’da, Kahire’de kalır, çok âlim tanır. Eşi zor bulunan sohbetlere katılır. Nitekim Ferhadiye Medresesine müderris atanır. Derken genç yaşta kadı olur Bursa’ya .

Kadı Mahmud; Makam, mertebenin gözüne gülünç geldiği günlerin birinde O saatte gemilerini yakar, niyetlenir dervişliğe. Kadı Mahmud adamlarına “tiz atım hazırlansın!” der, kurulur eyere.Namını önceden duyduğu Üftade Hazretlerinin dergâhına yaklaştığı sırada atının ayakları kayalara saplanır. Gelgelelim, henüz yaşadıklarını muhakeme edecek halde değildir. Atı bırakır, yürür kapıya. Karşısına ilk çıkana “Ben!” der, “Bursa kadısıyım. Geldiğimi söyleyin, Şeyh Üftade’yi göreceğim!” Kapıdaki yaşlı derviş önce acı acı güler, sonra “Üftade benim evladım!” der, “Ama bu kapı yokluk kapısıdır, eğer malını, mülkünü, itibarını, rütbeni silemeyeceksen var git işine.” Kadı Mahmut mahcup ve pişmandır. Üftade Hazretleri kadife gibi yumuşak bir sesle devam eder: “Bak yavrum bu yol çilelidir, görmüyor musun atın bile döndü geriye!” Bunlar ne mânâlı sözler, bu ne içe işleyici sestir. İşte o an tevhid denizine yelken açar, sıyrılır yalan dünyanın girdaplarından. “Bu huzur hiç bitmese” der. Ama şimdi çetin imtihanlar bekler onu. Koca Kadı, denilen her şeyi yapar, mesela sırmalı kaftanıyla mahalle mahalle dolaşır ciğer satar. Peşinde yalınayak veletler, arsız kediler. Alay edenler, kıkır kıkır gülenler. Eski memurları “deli mi ne?” derler. Ama o direndikçe üstüne yürür, nefsinin burnunu sürter yerlere.
İşte helâları temizlediği günlerden birinde avluyu bir davul sesi doldurur, sonra tellâlın gür sesi duyulur. Bursa’ya atanan yeni kadıyı ilan ederler. Bir şaşaa, bir debdebe, bir gulgule...
Alçak nefis diklenmek ister. “Sen sürün bakalım” der, “Elin oğlu bıraktığın makama oturdu bile!” Ama o vesveselere güler geçer, “Boş versene!” der, “Sen buna lâyıksın. Hatta buna bile lâyık değilsin ama...”
İşte, tam o an ufuklar görünür, gökler duvak duvak açılır. Kalbine anlatılmaz bir huzur ve sürur dolar. Üftade hazretleri develer yükü kitabın veremeyeceğini bir bakışıyla talebesinin kalbine nakşeder. Artık bulutların üstünü, yerin altını görür, zikreden zerreleri işitir. İşte bu yüzden çimlere basamaz, çiçekleri koparamaz olur.
Ve Sivrihisarlı Kadı Mahmud, Aziz Mahmud Hüdayi olur. Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, hocasına çok hizmet eder, ömrünün son demlerinde yanında olur, duasını alır. Üftade Hazretleri öylesine hoşnut olurlar ki anlatılamaz. Hatta açar ellerini “Allah ne muradın varsa versin” der, “Padişahlar ardınca yürüsün e mi?”

Bir gün Sultan Ahmed Han yolda Hüdayi Hazretlerine rastlar, derhal atından inip eyeri gösterir. “Efendim buyurmaz mısınız?” Talebeleri Hüdayi Hazretleri gibi mütevazı bir velinin bu teklifi reddedeceğini sanır. Ancak Hudayi Hazretleri hayvana biner, Koca Padişahı ardından yürütür. Ama birkaç adım ya gider, ya gitmez iner.

“Bunu sırf hocamın duası yerine gelsin diye yaptım” der, “Yoksa Padişahımın atına binmek ne haddime!”


Hüdayi Hazretleri hocasının vefatı üzerine Hoca Saadettin’in tavsiyelerine uyar, İstanbul’a yerleşir. Küçük Ayasofya tekkesinde talebe okutur. Sonra Fatih Medreselerinde fıkıh, hadis, tefsir dersleri verir. Ama onun gönlünde sevenleri ile baş başa olacağı bir mekan yatar. Üsküdar’da bir arazi alır ve gönlüne göre bir dergâh kurar. İstanbullular akın akın sohbetine koşar, himmetine kavuşurlar. Gel zaman, git zaman namı ötelere yayılır. Tam dört sultan (III. Murat, III. Mehmed, II. Osman ve IV. Murat Han) eşiğine gelir, diz çökerler yanı başına. Mübarek, o güçlü feraseti ile onlara gölge olur. Kâh tedbir gösterir, kâh hedef çizer. Ferhat Paşa ile birlikte İran seferine katılır, askeri zafere inandırır.

Gün gelir Hüdayi dergâhı Hak âşıklarına yetmez olur. Mübarek derslerini Sultanahmed Camii’ne taşır. Ancak koca cami dahi dar gelir. I. Ahmed Han bir gece çok sıkıntılıdır. Rüyasında Avusturya kralı ile güreşir, lâkin sırt üstü yere düşer. Görünüşte kâbus gibi bir şeydir. Büyük bir telâşla rüyasını yazar ve Hüdayi dergâhına yollar. Ancak Aziz Mahmud Hazretleri ulağı kapıda karşılar pusulayı okumadan cevabı mektubu sıkıştırır eline. Onun tabirine göre toprak “kuvvet” demektir. Sırtının yere değmesi arkalarında ki himmete işarettir. Hulasa zafer bizimdir. Nitekim zaman büyük veliyi haklı çıkarır. Osmanlı muzaffer olur.
Birgün padişah Ahmed han, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinden dua ister. Mübarek ellerini açar “Ya Rabbi bizi sevenler, denizde boğulmasınlar, yaşlılıklarında muhtaç olmasınlar, imanlarını kurtararak ölsünler ve öleceklerini bilsinler!” diye dua eder.
Ahmed Han, ömrünün son günlerinde meçhul kimselere selam vermeye başlar. “Neler oluyor?” diye soranlara, “Hayret!” der, “Görmüyor musunuz? Sahabenin büyükleri ve Hülefa-i Raşidin yanımızdalar. Bana hazırlan diyorlar. Yarın Efendimize gidecekmişiz”.
Mübarek hazırlanır, ertesi gün kavuşur özlediklerine.
Hüdayi Hazretlerinin kerametlerini, hakkında yazılanları kısaltarak sizlere aktarmaya çalıştım.Nedeni mi; Sarayburnu-Üsküdar arası yapılan o tüp geçidin adının HÜDAYİ YOLU ya da HÜDAYİ GEÇİDİ olmasını istediğimden.İsteyenin bir yüzü kara....

7 yorum:

beenmaya dedi ki...

ne güzel bir hikaye bu böyle ve her seferinde okurken ne çok hikayeler kaçırdığım geliyor aklıma...

Uma dedi ki...

Hudayi Efendi, Yahya Efendi ve Hazreti Yusa bogazdaki, Istanbul'daki ASKlarim benim. Gonlum her daim onlarda. Ne zaman darlasam Ahh bir gitsem derim.
Ellerine saglik yazdin. Bir arkadasim tunel projesinde calisiyor ona da soyleyecegim istemeye devam :) Daha guzel bir isim olamazdi ...

Belgin dedi ki...

Ablam, yaz sen hep yaz, yaz ki biz bilmediklerimizi senden dinleyip ögrenelim:)
Kucak dolusu sevgiler gönderdim güzel gönlüne:)

Adsız dedi ki...

yuregınıze saglık.

cimcime dedi ki...

Blogunuzu tanıtıyorum, ey millet !..

sufi dedi ki...

Sevgili beenmaya;
Anadolu topraklarında öyle hikayeler var ki, ben de aşkla hepsini bilmek öğrenmek istiyorum.
Sevgili Uma;
Yuşa hazretlerinin Musa peygamberin yol kardeşi olduğunu ve sevgili Hızır'la karşılaşmalarını da bir gün öğrendiğim kadarıyla anlatmak isterim.Ayyüzlü ve ustamız götürmüştü bizleri de oraya.
Sevgili Belgin'im;
Tire'ye gidince Birgi babayla ilgili sana verdiğim sözü gerçekleştireceğim inşaallah.Gerçeği bir bilenden öğrenmeli, ayyüzlüme de sorma fırsatım olmadı canım.

sufi dedi ki...

Sevgili Dolunay;
Sevgili Maydanoz;

Yorumlarınız için teşekkür ederiz canlar sevgilerimizle.