Okulların açılmasının arifesinde olduğumuz bu günlerde yazılı ve görsel basının “gündem” dediği, bizimde hayatımıza istemeden de olsa giren hayat telaşları aniden değişim hızını arttırmış durumda. Açılım, Demokrasi vs derken doğanın yıkım gücünün acı tarafı ile karşılaşmak bizlere; kontrolün sadece bizim elimizde değil, bütünlük içerisinde olması gerektiğini hatırlattı. Gündem denilen yalan gerçeklik insani doğrularımızı yavaş yavaş elimizden alıp, bizi ne olduğu belirsiz canlı türüne dönüştürmeye devam etmekte. En zayıf olduğumuzu hissettiğimiz anlarda bile yaratığa dönüşümümüzü nasıl en iğrenç şekle büründürebiliriz diye uğraşıyoruz. Mağduriyetin pençesinde boğuşan sel mağduru insanların dışında yağma talan ve gasp mantığını “ne olacak zaten akıp gidecekti” “önüme düştü bende aldım” doğruluğuna sığınan salak ve çıkarcı zihniyet, karşımıza kralın çıplaklığı mantığında aniden görünüverdi. Geçenlerde Emre Kongar, “vicdan her insana göre değişkenlik gösterir” konusuna Kafka’dan bir yazısı ile gerçeklik getirmeye çalışmıştı.
” Sizden çok uzakta hiç tanımadığınız adamın birinden size miras kalacak, onu düşünce gücü ile öldürür müsünüz?” demişti. Vicdan eğer evrensel vicdan doğrusundan sıyrılıp benlik elbisesini giyerse onun adı vicdan değildir artık. Doğrular durumlara ve koşullara göre şekillenmemeli. İnsani doğrular annemizden doğduğumuz anın temizliğinde olmalı. Bu konuyu kısa bir hikâye ile anlayana sivrisinek saz. minvalinde noktalamak istedik.
Levrek avı yasağının kalkmasından az bir zaman önce, baba oğul akşamın
ilk saatlerinde küçük balıklardan yakaladılar. Sonra çocuk oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir LEVREK. Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av yasağı başlamıştı. Önce balığa, sonra oğluna baktı. “Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,” dedi. “Ama Babaaa!” diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle. “Başka balıklar da var,” dedi babası. “Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!” dedi çocuk. Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı. Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi. Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk o şehrin ünlü mimarlarından biri ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürüyor.
Mimarımız babasının bu tavrından sonra yıllarca balığa gitti, ama asla o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat “İnsani değerler” konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o suya geri bıraktığı balık gözünün önüne gelir. Babasından öğrendiği gibi “ insani değerler”, doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konuydu. Ancak güç olan, değerlerin uygulanabilmesiydi. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk. Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmezdi. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatır, fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmanın insani bir erdem olduğunu bilirdik.
Sevgilerimizle.
14 Eylül 2009 Pazartesi
YAĞMA / TALAN / ARADAKİ İNSAN
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
15 yorum:
BU hıkaye herkesın kulagına kupe
vıcdan
kendımızle basbasa kaldıgımızda
bıze huzuru verıyorsa..
dogru yoldayız..
şimdi o mimar
efendiye sormalı:
''sen,hayatında
hiç AÇ, AÇIKTA
KALDINMI'' diye!
düzen bozuk düzen
bacı.
aç olsam,
kimsenin gözünün
yaşına bakmam,
sel mel de beklemem
yağmalarım bacı.
kendim için,
evdeki aç bebeler için...
kimse açlıkla
terbiye olmasın bacı!
düzen bozuk düzen...
şule
selde oradan buradan kopup giden eşyaları sonra başakşehir'de bir yerlere kamyonlarla getirdiler. daha damperi kalkarken insanlar kamyonların başına üşüştü. içlerinde kimyasal var mıdır zehirlenir miyiz diye düşünmek bile yok. böyle bir açlık hakikaten çok korkutucu...
Ders kitaplarında okutulması gereken bir öykü bu...
Ancak küçük yağmacılara kızdığımız kadar ülkeyi yağmalayan büyüklerini gözardı etmemeliyiz Sevgili Sufi...Aynı tepkiyi onlara da gösterebilsek, küçüklerini de önleyebiliriz demiyorum,ama azaltabiliriz. Utanırlar hiç olmazsa!
Merhaba sufi,
Hikayeyi de yaziyi da guzel buldum, ancak... O yagmacilara odaklanan kameralarin aslinda baska bir goruntuyu orttugunu dusunuyorum.
Gercek yagmacilari ve ihmalkarlari. Ofkeyi onlem almayanlardan ziyade, oradaki halka yonlendirme ihtiyacina hizmet ettigini dusunuyorum.
O resimlerde beni rahatsiz eden bir sey vardi, bugun Yildirim Turker'i okuyunca daha iyi anladim...
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=14.9.2009&ArticleID=954374
Demek istedigim, aysema ogretmenle ayni. Gozuken yagmacilardan rencide oldugumuzdan daha cok gozukmeyenlerden olmaliyiz. Caldiklari geri gelmeyecek, canlar gitti canlar...
yıllar evvel ortaokuldayken edebiyat öğretmenimizde bir hikayeden yola çıkmış ve önemli olan ışıklar kapalıyken yani insanlar sizi görmezken yaptıklarınızın içinizde bıraktığı etkidir demişti.Gerçektende okullarda okutulası bir hikaye/anı
Yorumlara baktım da,Ne yazık ki aynı düşünüyorum. Ahlaksızlığın azı çoğu, gizli veya açıkça olanı yoktur ama aç insan insanı yer yamyam gibi.Ayrıca onlar yakalandı ya ötekiler ülkeyi yağmalayanlar....
Sevgiler
Televizyon denen popüler kültürün yalama şekeri alet ve içerisinde bir dünya reyting meraklısı kalitesiz yayıncı ve yönetici olduğu sürece sanırım böyle vicdansız davranışlara gebeyiz.Mümkün olduğunca televizyonlardan gözümüze sokulan zararlı şeyleri silip atmamız gerekiyor.Çünkü gerçekten insanlık değişiyor,bu tür felaketler neredeyse normal gelmeye başlıyor.Çözüm yok,insanlık tehdit altında gerçekten...
Sevgili Dostlar;
Yazımızın konu başlığı "yağma, talan ve aradaki insan" dı.O nedenle büyük ya da küçük yağma ve talan diye sınıflandırmaya almadık.Anlattıklarımız da bundan dolayı "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" kıvamında. Hikayemiz de: "anlayana sivrisinek SAZ, anlamayana davul zurna az" diye başlıyordu ya! Minareyi çalanlar çifter kılıf diktirmişler. Ellerimizdeki en kıymetlilerimizi almadan önce dikkatlerimizi doğal afet ve diğer simbiyotik isimler altındaki operasyonlara çekip deveyi hamutuyla götürebiliyorlar da biz zavallılar sadece dedikodusunu duyuyoruz sonradan nasılsa! Gaziantep'te baklava çaldıkları için mahkum edilen iki çocuğa gözlerini dikip, trilyonları götürenleri gözardı edebilmelerimiz böylece olabiliyor işte.Ufak tefek şeyler bunlar!!!!!!Bizim babalarımız avlanma yasağı başladıktan sonra tuttuğumuz balıkları denize atan cinsten, ama öbürlerinin babaları ya da hocaları öyle öğretmemiş onlara onun için mübah ve sevap oluyor yaptıkları her uygulama.Biz enteresan bir milletiz zaten, yaptığı yolsuzluklardan yargılanıp darağacında asılan bir başbakanının adını bir milli kahraman gibi, hava meydanına verebilecek kadar enteresanız hem de.Yine de olsun "mazlumun ahı çıkar aheste aheste."Hepinize kucak dolusu sevgilerimizle.
Her zaman olduğu gibi çarpıcı ve güzel bir yazı. İnsan olamayanlara güzel bir örnek. Baştakiler yağmacı, alttakiler tabi yağmacı mantığı olamaz, insana yakışmayan neyi kimde görsek gerekeni elimizden geldiği kadar yapmalıyız.
Asla politik düşüncelerle yaklaşmamalıyız bazen. Doğru yanlış diye bir kavram var neticede. Çok yazık birşey ki oldukça koyun misali yaşıyoruz şu ülkede, bir çok şeye gücümüz yetmiyor ve bazı şeyler hiç değişmiyor. neler dönüyor nelerr.
Ekonomik sıkıntı, dejenarasyon, maneviyattan bir kopukluk, ve menfaatin gerektiğine göre, yani işimize geldiği gibi hareket etmek var..can benim can çıksın senin can misali oldu bazı şeyler.ne yazık. Balığa bende giderdim eskiden, artık o kadarcık bir hobiyi bile yapamaz oldum. Çocuklarımla balık tutarken bazen çok fazla bolluk olurdu, fakat ben bize yetecek kadar olan kutu dolduktan sonra tutmayı bırakırdım, bu kadar yeter derdim, çocuklarım daha tutalım derdi, ama ben bu kadar yeter, ihtiyacımızdan fazlası yazık olur, yarın gelir gene tutarız.derdim. Havyar zamanı asla balık tutmaya gitmezdim çocuklara tutturmazdım. Neyse.
Kadir geceniz mübarek olsun..
Allah herkesi doğru ve insaflı kullardan eylesin.
Çok güzel ve nalamlı bir öykü bu anlamasını bilenlere elbette.
Kalelmine sağlık.
Sevgilermle...
Sevgili SUFİM,
Öylesine trajikomik olaylar içindeyiz ki en önemli şeyi dengemizi korumakta zorlanıyoruz. bir tarafta yazdıkların, bir tarafta bugün gazete okuduğum bir haber, "bir arabaya girip 4 tl çalan küçük çocuk tutuklanmış"...
sözün bittiği yerler var malum...
Yazın çok güzel,ellerine sağlık...
Yürekten sevgilerimle...
Babamin bir lafi vardir: "Imam osurursa, cemaat s.car!" der, eh olanlarinda gösterdigi gibi halimiz bundan ibaret...
Iceberg' in görünmeyen yüzü var.Suyun altında kalan kısmı...
İki yazı- iki yorumun ötesinde işler bunlar zannımca, arkadaşlar..
İnsan bir hâli birebir yaşamadıkça bilemiyor.
Önce kendimizde yaşayalım ve yaşatmaya çalışalım iyi- güzel- doğru bildiklerimizi..
Ümidediyorum ki devamı gelecektir.
Oldukça yorgunum ve ugün doğum günüm :)
Önce bir dinlenmeliyim, yorumdan çok teşekkür amaçlı bir ziyaretti bu sevgili sufi..
Yazı ve yorumlarınızı büyük ölçüde beğendiğimi söylemek istedim bu vesileyle...
Sevgiler...
Benden de 'AŞK' olsun!...
Sahi, başka bir şey varmıydı ki? :))
'Aşk imiş her ne var ise âlemde...'
Yorum Gönder