Bir gün, Adapazarı'nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden bir eren olan AĞAÇ BABA diye bir zat yaşarmış. Bu ihtiyar bahar gelince ormandaki çalı-çırpıyı toplar, yeni yeni fidanlar yetiştirir, ağaç büyütürmüş. Bir gün dağdan kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse "buyur" etmemiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış, bu fakir, fakat gönlü zengin adama bir bardak içecek su bile veren olmamış. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, “bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum “diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir SAPANCInın iş yeriymiş orası.
Kapıyı çalmış… Az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı:
“Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı'ya niyaz ediyordum,” demiş. Ağaç Baba memnun, başköşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, sapancıdan izin istemiş, sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün? Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-saban. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş zahir diye düşünülmüş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş yani. O günden sonra, işte bu koca göle SAPANCA adı verilmiş.
Adapazarı'nın Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba'nın yattığı yerdir.. Ağaç Baba'nın diktiği fidanları koparan, ya da yetiştirdiği ağaçları kesenlerin elleri kurur, bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş.
Ölürken, Ağaç Baba;
“Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. Benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi mamur etmek istiyorsanız ağaç dikin...”diye Sapanca halkına vasiyet etmiş.
Not: Sualtı arkeologlarından Ali İlker Tepeköy Ekim 2008 de ekibiyle sualtı dalışları neticesi Sapanca gölü dibinde 3X4 metre boyutlarında düzgün kesilmiş yerel taşlarla inşa edilmiş bir kilise kalıntısı olduğunu tespit etmiştir. Bu kalıntının sular altında kalan kasabanın kilisesi olmadığını kim söyleyebilir?
Resim:sapancam.blogcu.com'dan alıntı.
20 Kasım 2009 Cuma
AĞAÇ BABA, SAPANCI ve SAPANCA GÖLÜ efsanesi.
Gönderen sufi zaman: 09:00
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar..., EFSANELER
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
14 yorum:
Ablam, yine tüylerim diken diken olarak okudum Efsaneyi.. Ögrenecek ne cok seyimiz var. Her ugradigimda HUZUR ve BILGI alarak gidiyorum sayfandan. Yüregi güzel, kendi güzel ablam, cok cok sagol bu güzel Efsane icin. Kitap yapalim senin bu Efsaneleri, ertelemeyelim kitap fikrini, ne dersin?
SIMSIKI sarilip, öptüm yanaklarindan, seni cok ama cok seviyorum:))
BENDE AYNI ŞEKİLDE duygulandım bu hikayeden....gerçekten çok güzelmiş sapanca efsanesi...bende yerel bi gazatede köşe yazısı yazıyorum arada bazı yazılarımda da bu şekilde efsanelerin duyduğum şeklinin kendi yorumumla anlatmaya çalışıyorum....
Mesela bir kocaeli'li olarak Pişmaniye'nin adının neden pişmaniye olduğu hikayesini ;)
Sirkeyi satmak ve dilinden bal damlamak deyimlerinin çıkış noktasını;) v.s
Sizden de öğreneceğimiz çok şey varmış....
teşekkürler....Sevgiler...
sapanca gölüne dair bu efsaneyi biliyor olmama rağmen ilk defa baştan sona okudum. teşekkürler. ben kulak dolgunluğu ile anlatıldığı halini biliyorum (:
sapanca gölünün altında antik roma döneminden kalma kalıntılar olduğu doğrudur. zamanında yaşanan büyük deprem sonucu kanal kapaklarının tıkandığı ve gölün yükseldiği tahmin ediliyordu. roma döneminde izmit körfezi ile sapanca gölünü kanal ile birleştirmişler sanırım kalıntılarda o kanala aitmiş.
ama çocukluğumda göle karşı her oturduğumuzda göl suyunun belli dönemlerde seviyesinin indiğinde ortada bir minare gözüktüğünü söylerlerdi. hiç denk gelemedim ben (:
paylaşmak istedim (:
Al işte bir bilgi daha, kim demiş bloglar insanı tembelleştiriyor. Bunu diyenlere diyorum gelin, gelin de paslanmış beyninizin pasını açın, okuyun ve öğrenin.
Elinize kaleminize sağlık sayın Sufi, Sendika delegesiydim bir toplantı amacıyla delege olarak Sapanca'da bulundum. O vakit otel penceresinden gölü izlerken oda arkadaşım sormuştu neden Sapanca? diye cevaben demiştim ki zahir sapant atan bir bilge kişiden eserdir diye atmıştım ne bileyim ki doğru olduğunu, işte sayın Sufi meslekte olduğu gibi blogda da rehberliğini gösterdi bize.
Saygı duyuyorum.
Sonsuz saygılarımla.
Sapanca gölünün yanından her geçişte artık başka bir gözle bakacağım Sevgili Sufi...
Kitaplaştırma konusunu düşün, derim, ben de...
Sevgilerimle.
Çok enteresan bir efsane, daha önce duymamıştım. Göle dönüştüğü yerde çok etkilendim. Artıl Sapanca gölü eski Sapanca Gölü değil benim için.
Hiç duymamıştım ben bunu. Güzelmiş..
Off yaa tüylerim dikenleşti ama:Ppp
Di mi ablacığım di mi-di mi :D:D:D
SIMSIKI kucakladım sevgilerrr.:))
hiç duymamıştım artık sapanca gölüne daha bir anlamlı bakıyorum. Sevgiyle
Çok etkileyici bir hikaye.Bir çok konuyu sevgiyi konukseverliği doğayı bir hikayeye sışdırabilen bir yazı.Onlarca kitap yazılsaydı belki bu kadar duru bir anlatım yakalanamayabilirdi.Elinize duyguşlarınıza sağlık.
Geçmişi beyinlere ışık olarak saçan güzel arkadaşım benim.
Yüreğine sağlık...
Sevgili Belginim;
Palyözi;
Uçacağına inanan dostum;
Meslekdaşım;
Aysemam;
Vladimir,hemşerim;
Buz cevheri;
Ayşegül şirin kız;
Sevgili kız annesi Lale;
Politik Halil;
Can dostum Nur;
Bu umutsuz ve toplum olarak kızgın olduğumuz günlerde bloga ziyarete gelip güncel olaylardan uzaklaşabiliyor, geçmişin masallarına ve güzel günlerine dönebiliyorsanız yazılanlarla ne mutlu bana.Beni gönüllendiren sizlersiniz.Her şehrin ve üzerinde bilmeden basıp geçtiğimiz toprağın kimbilir ne hikayeleri var?
Benim; bardakdaki ve ırmaktaki sulardan sonra gördüğüm en büyük su parçası ilk Sapanca gölü idi.İlk leğen dışı çok suyla orada karşılaştım ilk yüzmeyi orada öğrendim.Sodalı su olmasından ve suyun beni içine çektiğini sanmamdan dolayı o gölden hep ürktüm.Babama bunu yansıtıp "bu suların altında birşeyler var hissediyorum" dediğimde, "kızım vardır bir hikayesi bu gölün de" demişti.Araştırıp yazmam için çok uzun senelerin geçmesi gerekmiş,gün bugünmüş demekki!
Can dostlarım sizlerden gelen bir tek yorumun bile beni çocuklar gibi mutlu ettiğini söylemeden geçemeyeceğim hepiniz benim için çok özelsiniz.Kucak dolusu sevgilerimle.Tontini@Dilek
Tuyler uperdici
Tuyler uperdici
Yorum Gönder