CELİLE - SUFİ SAJA

.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

19 Ekim 2010 Salı

CELİLE

Celile, sabahın o erken saatinde ipek saçlarını daha tarayıp düzeltmemişken, vurulan kapısını heyecanla açtı..Bu saatte gelen kim olabilirdi ki?
Karşısında yorgun pejmurde biraz da akşamdan kalma sarhoş sevgilisini görünce merhamet, aşk ve özlemle; "ah! cancağızım ne oldu böyle sana? "diyerek oracıkta kollarını sevdiği adamın boynuna dolayıp onu şefkatle kucakladı.İki sevgili ağlayarak, uzun süre sarmaş dolaş oluverdiler kapı aralığında.Adam sesi titreyerek;
"Celile, Ben dün gece Hakkı Paşanın verdiği davete senin de katıldığını düşündüm!" der ."Eee!!" der Celile, sevdiği adamın kendine güvensizliğine biraz kızarak ama kıskanıldığı ve merak edildiğine de biraz da sevinerek. "Ama, ben sana bu tür davetlere artık katılmayağım diye söz vermemişmiydim?" Adam biraz mahçup biraz da sevinçli, bir gece önce neler yaşadığını kelimesi kelimesine sevdiceğine anlatmaya koyulur;

" Büyükada'daki ada otelinde oturuyordum, yan masadaki iki kişinin konuşmalarına şahit oldum, Hakkı paşanın istanbula geldiğinden ve istanbul'lu bayanları Nişantaşı'ndaki otelde ağırlayacağından bahsediyorlardı. Adadan kalkan son vapurda çoktan iskeleden hareket etmişti.Maltepe’ye geçmek için bir sandalcıyı zorla ikna ettim. Sandalcının havayı süzen gözlerine cevap olarak da “hastam var” yanıtını verdim. Denize açıldık, bir müddet sonra lodos arttı ve deniz şiddetle çalkalanmaya başladı. Sandalcı durmadan küfrediyordu. Ölüm üçüncü bir yolcu olarak aramıza sızmaya çalışıyordu. Sen ve Hakkı paşayı aynı mekanda hayal etmek gözümü öyle karartmıştı ki azrail bile korkup yanımıza gelememişti.
Güç bela Maltepe’ye geldik, kendimi sahile attığımda sırılsıklam olmuştum. Hemen Maltepe’deki kahvelere uğradım. Bir araba istedim. Yok…yok…Bostancı’ya kadar yaya gitmeye karar verdim. Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe’yle Bostancı arasındaki mesafenin bu kadar uzun olduğunu o zaman fark ettim. Kan ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti. Karakola gittim. “Bana bir araba bulunuz hastam var!” dedim. Aradılar taradılar birini buldular.. yine bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum. Kadıköy, oradan Üsküdar… Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı! Apartmanının kapıcısının penceresini vurarak onu uyandırdım. "Benimki evde mi?" diye sordum?" Adamcağız halime bakıp şaşırdı: "Evde, bu akşam dışarı çıkmadı!" cevabını verdi bana. ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini tahkik ettim. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Adam çar-naçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçine sormuş: uyuyor! demiş. Geldi bana haber verdi. Sanki dünyalar benim olmuştu.Karşıdaki arabacı meyhanesinde sabaha kadar içtim. İşte şimdi karşındayım, görüyorsun halim berbat...Pişman ve üzgünüm... Aşkının beni ne hallere düşürdüğüne bir bak" dedi.
Zamanının tanınmış ressamlarından olan güzel Celile, yaptığı tabloların boya artıklarıyla renklenmiş yumuşacık ellerini sevdiğinin yüzünde şefkatle gezdirdi."Ah benim kuzucuğum, Celile'sini çok da kıskanırmış!" dedi ve devam etti."Annem ne zaman evleneceğimiz konusunda beni sıkıştırıp duruyor zaten, ben de seni düşünüyorum İstanbul'un neresinde oturmak istersin, evimizi nasıl döşemeliyim, hangi renkleri tercih edersin?" diye.

Bu ressam kadın ve bu ünlü şair Bir bahar akşamı Çamlıcadaki bektaşi dergahında tanışmışlardı ve adam tanışmalarının ilk günü, Celile için:
"Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum
Hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum
Gördüm:dişi bir parsın ela gözleri vardı"dizelerini yazmıştı defterine. Daha sonra kâh Celile Büyükada'ya gittiğinde buluşmuşlar,Kâh o Celile'nin Nişantaşı'ndaki evine geldiğinde birbirlerini görebilmişlerdi. Şairimiz 1916 sonbaharında Celile'yi vapura bindirip İstanbul'a uğurlarken duygularını defterine:"Ben müthiş muzdariptim. Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...O gidinceye kadar ada dopdoluyken, o gider gitmez ada boşalıveriyordu"diye kaydetmiştir.

"Bir uykuyu cânanla berâber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamânı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü ânı..."
dizelerini büyük aşkına ithaf eder şairimiz Yahya Kemal Beyatlı'dır ama bir türlü evlenmeye yanaşmamıştır Celile'si ile.Celile Hanım: Nazım Hikmet'in annesidir çünkü..Kendisi de Nazım'ın hocası.Birgün pardesüsünün cebinde eline bir kağıt parçası takılır: kağıtta, "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" yazmaktadır. Celile'nin bu nottan asla haberi olmaz ve sevdiği adam Yahya Kemal'den aldığı son mektuptan sonra ülkesini sevdiği İstanbul'u terkedip geri dönmemek üzere Paris'e yerleşir.SESSİZ GEMİ şiiri aslında bu aşkın muhatabı Celile için yazılmıştır da bizler hep o şiiri ölüme gidenler için dizelendi sanmışızdır.Hiç evlenmeyen Yahya Kemal BEYATLI öldüğünde evrakları arasında, içinde kurumuş iki çiçek yaprağı olan bir zarf bulurlar. Zarfın üzerinde:"Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930 da Sirkeci garında gece saat 10'da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir...Koparıp verdiği bu iki yaprağı, daima muhafaza edeceğim..." yazmaktadır.
Mahzun Güzel Celile'nin büyük aşkı: Şairimiz "Yahya Kemal Beyatlı'nın" dizeleriyle bitiriyoruz sözlerimizi, aşkla kalın efendim, sevgilerimle.Tontini

Ey talih! Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey Aşk! O gönüller sana mâl oldular artık!
Ey vuslat! O âşıkları efsûnuna râm et!
Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devâm et!

21 yorum:

aysema dedi ki...

Yeniden hatırlamak güzeldi...

Çınar dedi ki...

Ne acıdır; ömrünce sevip te, sevdiğiyle o ömrü paylaşamamak ve iki gül yaprağında, sevgisini saklamak bir ömür boyu.

Teşekkürler paylaşımın için

Sevgiler

Can Şeref dedi ki...

Hayatı boyunca aşklarının ve davasının peşinden koşan büyük usta Nazım Hikmet'in böyle bir aşkın karşısında statükoyu temsil ediyor olması ne büyük çelişki gibi duruyor, oysa o her zaman yaptığı gibi duyguları ile hareket etmiş, yaşanması gerekeni yaşayamayan, gerektiği gibi yaşayan annesi ve diğer usta Yahya Kemal olmuş.

haykırış dedi ki...

Aşk sevmesini bilen için vardır ve karşılıksızdır. 'ne kadar seversen o kadar severim' gibi düşünmek aşk değil, tüccarlıktır!
Sonsuz saygılar sunuyorum.

laleninbahcesi dedi ki...

Canım Sufi, ne garip dün akşam okuduğum kştapta da Nazım Hikmet'in gönlünün, hapisten çıkmasını dört gözle bekleyen karısından nasıl başkasına kaydığını anlatıyordu. Belki sonraları O da çok pişman olmuştur. Ama ya Sessiz Gemi şiiri olmasaydı bizim hayatımızda...

Sevgiler sana

ayşegül dedi ki...

off yaa hikaye çok tirajik..Nazım'ın bencilliğine de bak yahuu.. :((

Evren dedi ki...

bir çocuğun gözünden bakmak bir hocaya, bir anneye, bir duruma ve hatta bir babaya... bazen ne şaşırtıcı sonuçlar doğurabiliyor. işin empatisi falan yok oluyor. o çocuğa rağmen yaşayabilecekken aşkını, yaşamamayı seçen adamın karşısındaki kadının, kırıklığını gördüm de. kimbilir nedenini bilmediği o gidişin ardından ne çok akmıştır gözyaşı... herkesin duygu yoğunluğu kimbilir nereden nereye taşımıştır kendilerini.

gülsen VAROL dedi ki...

Farklı bir senaryo benim aklımdaki sevgili Dilek.. Yıllar önceden aklımda kalanlardan kırpık dökük kesitler var hatırladığım.. Asıl adı Ahmet Agâhtır şairin.. ve kendisi rahatına sefahatine zevklerine fazla düşkün bir adamdır.. O devrin son derece lüks evlerinde ve gece hayatında aranılan sevilen bir adam olmanın avantajını, cebinden beş kuruş harcamadan sürmektedir..
Nazım Hikmet'in hem şaire bizzat, hem yakınlarına hem de kendisine sorduğu pek çok soru cevapsız kalmıştır..Zaten pek çok imkanlara sahipken Nazım için en ufak bir şekilde parmağını bile kımıldatmamış olması esef vericidir.
Aşka aşık bir adam olan Nazım için konu sadece anneyi paylaşmak değildir şüphesiz, hayatında mesuliyet denen mefhumdan uzak, yaşamı sadece içmek ve yemek olarak algılayan bir hocaya duyulan tepkidir kanımca..
Ayrıca, o mektup için, "bulunduğu söylenen" denmektedir.. bir kurgu olması da mümkündür..
Sevgili Dileğim, Sufim.. Her konuda değil ama AŞK ve AİLE konusunda, Nazım'ın hata ve haksızlık yapacağına asla ihtimal vermiyorum ben..
SEVGİLERİMLE..

y. dedi ki...

çok farklı değil mi, evlat olmak... yüreğimiz ne kadar kocaman olsa da, anne demek ah bir başka işte.
bir de güller var gözyaşı gibi, saklanan ve dönüştürülemeyen çiçeğe.der ki metin altıok,
bir gün gelir bu kör acı kendisine bilenir
zamana katmmer katmer, bir gül anlam eklenir...
bilenir mi gerçekten kör acı bilinmez...

Zeugma dedi ki...

Yahya Kemal Beyatlı'nın cebinde zeytinyağlı sarmalarla gezdiğini okumuştum bir ara..Sokaklarda, biraz derbeder... Onun hiç evlenmediğini biliyordum ama sebebini net bir şekilde senden öğrendim sufim...
Celile'de çok güzel bir kadınmış doğrusu... Üzücü,ama kaderleri böyleymiş. Hem evlenselerdi Nazım Hikmet gibi bir dev doğmayacaktı, en önemlisi de bu bence..

Çok güzel ve etkileyiciydi..
Yazan ellerin dert görmesin...
Sevgilerimle..

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Canım dostum,
Y.K.Beyatlı asıl adıyla Ahmet Agah çok yıllarını yur dışında geçirdiğini, yut içinde sadece milletvekiliği sırasında bulunduğunu anımsıyorum ve çok derbeder olduğunu.
Böyle bir aşka tutulmuş olması belkide onu bu derece derbeder yapmıştır.
Eski aşklar bile farklıymış...

sufi dedi ki...

Sevgili
Aysema;
Çınar;
Can şeref;
Haykırış;
Laleninbahçesi;
AyşeGül;
Evren;
Gülsen;
y.;
Zeugma;
Nur;

Ne kadar bilsek de tarihe mal olmuş kişilerin geçmiş hayatlarını kulaktan dolma biliyoruz sadece.Kim bilir ne acılar yaşadılar, ne hasretler çektiler, toplumdan ne tepkiler aldılar Tanrı bilir.Çünkü Celile hanım 2 çocuklu bir dulken Yahya Kemal kendinden yaşça çok küçükmüş.Celile Hanımın o devirde ayıplanacağı ihtimali bile gün gibi ortadayken ne zorluklara göğüs germişlerdir kimbilir.Bizim gençliğimizle şuandaki gençliğin serbestiyeti arasında bile uçurumlar varken, o zamanlardaki aşkların sürmesi platoniklik çerçevesinin ne kadar dışına çıkabilmiştir ki?
Nazım Hikmet evet duygu adamıdır ve ömrü boyunca birçok kadına aşık olup mektuplar ve şiirler yazmıştır. Çünkü şairler, genelde aşka aşık insanların içinden çıkar.Bu nedenle Nazım Hikmet'e yargılayıcı bir sözümüz asla yoktur ancak o da gençlik ve anlayışsızlık yapmış olabilir konu ANNE'si olduğunda.Toplumumuzdaki genel kanı anneler babalardan ayrıldı mı, her türlü gönül ilişkisine kapılarını kapatması gerekir de babalar her ne yaparsa hakkıdır.Gerçek adı Ahmet Agah olan Yahya Kemal'in Nazım için en ufak bir şekilde parmağını bile kımıldatmamış olmasını Nazım'a kırgınlığının neden olduğunu düşünmüşümdür.Çünkü o onun öğretmenidir ve sevdiği kadının oğlu ve aynı zamanda talebesi tarafından hayatını etkileyecek böyle bir tepkiyi hazmedememiştir. Kim bilebilir?Bir insanı karalamak,içiyor, yiyor sefahat alemlerinde geziyor demek çok kolaydır.Atatürk için bile bu sözler söylenmiştir.Ancak beni Yahya kemal'in muhteşem şiirleri ve Celile hanıma duyduğu aşkı ve sadakati çok etkilediği için sizlerle burada paylaşmak istedim kusurum varsa affola.Bir başka sefere Büyük usta Nazım'ın Hikmet'in şairliğinden ve aşklarından da söz açarız dilimizin döndüğünce inşaallah. Hepinize yorumlarınız ve yazıya katkılarınız için teşekkürler ve sevgilerimle.

A-H dedi ki...

hic bilmiyordum bu hikayeyi (ne ayip bana) ne kadar guzel oldu paylasmaniz sufi, hele hele cok sevdigim o sarkinin hikayesi olmasi...
Bir yandan da inanilmaz hayrete dustum, Nazim gibi bir ask adami nasil yapar bunu diye.

aysegul dedi ki...

Yahya Kemal'ı sessız gemının ıcınde
tacız eder yerım ben ama :P

Tam benım tıpım,off yaa cook sırın :D

beenmaya dedi ki...

hikayelerin bize yansıtılan kısımları üzerine yapabileceğimiz çok yorum var ama o dönemlerde, o koşullarda, o zamanlarda olmadığımız, yaşamadığımız için bir yer hep eksik, hep yarım kalacak.

o nedenle ben yorum yapmaktan ziyade AŞK'ın büyüklüğüne sığınmak istiyorum yine...

Avram dedi ki...

Aşkı sorgulamaya kalktığınızda , unutmayın bir siz de sorgulanırsınız.
Yahya Kemal'in sevgisi ve aşkını boşverin sorgulamayı , onlara bırakın.YAzdırdıklarına bakın ve ne mutlu ki böyle bir aşk yaşamışlar.Yoksa , Sessiz Gemi yazılabilir miydi?.

Esin Bozdemir dedi ki...

Hikayenin içinde geçen şahısların hayatımızı önemli derece etkileyen kişiler olması açısından,okuduğum bu yazı çok etkileyici bir hikaye idi. Hikayenin aslını ve gerçeğin ne olduğunu ancak yaşayanların bilebileceği, oldukça hassas bir konudur aynı zamanda!

Bazen aşkı yaşayan insanların dahi birbirlerine karşı anlatamadıkları gizler ve sırlar dolu iken biz okurların kulaktan dolma söylemlerle bir şeyler söylememiz ne kadar doğru olabilir ki!Somut olarak var olan bir şey var ki...Yahya Kemal edebiyat hayatımıza önemli eserler vermiş usta bir kalemdir. Nazım Hikmet vatan sevdalısı, yazmış, çizmiş koca bir büyük ustadır... Ve her iki ustada aşklarını kendi duygu dünyaları, düşünceleri, çelişkileri ile yaşamış iki güzel insandır...

"Devlerin Aşkı Büyük Olur!" diyorlar ya hani, günümüzde devler kaldı mı bilmem, her yerde cüceler görüyorum:)

AŞK için, aşka dair yaşanılan o tarifsiz duyguları yaşayanlara da; "duygu kadını ve adamlarına da" şapka çıkartarak...

Her iki ustayı da bizlere bıraktıkları o güzel eserler için sonsuz saygı ile anıyorum...

Ve sevgili suficim, hiç unutmadığımız bu büyük ustaları yeniden anmamıza neden olan bu güzel yazıyı bizlerle paylaştığın için sana da çok teşekkür ederim...

Ah..nasıl güzeldir Sessiz Gemi şiiri...!!! dönen yok seferinden!..

Elifin Terazisi dedi ki...

Benim için de yeniden hatılamak güzeldi, sevgilerimle...

sufi dedi ki...

Sevgili
A-H;
Ayşegül;
Beenmaya;
Avram usta;
Esmir;
Elif;

İşin içinde aşk oldu mu, kavuşamamak ve çekilen hasretin yaptırım gücüyle iz bırakan eserler meydana geldi mi ne yapalım kelimeler susmuyor işte.Sevdiği uğruna canını feda edebilecek zorluklara göğüs gerebilenler karanlık tünellerden çekip sürükleyip ışığa götürüyor beni sanki.Bu tür hikayelere yaklaşımım; günümüzde böylesi aşkların nadir yaşanıyor olmasındandır belki.Hikayeyi çocuk yaşlarımda dinlediğimde çok duygulanmıştım, burada sizlere aktarırken de gözyaşlarıma engel olamadım her nedense.Dilerim Aşıklarımızın kabirlerinde Yahya Kemal'in "Rindlerin ölümü" şiirinde olduğu gibi her seher bir gül açıyor ve her gece bir bülbül ötüyordur...
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter.

Yorumlarınız ve konuya katkılarınız için herbirinize teşekkür ederim.Sevgilerimle.

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Gerçekten eski alklar daha başka türlüymüş.
Bu şakı hatırlaamk güzeldi.
Kalemine sağlık:)

Elifin Terazisi dedi ki...

Evet tontinim aşk , Celile seneler sonra kör olup , oğlunun affedilmesi için Galata Köprüsünde açlık grevi yapıyor, destek arıyor. Yahya Kemal, sadece bakıp hızla uzaklaşıyor.
Aşkıyla fişlenme korkusu arasında sıkışıp kaldı mı dersin?