.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

9 Kasım 2009 Pazartesi

DÖŞTE BIÇAK YARASI

Ülkemin insanının bu günlerde kabuğu kaldırılmış yaraları kanıyor. Gözler umutsuz bakıyor birbirine. “Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye” diye sloganlar atılıyor. Vatanı uğrunda Şehit olan Kadir’in babası haykırıyor miting meydanındaki mikrofondan.”Ben oğlumu ülke bölünsün bu açılım gerçekleşsin diye mi kurban verdim?” diye.”Şehitler ölmez, vatan bölünmez “ diye karşılık veriyor, tek ağız tek yürek kelebek kanadı kadar naif,zarif İzmir’imin insanı. Mustafa Kemal 1881-193∞ sonsuzluk işaretli tişört giymiş gençlik ellerinde bayraklar “Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz “diyorlar.

40 a yakın sivil toplum örgütünün katılımıyla oluşturulan “Cumhuriyet için güç birliği platformu” dün Alsancak /Gündoğdu meydanında “millete BİRlik, Vatana BÜTÜNLÜK” mitingi”düzenlemiş ve kulaktan kulağa duyumlarla Sufi saja ekibi olarak bizim de yolumuz Gündoğdu’ya çıkmıştı. Sözleri: Ülkü Tamer bestesi: Zülfü Livaneli’ye ait müzikle yeniden umut elbisesi giyindik eğnimize, tuz bastık yaralarımızın üstüne.

ATA’mızın ay-yıldızlı al bayraklardan bize bakan o gözlerinden “güneş topla bizim için” diye medet umduk. Sevgilerimizle.


Seher yeli çık dağlara
güneş topla benim için
haber ilet dört bir yana canım
güneş topla benim için

umutların arasından
kirpiklerin karasından
döşte bıçak yarasından canım
güneş topla benim için

seher yeli yar gözünden
havadaki kuş izinden
geceleyin gökyüzünden canım
güneş topla benim için.

Devamı Buradan ...>>

8 Kasım 2009 Pazar

GEVREK pardon SİMİT ÇAY

Ata, sufi Cem, Hülya ve Ben Eylül ayı başlarında bir gün arabamızı Hisarönü’ne park edip Bebek vapur iskelesine doğru yola koyulduk. Bir tarafımıza denizi alıp diğer tarafımızda İstanbul’un o muhteşem villaları ve yalıları (iç geçirmeden) yüzümüzü güneşe verip mutlu mesut yürüdük. Pırıl pırıl İzmir’imden gel ve uçaktan indiğin anda -daha sonra sele dönüşecek- olan yağmura yakalan ve eve kapanmak zorunda kal bunlara ilaveten de haberlerle için kararsın da! Böyle bir senaryoyu şuuraltına İstanbul engramı olarak bilinçsizce kaydetme? Şaşılacak şey olurdu doğrusu. “Burası İstanbul mu?”dedirtirdi insana.

Biz hiç istemesek de, sevgili gelinim 10 gündür eve kapandığımızın üzüntüsünden o gün işini tatil etti. İzmir’de hiç alışkın olmadığımız, o uzun trafikten sonra bizleri muhteşem sahile indiriverdi. Bir anda ruh halimizin o karamsarlıktan kurtulup, mutluluk ve neşeye dönüşmesine şahit olduk. Gökyüzünden kara bulutlar kalkmış sel mağdurlarının yaraları az buçuk sarılmış, güneş aralamıştı sanki kendini bizlere.
İzmir’ lilerin sahille bağdaştırdığı gevrek çay ikilisi o gün de birden düştü aklımıza. Ama yürüdüğümüz güzergâh boyunca ne bir gevrekçi, ne bir boyozcu kumrucu ya da fırın göremedik. Neyse Bebek iskelesine yakın salaş görünümlü bir kahvenin yanından geçerken ne göreyim? Adamın biri masasında ince bardaklı dumanı tüten çay eşliğinde elindeki gevrekten büyük bir lokma ısırmış yerkennn 4-5 adım öteden çıtırtısı kulaklarıma kadar geldi. Aniden ve heyecanla sanki cevher bulmuşum gibi (yüzümdeki ifadeyi ancak o kişi anlatabilir sizlere)
“-Beyefendi gevreği nereden aldınız?” diyebildim. Adamın lokması ağzında çiğnenmeden bütün olarak bir an kaldı. Adam da dondu kaldı bu arada cevap veremedi. Gözlerini yuvalarında döndürüp,
“Hııı!! Dedi gevreekkk kahvede satıyorlar.” O da ben de gülmeye başladık karşılıklı. İzmir’li olduğumu anlamıştı zavallı. Ben zavallı da İstanbul’da gevreğe simit dendiğini hatırlamıştım nasılsa. Neyse İzmir’de 50 kuruş olan gevrek isim değiştirince olmuştu 2.5 lira ama olsun, ben muradıma ermiştim.
Karnım doyunca çok sevdiğim Fuzuli’nin heykeline yaslanıp Fuzuli parkında selamlaştım büyük âşıkla, “senin heykelini İzmir’e de dikmek lazım!” dedim.
“Aşk derdiyle hoşem el-çek ilacından tabib.
Kılma derman kim helakim derdi dermanındadır”
Dizelerini hatırlayıp O an İstanbul’u da sevdim nasılsa.
Sevgilerimle.


Hikaye:Öykü atölyesinin(fotoğrafın dili) 19.çalışması için yazılmıştır.

Devamı Buradan ...>>

7 Kasım 2009 Cumartesi

TESADÜFÜN BÖYLESİ


Sizce hayatta "tesadüf" diye bir şey var mı?
Olsaydı hepimiz, bütün hayatlar "tesadüf"lerden ibaret olurdu öyle değil mi? Hikâyeler garip olurdu o zaman, tıpkı aşağıdaki gibi...
Zamanın birinde büyük büyük dedemler taaa Girit'ten göçüp İzmir’e, babamın dedeleriyse Selanik'ten yine aynı şehre yerleşmeye bir "tesadüf" eseri karar vermişler. Çabuk çabuk geçiyorum:) Sonra onların çocukları olmuş büyümüşler ve ne "tesadüftür" ki aynı mahalleye taşınmışlar. Orda çocuklar dünyaya getirmişler, o çocuklar büyümüş, kendi çocuklarını yetiştirmiş, yani annem ve babam dünyaya gelmiş, yılar yıllar geçmiş, "tesadüfen" babam annemi görüp beğenmiş....:)
Yine aynı "tesadüfen" den:) anneme hiç kimseyi yakıştıramayan dedem, babamı ilk görüşte beğenmese de araya giren yakınların da baskılarıyla "tesadüfen" kabullenivermiş babamı ve daha küçücük bir kız olan annemle evlendirmiş. Bakın siz şu "tesadüfe"..:)
Sene 1979 "tesadüf"ler zinciri peşimizi bırakmıyo ki, ben doğmuşum işte. Ardından 2 yıl geçmiş ve kardeşim gelmiş peşimden. Yıl 1981.

Ve asıl büyük tesadüf burda. Yıllar sonraaa çok büyük bir "tesadüf"le karşıma çıkacak kocam, oğlumun babası tam da o yılda doğmuş. Allah’ım bu ne büyük bir "tesadüf":)) Bir yerlerde beni beklemeye başlamış. Birbirimizden habersiz onca yıl geçirmişsiz. Büyümüşüz, serpilmişiz. "Tesadüf" en, hiç olmaz dediğim bir şekilde tanışmışız. "Tesadüfen" sevmiş, "tesadüfen" sevilmişiz. Sonra mutlu sona erişmişiz. "Tesadüfen" bir de oğlumuz olmuş:)))

Bu mudur yani.? Ne komik dimi. :))
Yok işte. "Tesadüf" diye bir şey yok. Çok açık. Her şey ayarlanmış ve çook önceden yazılmış. Biz de, baharı, aşkımızı, suyumuzu beklemiş durmuşuz, gövdemizde adlarımız yazılı bir ağaç gibi. Çok farklı hayatların, çok farklı zamanlarda, farklı yerlerde birleşmesi, devam etmesi asla "tesadüf" olamaz dimi?. "Kader" dedikleri bu mudur peki? Evet olabilir.
Pekiii, insanlar kaderlerini değiştirebilir diyor bazıları. Benim payıma yazılan da bir Allahın kulu değiştirememiş mi kaderini yani. Becerememişler herhalde:)•Biri bir sekteye uğrasaymış mesela, dedemler İzmir’e değil de Ankara’ya yerleşmiş olsalarmış hayatımız toptan değişir miymiş? ? Biz doğar mıymışız acaba?... Çok merak ediyorum.
Düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alan bu durum ne zamandır yazmak istediğim bir şeydi, yazdım. Yazması bile zor oldu ne yalan söyliyim. :) Yine soruyorum; Annemle, babam evlenmeseydi yine biz olur muyduk ya:)
Ben düşündüm, yazdım ve anladım ki:)) tesadüf diye bir şey yok ve kader de değiştirilemiyor :)) Ne yaşanacaksa yaşıyoruz, öğreniyoruz. Elimiz mahkûm.
Ha bir de benim kaderim taa büyük büyük dedemlerin zamanından belliydi madem, o zaman torunumun torununun kaderi de şimdiden belli. Yazılanı değiştirmek gibi bir gücüm de olmadığına göre umarım kaderleri yaşanılası, güzel yazılıyordur ve umarım bende bunun için onlara yardımcı olabiliyorumdur:)
Geleceğe sevgilerimle...
Ela...

Resimler:images.google.com'dan.

Devamı Buradan ...>>

6 Kasım 2009 Cuma

SAKLANAN AYAKLAR

“Sevgili dostum, sana ufak bir sır vereceğim. Eşime bile bu güne kadar söyleyemediğim, çoraplarımı ayağımdan yanında çıkarırsam görebilir endişesiyle köşeye bucağa kaçıp gizli bir şeyler yapıyormuşum gibi bir görüntüye girdiğim çok oldu. "Geceleri yaz-kış ayaklarım üşüyor da onun için çıkarmıyorum" bahaneleri, kışın neyse de yaz ayları eşimin bile endişelerine sebep oldu. Eşim bir gün “bu böyle olmayacak bir doktora gidelim tahlil yaptıralım belki kansız kalmışsındır seni bir gösterelim “dedi. Ayaklarıma sıcak su torbaları mı koymadı, yıkamaya mı kalkmadı neler yaparsa yapsın ona ayaklarımı yine de göstermemeyi bu güne kadar başardım çok şükür. Yaz mevsimi günün o sıcağında denize girip yüzmek için can atsam da, hevesimi gecenin karanlıklarına saklar beklenmedik bir anda “ben bir denize girip geleyim” derdim de eşime “ben de geliyorum!” deme fırsatı hiç vermezdim. Çünkü bu sırla ne kadar bir süre yaşayabileceğimi bilemiyordum.”

Veli’nin doktor arkadaşı endişeyle dostuna dönüp merakla;
“-Görebilir miyim ayaklarını?”
“Tıpta ölüm dışında çaresi bulunmayan neredeyse hiçbir hastalık kalmadı dostum”
“Senin de bu derdine çare buluruz Allah’ın izniyle,” dedi.Hüzünle gülümsedi Veli.
“-Benim derdimin bir emsali olduğunu hiç sanmıyorum! Derdime çare de aramış değilim de paylaşmak istedim sadece seninle” dedi. Neyse Veli, çoraplarını çıkarıp kenara koyduğunda Doktor Nail’in gözleri fal taşı gibi açılıp sadece hayretle;
“-Ne oldu böyle sanaaa?”diyebildi.
Nail eldivenlerini giyerken ellerine, gözlerini beyaz çarşaf üzerindeki Velinin ayaklarından ayıramıyordu.
“-Ne kadar zamandır böylesin? “sorusuna Veli;
“-Bir sabah kaşıntıyla uyandığımda sivrisinek böcek falan ısırdı sanmıştım tuz süreyim kaşıntı geçsin diye mutfağa gittiğimde, parmaklarımın arasının yarıya kadar kapandığını gördüm. Bir yılda tamamen parmak aralarım kapandı ve 2 aydır da balık pulları gibi bu pullarla kaplandı ayaklarım. Gün geçtikçe de pullar bacaklarıma doğru yürüyor arkadaşım. Yürümeme engel olmasalar da tırnaklarımın yok olup, parmak uçlarımın balıkların kuyruğu gibi incelmesi bende denge kaybına neden oldu. Bu arada hiçbir şeyden tat alamaz oluşum da beni çok etkiledi. Balığa mı dönüşüyorum diye düşünmeden edemiyorum.”
“Peki, başka yerinde başka bir araz belirti var mı?”dedi Nail. “-
“-Geceleri acayip sesler duyuyorum siren ötüşü gibi. Sanki yunuslar beni sahile çağırıyorlar. İnan hiçbir şey gözümde yok, o sesin peşinden uyurgezer gibi sürüklenip gidesim geliyor.”
“-Sana şu ilacı yazayım şu reçeteyi uygula hastalığın geçer diyemiyorum. Ancak genleri değiştirilmiş balık geni aşılanmış ürünlerin insan vücudunda ne gibi değişikliklere neden olacağı da henüz tespit edilip olumlu bir neticeye varılmış değil. Biliyorsun bizler kobay bir ülkeyiz. Denemeler bizlerde yapılır, mevcut bulgulardan hareketle sonuçlar değerlendirilir. Benim bu içgüdüsel fantastik bir bulgum. Sen bu konuda ne düşünüyorsun bilmiyorum?”
Veli okumuş adamdı, GDO lu ürünlere tepki vermişti ama;
“Geçen yıl domates üretici bir arkadaşım bana dert yanmıştı, kendi tohumlarımızı kullanmamız artık yasak diye. Her yıl yeni tohum almaları gerekiyormuş, “-maliyetin yükselmesi kar oranını düşürdü bu yıl yeniden tohum parası denkleştirmem zor oldu" demişti. Benim de biliyorsun durumum iyi, eşe dosta kasa kasa domates alıp dağıtmıştım. Eşim de sağ olsun salçamızı hatta ketçapımızı ondan aldığım domateslerle yapmıştı. Biliyorsun ben pek tat alamıyorum ama. Eh! Fena da olmamıştı.”Nail; “Fantastik bir bulgum demiştim sana ama bence balık geniyle fazla haşır neşir olmuşsun, seni önce sağlık kurumlarına oradan da dünya sağlık örgütüne rapor etmem gerekebilir” dedi.
Veli derin bir iç çekti, sanki rahatlamış gibiydi. Doktor dostundan müsaade istedi ve “-bana birkaç gün müsaade et, duyduklarımı sindirene ve karar verene kadar da lütfen bu konudan kimselere bahsetme. Ben sana en kısa zamanda yeniden geleceğim” dedi ve hüzünle vedalaşıp ayrıldılar. Nail, “Doğru! Velinin hastalığının emsali yok” diye kendi kendine söylendi.

İki gün sonra Veli’nin şişmiş bedeni nasıl olduysa balıkçıların ağlarına takıldı. Kaptan, telaş ve endişeyle Sahil güvenliği telsizle arayıp haber verdiğinde,sağlık ekibi; başlarında Dr.Nail'le birlikte limanda hazırolda bekliyordu. Veli'ye "ÖLÜ" raporu verildiğinde ise denizin açıklarında güneşin altında yunuslar neşeyle denize batıp çıkıyor,o an siren benzeri ince ıslıkları tüm sahilde yankılanıyordu.

Sevgili dostlarım;
Bu hikaye: fantastik gelebilir ve "saçmalamış" tontini "felaket senaryosu çizmiş" dedirtebilir sizlere, ama bu GDO lu ürünlerle bir nevi metamorfoza uğrayacağımız kesin gibi görünüyor bana. Sevgilerimle.
Resim:images.google com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

5 Kasım 2009 Perşembe

TANTALUS'a verilen CEZA

Mitoloji;(İnsanın kendi nesline ihanetinin cezalandırışını) Tantalus efsanesinde pek güzel anlatmaktadır.
Manisa’nın Spil dağında bir kral yaşardı, İ.Ö 6.yüzyılda.
Ölümsüz tanrı Zeus ile ölümlülerden olan bir kadın olan Pluton’dan doğma.
Bereketli bağ ve bahçelerin, zengin yer altı madenlerinin olduğu zengin Frigya’da.

Şanslı mı şanslıydı bu yarı tanrı her konuda.
Hak kazanmıştı,Tanrıların sofrasında yiyip içip başköşede oturmaya.
Çaldı, ambrosia ve nektarı tanrıların sofrasından, fark ettirmediğini sanarak Onlara.
Ulu orta da anlattı tanrıların -yaptıklarını ve sırlarını- başına geleceklerden hiç korkmadan.
Bir gün ülkesinde şölen düzenledi tanrılar için. Her şeyi sezip sezemediklerini anlamak için. Çekinmedi, güzel oğlu Pelops’u, kesip pişirip acımadan sofralarına koymaktan.
Yaptıklarının vebalini ağır ödeyeceğini de hiç düşünmeden.
Kendi nefsi için nesline ihanet eden insanı tanrılar pek güzel cezalandırdı.
Tantalos’un mahkûm edildiği yerin üstüne, bereketli ülkenin meyvelerinin dallarını yaydı. Spil dağındaki gölün sularına gömüldü Tantalos, yarı beline kadar.
Başının üzerinden meyveler dolu dallar sarkıttılar;
Acıktığında yemişlere uzanır ama çekilir rüzgârla meyveli dallar;
Susayınca kaybolur çekilir çenesi altındaki buz gibi sular,
Aç ve susuz kalmaya mahkum oldu böylece sonsuza kadar.
“Tantalos işkencesi” olarak nitelenen efsane işte böyle doğdu.
Kendi nesline ihanet eden adamın sonu buydu.
Yeniden etlerini birleştirip yarattı koca ZEUS Pelops’u.
Sonra emrine verdi uçan yüzlerce kanatlı atı.
Pelops yeni adı Mora olan Peloponnese yarımadasına uçtu.
Spil dağı Yarıkkaya mevkiindedir şimdi Pelops’un tahtı.
Hırs ve tamahla insan hiçbir yere varamaz.
Anladık ki bu hayatta hiçbir suç cezasız kalmaz.

Sevgilerimle.


Resim:mythweb.com'dan alıntı.
Mitolojiden:derleyip şiirleştiren Dilek@Tontini.

Devamı Buradan ...>>

4 Kasım 2009 Çarşamba

MUŞMULA suratlı BEŞBIYIK hadi DÖNGEL artık

Nereden mi aklıma geldi bu meyveyi yazmak? Şu sıra GDO suz adı az duyulmuş, manavlarda bir görünüp hemen kaybolan bir meyve olduğu için... Çocukluğumuzun anılarını süslediği için… Tüp çikolataların daha yaratılmadığı dönemde, ekşimsi çikolata tadındaki bu organik meyveyle çocukluğumuzu geçirdiğimiz için…
“Muşmula suratlı beşbıyık, hadi döngel artık,
Kış geldi geçiyor seni hala bulamadık”
diye tekerlemeler düzdüğümüz için… C vitamini, karoten ve çeşitli mineraller içeren (5 çekirdekli, beş bıyıklı)buruk ve tatlı bu meyveyi yemenin (sinirlerimizi güçlendirmek adına)şimdi tam zamanı olduğu için… Tavsiye ederim. muşmula yemenin şimdi tam zamanı.
Bağırsakların ve böbreklerin düzenli çalışmasını sağlar.
Böbrek ve mesanedeki kum ve taşları dökmeye yardımcı olur.
Bağırsak iltihabına karşı faydalıdır. İshal ve dizanteriyi giderir.
Sinirleri güçlendirir. Mideyi kuvvetlendirir. Mide hastalıkları,
Lumbago ve nikriste faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler.
Düşük yapmayı engeller. Çekirdeği idrar arttırır,
Yaprakları kaynatılıp içilirse şeker hastalığına iyi gelir.
Bunca insana yararlı vasıflarına karşılık bir insana “muşmula suratlı” dendiğinde bilmem neden sinirlenir?
Sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

3 Kasım 2009 Salı

UMURUMDA

Umurumda; şu andaki ülkemin hali.
Kara bulutlarla kararan gökyüzüm.
İnsanımı tehdit eden GDO, yaratılmış H1N1 gibi virüsler.
Umurumda;
Evlatlarını vatan için şehit veren analar.
Haksız isnatlarla mahkûm yatanlar.
Umurumda;
Umarsız, umutsuz, duyarsız yaşayanlar.
Denizin dalga sesini duyamayan kulaklar
Gökyüzünde kanat çırpan özgür kuşu göremeyen göz
Dili lal olmuş yurdum insanının söyleyemediği söz
Umurumda…
Eli gözü kolu ayağı eksik insanlar
Umurumda el açıp ekmek parası isteyenler.
Mazlumun hakkını yiyenler.
Gündem yaratıp,suyumuza zehir katanlar.
BU buhranda ülkemin geleceği.
Acıyla ahhh çekenler
Köprü altında büzülüp yatanlar
Emeklisi işsizi çalışanıyla,
Kapkara zam senaryolarında boğulan.
Umurumda;
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyen.
UMURUMDA, umurumda işte,
Çocuklarımızın geleceği ve
Bu başıbozuk düzen.
Umurumda;
Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalması.

Resim:İmages'den alıntı.
Devamı Buradan ...>>

2 Kasım 2009 Pazartesi

EZELDEN EBEDE SADAKAT













Tam 76. sokağın köşesinden sağa dönmüştü ki (gür bir sesle) uyandı hayallerinin kör kuyularından. Ayağının dibinden ileriye fırlayan sıkılıp buruşturulmuş teneke kola kutusunun metalik sesi beklenmedik bir yankı yapmıştı kulaklarında. Bir kedi miyavlayarak bahçe duvarını atlamış, bir arabanın sürücüsü ani frene basmıştı o tedirginlikten.
“-Dur biraz, hele dur biraz…” dedi öfkeli adam eli ayağı kelimelerini titreterekten. Sanki kendini affettirmek ister gibiydi yalancıktan.
“-Gel biraz, bir yerde oturalım açıklayacağım sana her şeyi!”
Zeycan’ın korkudan ağzında dili büyümüş, tükürükle dolan ağzından,
“-Açıklayacağın bir şey yok artık,” sözü dökülüvermişti. Zeycan hayatının acı dolu defterinden çıkarıvermişti adamın adını.

Kolay olmamıştı bu çıkarıvermek kararı. Sabretmiş, göz ardı etmiş, hep affetmişti… Ama işte yine de olmamıştı.
Zehir zemberek bir on yıl, ömründen sanki 40 yılını alıp götürmüştü. Şimdi de tehdit ediliyor, büyücülerden alınma “eve döndürme” duaları evinin ve bahçesinin çeşitli yerlerine gömülüyordu. Nasıl oluyorsa eline ayağına dolanıveriyordu Zeycan’ın, bu Arapça yazılarla donatılmış ufak kâğıtlar, ne yapacağını bilmez halde denize götürüp atıyor ve “özür dilerim deniz ben senin kadar engin değilim, senin bunları güzellik ve mutluluğa dönüştürme kudretin var, ne olur temizle bunları” diyordu. Adam sinirli;
“-Ben seni hiç aldatmadım, duydukların gördüklerin yalan “diye bağrınıyordu. Yoldan geçenler adamın yalvarışlarına kadının aldırmayışlarına mana veremeyip belki de adama merhamet duyup,
“-Ne vicdansız kadın!”diye söylenip duruyorlardı. Birden adam Hay-Kır-DI…
“-DUR, dur diyorum sana” ve belinden tabancasını çıkarıp,
“-Beni affetmezsen şuracıkta kendimi öldürürüm “diye kadını tehdit etti. İlk defa “kendimi öldürürüm” diyordu, o güne kadar hep “seni öldürürüm!” diye tehdit eden adam. Kadın çaresiz yanına vardı ve “ver o silahı bana” deyip teessüfle kendisine bakan topluluğun içinden onu çekiştirerek sakin bir sahil kahvesine götürdü. Bak dedi Zeycan;
“-Bizim ilişkimiz bitti. Bu güne kadar bana yaptıklarını yüzüne vurarak terk etme nedenimi sana anlatmak istememiştim. Sen istedin ben de anlatacağım” dedi. Hatırlarsan gizlice derginin birine ilan vermiştin “genç yakışıklı hassas bir iş adamıyım 20–25 yaşlarında güzel bir bayanla evlenmek üzere tanışmak istiyorum” diye. Sonra da sana yaş gününde aldığım altın kolyeyi kaybettiğini söyleyip (oysa onu satıp İstanbul’a gitmiştin kızla buluşmaya, ekstra benden de yol parası da alarak) sözüm ona amcaoğlunla bir iş konuşacaktın. Sonradan öğrendim Elvan'dı kızın adı. Dolmabahçe’de, Sultanahmet’te, Vefa’da Piyet-loti’de boy boy kucak kucağa çektirdiğin fotoğraflarını görene kadar da, senin sadakat yeminlerine inandım doğrusu. Ne zaman Elvan seni telefonla evden arayıp karşısında bir bayan sesi duyunca “siz kimsiniz?”diye sorduğunda “Ben, ben onun hizmetçisiyim!” deyivermiştim de kızcağız bir oh çekmiş,”kendisine kim aradı diyeyim?” dediğimdeyse “nişanlın aradı dersin!” demişti. İşte SADAKAT yeminleri eden “gözüm senden başka kimseyi görmez” diyen 10 yılda en az 20 kez beni çeşitli şekillerde aldatan bir kocanın evrak-ı metrukesi."Oysa benim için sadakat; ezelden ebede dünyayı aydınlatan sevginin sönmeyecek ışığıydı.Sen o ışığı kararttın 7 renk ışık veren sevginin ampulü artık kırıldı."Dedi.
“Hadi kal sağlıcakla dostum, ben seni affettim ama yine de seninle işim bitti, sana Elvan’la mutluluklar diliyorum.”deyip içtikleri çay parasını masaya usulca bıraktı Zeycan ve hemen ortadan kayboldu o anda. Çiseleyen yağmura yüzünü tutup gözyaşlarını kendinden bile saklayarak sabık kocasının adresini öğrenemediği küçücük ve huzur dolu yeni evinin yolunu tuttu.
Adam mı? Dergilere verdiği ilanlarla bulduğu bu 3. 5. belki de 10uncu kişisiyle bir müddettir hayatını kendi özgür kurallarında sürdürüyor.
Sevgilerimle.

Bu hikâye “öykü atölyesi” için yazılmıştır.
Resim:fractalontolog.com dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

1 Kasım 2009 Pazar

SEVGİNİN DEĞİŞTİRİP DÖNÜŞTÜRME GÜCÜ

Sevgi dolu kişinin yüreğinin; cehennemi cennete döndürmeye gücü vardır…
Bir annenin; yaralanmış, öfkelenmiş ya da aşk acısı çeken kızının ya da kırılmış azarlanmış onuru kırılmış oğlunun sırtını, yüreğinden ellerine akan enerjiyle sıvazlamasıyla sakinliğe ve sevgiye dönüştürmesi demek gibi bir şeydir… Sihirli bir iksir gibidir ”Öpeyim de geçsin” sözü…
SEVGİ: kutsal bir meleğin sihirli değneğini dokundurduğu yere, yıldız tozlarını saçması gibidir… Kucakladığınız kişinin alev alev olmuş öfkesi; bir anda üzerine su serpilmiş kuru toprak gibi gevşer ve sakinleşir… Kurumuş ağacın dallarına damarlarına sevgi, can suyu gibi yürür. SEVGİ; madeni altına dönüştüren simyadır aşağıdaki videonun özeti...İşin sırrı; Yüreğimize dönüştürme emrini vermemizde gizli.Sevgilerimle.



Sevgili DÜŞ’e teşekkürlerimizle…
Devamı Buradan ...>>