.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

2 Aralık 2009 Çarşamba

ASKERE GİDERKEN YANIMA ALINACAKLAR

Yaşamın ilkleri;
Taşındığınız evde ilk uykuya dalış, sabahın ilk ışıklarıyla uyanış…
Dokuz ay karnınızda taşıdığınız bedeninizin parçası bebeğinizin gözlerine ilk bakışınız…
Sütüm olacak mı endişesiyle göğsünüzü bebeğinizin ağzına ilk dayayışınız… İlk gülümsemeler… İlk acılar… İlk adımlar… Okullar… Mezuniyetler… Nikâh masasındaki EVET deyişi… Baba ya da anne oluşu... İlk Asker ocağına teslim oluşu…
Bir annenin oğlunu bir bilinmeze ilk teslim edişi…
Ninnilerle uyuttuğunuz, her gözyaşında avuttuğunuz, gözünüzden bile sakındığınız, o yiyince doyduğunuz, o gülünce mutlu olduğunuz evladınız artık ordunun kollarında aslan gibi bir vatan bekçisi.
Bu benim 3.teslimim. Birinci oğlum; Ankara’da, ikinci oğlum; Urfa’da, 3. oğlum; Nerede ve nasıl askerliğini yapacak henüz bilmiyorum.
Yıllar önce,

büyük oğlumu askere teslim etmeden önceki bir hafta sonu sabah erken saatte bakkala giderken ajandadan kopmuş bir takvim yaprağı rüzgârla havalanıp uçtuuçtu geldi ve ayağımın önüne düştü. İttirdim gitmedi eğilip aldım güzel bir el yazısıyla “askere giderken yanıma alınacaklar “başlıklı aşağıdaki maddeler sıralanmıştı. Hiç aklıma gelmeyecek şeyler vardı bu listede. Ne yalan söyleyeyim Tanrı’dan bir anneye gelen en anlamlı destek mesajı gibi algıladım o kâğıt parçasını. Başımı gökyüzüne kaldırıp gönderene ve getirene teşekkür ettim. Daha sonraları da o ajanda sayfasında yazılanlar askere gidecek olan dost ve yakınlarımın çok işine yaradı doğrusu. Bu mesaj daha çok kişiye ulaşmalı bence, asker yakınlarına duyurula. İşte listede yazılanlar:
Sabun ve sabun kutusu,
Traş malzemeleri(Jilet, traş köpüğü)
Diş fırçası, diş macunu, kolonya, cilt kurumasını önleyecek krem.
Ayaklar için pudra
Tutkal
Yara bandı, nasır bandı
Selpak mendil
Tırnak makası, ufak makas
Plastik terlik.
Postal için keçe tabanlık.
Çengelli iğneler ve lastik
İki adet ufak kilit
Boyuna asılan para kesesi
Kalem kâğıt
Pilli okuma lambası
Göz bağı ve kulak tıkacı
Vatka 3–4 adet (vuran sürtünen yerlere koymak için)
Mehmetçiğin el defteri:(İçinde marşlar, yemin metni, rütbeler, takvim adres yazacak yer olan küçük defter)


Bana Allah’ın emaneti olan yavrum; bundan böyle Artık sen Türk istikbalinin evladısın. Atatürk’ün de dediği gibi “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” Senin ve senin gibi vatan bekçiliği yapacak olan tüm kuzuların önünde bir anne olarak saygıyla eğiliyorum. Bu millet size ve ordusuna her zaman minnettar olacaktır.

Not: Sizlere bu yazımla bir mesaj vermiyor olabilirim ama ben de bir insanım ve anneyim... EGE'nin babası Yazarlarımızdan Ela'nın kocası 3. Oğlum Efe de bu ay askere gidiyor (şu an sınavda).Bu ruh halimi sizlerle paylaşmak dualarınızı almak istedim sadece.
Sevgilerimle.

Resim:www.images.com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

1 Aralık 2009 Salı

GELİN YENİYE YER AÇALIM

Eğer kabımız doluysa; gelecek olan bir damla bile olsa(isterse adı bereket isterse huzur olsun)kabımızın taşması için yeterlidir.Gereksiz ayrıntılarla doldurduğumuz iç mekanımızı işimize yaramayan bu tür ıvır-zıvırlardan kurtaralım. Gelin; YENİye yer açalım.

Yeniye Yer Aç from Alper Rozanes on Vimeo.


Devamı Buradan ...>>

29 Kasım 2009 Pazar

ATA’ m GEÇEN HAFTA İZMİR’e GELDİ













9 Eylül 2008 de sabaha karşı İstanbul’da hanemize ay gibi doğmuştu ATA’m. Güzel İzmir’imin lacivertleri giyindiği, sahil şeridindeki sokak lambalarının (gök semanın yıldızlarını anımsatır gibi) parlayışları ardı sıra yine AY’ın parlak ışıkları şavkıdı sokağımızda, Ata’m, İzmir’ime ayakbastı. Bizlerin hanesine şarkılarla, marşlarla bayram işte böyle geldi. Canlar canlara kavuştu. 5 gün sanki biran gibi geçti gitti… Selametle uğurladık sonra, öptük kokladık enerji yüklü ellerle dokunduk sarıldık birbirimize, bir tas su döktük arkalarından… Onların gönlü bizlerle, bizimki onlarla akıp gitti.
Yeni bir nesil,

yetişiyor; zorlara isyan eden, yapılmasını istemediği şeyi kabullenmeyen, yemek istemediği şeyi yemeyen, insanın gözünün içinden girip gönlünün ta içine bakan, suya, ota, böceğe, aya yıldıza aşık, zaman zaman derin düşüncelere dalıp düşünerek konuşup olmadık sorularla hayatı ve düzeni sorgulayan, gitmek istediği yere inat ve azimle giden bir nesil. “Kime çekmiş bu çocuklar?” demeğe hacet yok, çünkü bunlar özel kopyalar... Onları kandırmak, dikkatlerini başka bir yere çekebilmek ne mümkün? Uyumak istemiyorlarsa uyutamazsınız onları. Rızaları olmadan ayakkabılarını bile çıkaramazsınız ayaklarından. Ne kuzu gibiler, ne de sessiz sakin sürünün bir parçası bu bebeler. Her konuşulanı anlayıp dikte edip doğruluğuna ya da yanlışlığına hüküm verebiliyorlar şimdiden. Müziğin en derininde kaybolabiliyor, paylaşmayı ve BİZ demeyi şimdiden biliyorlar. Varsın böyle olsunlar,onlarla inatlaşmamak onları yetişkin bir birey görmek gerekiyor galiba. Onlara ebeveyn olmak da kolay değil. Ana babalara çok iş düşse de sabır ve azimleriyle güzel olacak yarınlar. İyi ki varsınız Aliler, Ruşenler, Eren, Yasemin, Ege, Ata, Rima,Iraz, Cihan, Melisa, Yiğit, Barış ve Zeynep’ler ve daha adını anmadığım nice öğretmenler!Biz koca koca insanların sizden öğrenecek daha ne çok şeyimiz var! Zamane çocuklarının her birine gönlümüzdeki yüce çocuktan sevgi ve SELAMlar .


Resim:www.images.com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

26 Kasım 2009 Perşembe

KOÇTAN KUZUYA BAYRAM NASİHATİ

BEN;
"Bugün BAYRAM öyle diyorlar. "Neyin bayramı?" diye sorasım geldi.
Sığır koç kurban ederler. "Hak böyle mi istedi?" bilesim geldi.
Baş gövdeden ayrılır bilmem kimin elindedir BU keskin satır?
Neden “kurbanlarınızın kanları bana ulaşmaz demiş!” Hz.Basir."


KOÇ;
"Çok şükür kuzu kardeş ben hep bu günü bekledim koç olalı beri.
Dedim,"ne zaman gelecek benim kanlı düğün merasimi?"
Maldan mülkten geçip kapısında kendimi kurban edeyim,
Bayramımdır o gün bedenimle kellemin birbirinden ayrılışı."

KUZU;
"Küçük kuzu meledi bilemedi ne der bu iriyarı koç baba,
Sürdürdü zevkle yayılıp otlamayı, kafa yormadı bu muammaya
Böbreği ciğeri ayrıldı önce bağırsaklar ayaklar kesildi sonra
Parça pinçik edildi oldu etleri kavurma, tuzlama sonra haşlama."
KOÇ;
"“Kurtulacağım bu kalıptan” dedi koç, bugün bayram olacak bana.
Özleyin beni kuzucuklarım çimenlikte dağda engin yeşillikli ovada
Özlesem de sürümün çobanını, kavalının o engin içli sesini
İnsan sıfatına göçüm var bugün ahla geçen ömürden bana ne fayda?"
KOÇUN NASİHATİ:
"Kuzucuk önce palazlan hele, kafanı kaldırıp daha yıldıza bakma.
Bu bir uzun yolculuk, canına canan ateşinden başka bir şey katma.
Bekle ki gelsin o mutlu ve muhteşem gün, bayram olsun sana.
Hadi hoşça kal genç kuzu, senin bayramın kalsın son bahara."

Dilek; işte böyle yazdı koçun kurban masalını
Kutladı kurban olmayı seçen dostların bayramını.

Resimler:www.İmages.com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>

25 Kasım 2009 Çarşamba

PEYNİRLER SAĞ SALİM İZMİR'E VARINCA

Söz yerine getirilecekse vaatte bulunulmalı yoksa “yaparım, veririm, alırım, öderim” gibi laf cambazlıklarıyla peynir gemisi yürümez. Bizler millet olarak saf ve temiz yürekliyiz. İnanıyoruz bize söylenen her söze. Sonra da kaptırıveriyoruz tilkiye, ağzımızdaki peyniri bile. Derin nefes alıp da şöyle iç geçirsek de dese biri “hıh işte iç geçirdi, var bunun da bir suçu hikmeti!” bakıyoruz kendimize diyoruz ki “varmış bir suçumuz demek ki!” Bugün git yarın gel” sözleri inancımızın umut kapımızın anahtarı oluyor sanki.”Yarın kesin hallolacak, ne kaldıysa dünden geri” deyip sabırla yol alıyoruz. Ancak gemi karaya oturunca şıp diye anlıyoruz tüm gerçeği. O zaman da iş işten geçmiş oluyor tabi.Tüccarlığın geçer akçe olduğu bir dönemde İstanbul’da

Edirneli aksi Yusuf diye bir peynir tüccarı varmış, madrabaz mı madrabaz aksi ve cimri mi cimri kendisi. Trakya’dan peynir getirir İstanbul’da satar, İzmir’e yollar artanını satamadığını. Yükletir gemilere peynirleri, navlunu peşin vermez oyaladıkça oyalarmış gemi kaptanlarını.”Hele peynirler sağ salim İzmir limanına varsın, alıcılar alsın satsın, paralar elceğizime varsın, sonrası kolaaay elinde hazır bil paracıklarını” der dururmuş. Bu bir olmuş iki olmuş bıçak kemiğe dayanınca; diklenmiş, gemisi peynir yüklenmiş gemi kaptanı.”Efendi efendi! Gemimin masarifi var tayfalar para der sayıklar navlunu peşin vermezsen bu sefer, dönmez gemim Sarayburnu’nu!” Aksi Yusuf’un dilinde hep aynı söz” hele peynirler sağ salim İzmir limanına varsııın, alıcılar alsın sat…”sözünü bitirememiş. Bu sefer kaldırmış isyan bayrağını peynir gemimizin kaptanı.
“El koydum gemideki tüm malına.
Almadım senden bir dilim peynir bile
Var git şikâyet et beni istediğin yere
Lafla yürümez peynir gemisi bile.”


İşte o gün bugündür bu sözü söyler dururuz,
Yılmadan asarım keserim diye boş boş konuşuruz
Alınmayın dostlarım sözüm meclisten dışarı
Ne varsa ters giden, hepsinin vardır bir sebebi.

Sevgilerimle.

Resim:www.joulefineart.com'dan alıntı

Devamı Buradan ...>>

24 Kasım 2009 Salı

CUMHURBAŞKANI BİLE

Unutmayınız ki CUMHURBAŞKANI bile sınıfta öğretmenden sonra gelir. ATATÜRK.

Ben bir öğretmen çocuğuyum. İlk öğretmenim de annemdir. Öbür çocuklar gibi okula başlarken yabancılık çektiğimi söyleyemem. Yaşamım okulda başlamıştı. Ancak okula başlamamla yeni bir sorun önüme çıktı. Annemi öbür çocuklarla paylaşmak zorunda kalmıştım. Evde benim üzerime kanat geren, bana bir çiçek gibi özen gösteren annem, okulda ve özellikle sınıfımızda bambaşka biri oluyor, tüm çocuklar onunmuş gibi onlara da aynı sevgiyi gösteriyordu.

Dahası, onların sorunlarını eve de getiriyor ve hepsiyle ayrı ayrı ilgileniyordu. Bu benim kıskançlığımı arttırıyordu. Özellikle "Ümmü" ile çok ilgileniyordu. Bu siyah saçlı, siyah gözlü, tombul yanaklı köy çocuğu pek konuşkan değildi. Teneffüslerde oyunlara da katılmazdı. İçine kapanık, sessiz bir tipti. Annem teneffüslerde "Ümmü" ile oynardı. Ümmü'nün sorununa çözüm bulabilmek için ailesi ile sıkı bir ilişki kurmuştu. Bu çalışma kısa sürede meyvesini verdi.

Ümmü oyunlara bizim çağırmamızı beklemeden katılıyor, çalışmaları ile de kendini gösteriyordu. Annemin sevinci sonsuzdu. Bir ödül almışçasına "Ümmü'yü kazandım" diye seviniyordu. Fakat sevinci uzun sürmedi. Talihsiz bir olay Ümmü'nün yaşantısını alt üst etti.

Soğuk bir kış günü evde yalnız kalan Ümmü, sobayı yakmak istemiş fakat yakamamış. Bakmış ki olmuyor, kızgın odunların üzerine gaz dökmüş ve kibriti yakmış. İşte ne oldu ise o zaman olmuş, sobadan fırlayan alevler Ümmü'yü sarmış. Dumanları gören komşular eve koşmuşlar. Ümmü'yü yarı baygın halde kurtarmışlar, yangını da bastırmışlar.

Ev kurtuldu. Fakat Ümmü geçirdiği korku nedeniyle konuşamaz oldu. Gösterildiği doktorlar Ümmü'yü ancak bir şokun konuşturabileceğini söylemişler. Annem Ümmü'yü sıkıntılı günlerinde yalnız bırakmadı. Sınıfa getiriyor, onunla yine ilgileniyordu.

Aradan iki ay geçti. Annem kalp çarpıntısı geçirerek derste rahatsızlandı. Rengi sararıyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. Babam bir taksi getirdi, annemi bir battaniye içinde sarsmadan arabaya yerleştiriyorlardı ki; kekeleyen bir ses işitildi. "Öğretmenim ne olur iyi ol, seni çok seviyorum." Hepimizden önce annem tanıdı sesin sahibini. Ümmü'ydü bu.

Annem kapalı gözlerinin ardından sızan yaşlarla, "Ah ne güzel Allahım. Ümmü de konuştu." dedi.

Ben de bilgisizliğin karanlığına ışık tutacağım. Yurdumun çocuklarına bilgiden taç öreceğim. Öğrencilerimin gönüllerinde yaşayacağım.

"Öğrenci gözüyle öğretmen"
Adlı yarışmada birincilik ödülü alan yazı.
Alıntı: Özlem ÖZTUĞ
resim:İmages.com'dan.

Devamı Buradan ...>>

23 Kasım 2009 Pazartesi

O GÖRME ÖZÜRLÜ DEĞİL , YA BİZ?

-Aloo,
-eFENdiimm!
—Anne. Ben Mehmet.
-CAnıMmm, Memedim ne haber yavrum nasılsın?
—İyiyim anne, birazdan Devlet memuriyet sınavına girecem dua et, himmet et de kazanayım.
—Yavrum, Hayırlısıysa olsun tabii. Senden iyisini mi bulacaklar!
-Sağol anacığım...
—Haydi, erenler yardımcın olsun yavrum, öpüyorum seni.
Bu tür görüşmeler 1996 Yılından bu yana Mehmet'le Tontini arasında defalarca yapıldı. Taa ilkokuldan üniversite yıllarına ve değişik iş başvuru sınavlarının öncesinde, bayramlarda, sıradan günlerde, kazanılmış sınavların ardında, birbirinin sesini duymak adına telefon numaraları çevrilip hatır-gönül alındı. Tontini Mehmet'i Antalya/Kaş'ta tanıdı. Kaşa gidenler Mehmet'i de tanır zaten.

O yıllarda camekânlı tekerlekli tezgâhında çekirdek fıstık satan 10–12 yaşlarında küçük bir çocuktu Mehmet. Yazları çalışıyor, kışın da okuluna gidiyordu.
"-Nereye kadar gidecem okula Anne?"dedi bir gün.
"-Durmak yok" dedi Tontini.
"-Sonuna kadar gideceksin.Yılmak yok elindeki bastonu atacaksın, başaracaksın.."diye telkin edile edile bu günlere gelinmiş ana-oğul arasındaki gönül bağları hiç koparılmamıştı.Kış olsun yaz olsun, Kaş’a adım attığımızda 3-5 saat geçmeden ilk”-Anne nerdesin?” diyen hep Mehmet’in sesi olmuştu.Bir gün “-nereden biliyorsun Kaş’a geldiğimi yoksa kuşlar mı söylüyor sana?” dediğimde;
“-Annee! Yerin kulağı var… Ben de turab olmuşum ya! Bir ceylan doğup anasından, ayak bassa toprağıma duyarım evelallah! Ona göre!!! “demişti. Patlatmıştı kahkahasını sevinçle, gururla.
Mehmet görme özürlüydü yani doğuştan kördü. Göz doktorlarına göre ise görme ihtimali hiç yoktu. Ortaokulu bitirdi, liseyi bitirdi üniversiteyi de bitirdi… O yıllarda bastonunu attı elinden. Telefonda;
“-Sihirli asamı attım anne müjde! “ diyen sesi, sanırdınız ki yeni bir kıta keşfetmiş bir kâşifin sesi olmuştu. Artık her yeri geziyorum hem de değneksiz diyor ardından o meşhur kahkahasını patlatıyordu.
“-Mehmet nerdesin? İstanbul’da geziyorum.”
“-Mehmet nerdesin? Ankara’da Sakarya’da çay içiyorum dostlarla.”
“-Mehmet nerdesin?” Çiçek pasajında arkadaşlarla yemek yiyoruz bira içiyorum anne.” Diyordu. Sonraları kendi gibi görme özürlü bir kıza âşık oldu. “Kör körü çukura götürür” diye kızın ailesi vermedi. Acı çekti Mehmet, sonrada olgunlaştı, pişti… Anıt mezarın orada kafe işletiyoruz o yıllar. Bahçe kapısından uğurluyorum Mehmet’i, artık koluna girip ulaşacağı yere kadar bırakmıyorum onu. Ona güveniyorum çünkü. Öylece arkasından bakakaldım. Uzunçarşıyı yokuş aşağı iniyorken önüne araç girmesin diye dikilen beton saksılar çıktı. O an “Eyvah!” dedim ve gözlerimi kapattım. Mehmet saksının çevresinden dolaşıp yoluna sağ salim devam etti ben de bir oh çektim sonrasında rahatladım. Başka bir gün nasıl başarıyorsun engebeleri atlamayı diye sorduğumda;
“-benim kafamın içinde bir yer var orası götürüyor beni istediğim yere ve beni tehlikeli durumlarda uyarıyor” dedi. Başka bir gün de alışverişten dönüyorum, baktım kalabalıkların içinde yürüyor Mehmet, yanına yaklaşıp ses çıkarmadan aynı hizada yürüdüm onun adımlarıyla, daha 3–5 adım atmadan bir anda durdu başını bana doğru çevirdi boz bulanık gri mavi gözleriyle bana bakıp:
“AnNEe ???” dedi. Bense gören gözlerimde iki damla yaşla sarıldım Mehmet’e “Bunca körün içinde gerçek gören sensin yavrum” dedim.

Mehmet sınavını kazandı. Özgüveni tavan yaptı ve mutlu şu anda. Bektaşi fıkraları anlatıp şen kahkahalar atıyor. Hepinize sevgilerimle.

Resim:İmages.com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

22 Kasım 2009 Pazar

ZIPLAYABİLMEK İÇİN KIRPILMAK GEREK

Bizim de amacımız; Pixarın animasyon filmindeki pembe kırpılmış KUZU gibi olabilmek.Kabullenebilmek olmuş olanları, başa gelenleri.Herşeye rağmen gülümseyebilmek,içimize çekmek tarçın adaçayı kekik kokularını. Neşeyle ve özgürce aşağı yukarı zıplayabilmek, sevindirebilmek bunca acılar içinde yoğrulmuş fedakar ülkem insanlarını .Beklentilerimizi,tercihlerimizi, benliğimizi,alkışları birtarafa bırakıp(kırptırıp)somut verilerden, soyut pembeye (ruhsal)boyuta ulaşabilmek.Çünkü mutluluk;"ne mutlu yaşıyorum ve ne mutlu Türküm" diyebilmekte.

Link: Boundin - By Pixar(Turkce Altyazili)

Bu videoyu kendi blogunda yayınlamasına rağmen ikinci kez bizim de yayınlamamıza rıza gösteren Sevgili DÜŞ (var aslında yok) arkadaşımıza gönülden teşekkür ediyoruz.İyi pazarlar dostlar. Sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

21 Kasım 2009 Cumartesi

ATTIĞIN HER ŞEY SANA GERİ DÖNER

“Kendim ve tüm varoluş için neyi deneyimlemem gerekiyorsa hazırım.”diye güne başlayan Avustralya yerlisi aborjinlerin mitolojik kahramanları hayvanlar, mitolojik temaları düşzamanıdır. Bir de bumerangları vardır attıktan sonra onlara geri dönen. BUMERANG ve hareket tarzı, atalarımızın “ne ekersen onu biçersin “sözünü anımsatan bir çekim yasasıdır.
Aborjinlerin tarih öncesi zamandan beri bumerangları kullandıkları biliniyor. Bumerangın nasıl geri döndüğü ise günümüzün bilim insanları tarafından tam anlaşılmış değildir. Dönüşün aerodinamik kaldırma gücü ile üç eksende yaptığı cayroskobik dönüşün birleşiminin yarattığı sanılmaktadır.
Aborjinlerin bumerangla kuş avlamaları ise ilginçtir:

Bumerangı, kuş sürülerinin uçuş yüksekliğinin üzerine fırlatıyorlar. Bumerangın yerdeki gölgesini gören kuşlar arkalarında yırtıcı bir kuş olduğunu sanıp, kaçmak için dalışa geçiyorlar ve sonunda ağaçlar arasına gerilmiş ağlara takılıyorlar. Aslında bugün Avustralya'yı ilk keşfedenler kanguruları görünce çok şaşırmış ve Aborjinlere bunların isimlerini sormuşlar, onlar da “kanguru" cevabını verince, bu acayip hayvana kanguru ismini vermişlerdir. Hâlbuki kanguru Aborjin lisanında "bilmiyorum" demektir. Bilmiyorum derken bile çok şey bildiklerini düşündüğümüz aborjinler doğanın sesini duymayı becerebilen topsuz tüfeksiz ve savaşsız çok sorunun üstesinden gelmeyi başaran insanlardan olmuşlardır. Doğaya saygılı yaşamları ve manevi erdemlerinden örnek almamız gereken bu özel topluluk ilkel yaşamlarına rağmen inanıyorum ki mutluluğu yakalamışlardır. “Bir çift yürek” kitabını okuyanınız varsa onların dualarını bilirsiniz.

”Beni ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmek, aydınlık bir bakış açısına sahip olacak kadar güneş, güneşi daha çok sevmeme yetecek kadar yağmur diliyorum. Ruhumu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk, yaşamımdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum. İsteklerimi tatmin etmeme yetecek kadar kazanç, sahip olduğum her şeyi takdir etmeme yetecek kadar kayıp diliyorum. Son ELVEDAyı anlatmama yetecek kadar MERHABA diliyorum. Haydi, bizler de bugün evrene ne attığımıza bakalım ve beklentilerimizi abartmadan bu kez de onlar gibi dua edelim.
Ya tutarsa?
“Evrenin sonsuzluğunda bulunduğumuz şu anda her şey mükemmel bütün ve tam “diyelim.
Sevgilerimle.

Resim:www.images com'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>