Hiç ağlamadım… Endişeyi kendimden ve çevremden uzak tutmaya çalıştım… Yapabildiğim kadarınca içimdeki merak ve telaşı susturdum… Sabahı bekleyen kuşlar gibi cıvıldaştılar yine de gönlümün dalları üstünde. Kanat vurdular üst üste tünediler sıkıştılar yer tuttular ürediler yüreğimin tam orta yerinde. Duyduğum her haber şehitlerle ilgili, girdiğim her blogda al bayrağa sarılı bir tabut, selam veren asker resmi vardı. Kulağımın duyduğu her ağıt; davul seslerine karıştı gitti. Hani o gün ne derdin varsa, sen ne ile ilgili isen o konuda mesajlarla karşılaşırsın, cevap aldığını sanırsın ya evrenden... İşte öyle şeylerle karşılaştım şu son günlerde. Kara bandım hep belleğimde gördüklerime çarpı çekti İPTAL İPTAL diye. Tümgeneral İlhan Özcan Kışlasının kapısına vardığımızda Efe kesilmeyi istemeyen kurbanlık koyun gibi bir sağa bir sola ağzında sigarasıyla uzun adımlarla turlamaya başlayınca…
Kafeslerine kapatıp kitlediğim endişe kuşlarım; yüreğimden aniden havalanıverdi benim de… Sufi cem; “ kurbanlık koyunları önce kırparlar... en güzel otlarla beslerler... kırmızı kurdeleler bağlayıp boyunlarına bayrama hazır ederler... başlarını okşayıp böğürlerini pat pat okşarlar...” dediğinde; Anadolu’da kuzulara kına yakıldığı gelmişti aklıma, benim de . Ben kına yakmamıştım oğlumun el ayalarına, kırmızı kurdele bağlamamıştım, bayrak asmamış, davul çaldırmamıştım ardından… Ama boynuna yuları takıp kendi elcağızlarımla getirip kışlanın kapısına koymuştum ya! Ardına baka baka gözden ırağa gittiğindeee ….Yüreğimdeki var olan yağlar eriyiverdi birdenbire, acı ve endişenin kanat çırpışlarının aleviyle…Ve işte tam o sıra; döküldü gözyaşlarım Denizli’nin toprağına benim de.
Efe; Denizli 11.motorlu piyade tugayına teslim olmuştu o anda;
Kemal; Polatlı/Ankara topçu birliğine,
Ali; Samsun piyade,
Emrah; Bilecik,
Ve daha binlerce kuzumuz; Silopi, Ardahan, Van, Antalya, Urfa daha nice vatan toprağına tasını tarağını toplayıp, eşini, anasını, bebesini arkasında bırakıp aynı kurbanlık koyun gibi meeleyerek gitmişti...
Onlar vatan bekçisi Mehmetçiklerimiz artık. Selamet hepsine yoldaş olsun dilerim. Dualarımız sizlerle çocuklarım.
Bu gurbete katlan gönül vay gönül
Seher vaktinde sevdiğini an gönül
"Ah çekenin yüreği yağ tutmaz" derler
Başın dik, sağ salim sen sılana dön oğul.
Her "Ne mutlu Türküm" diyene, sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>
13 Aralık 2009 Pazar
AH ÇEKENİN YÜREĞİ YAĞ TUTMAZ derler
Gönderen
sufi
zaman:
10:47
14
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
12 Aralık 2009 Cumartesi
DENİZLİ BİR YER…

İşte beklenen, ama bir türlü sevilemeyen o vedalaşma anı geldi çattı. Hatta geçti bile...
Koskoca bir yaz mevsimi arada sırada görüşüp, bazen küs, bazen ayrı, genelde yorgun, çoook yorgun geçiren "biz", son haftamızı Allah’a şükür ki genelde yan yana geçirdik. Belki ayrılacağımızı bildiğimizden, ya da geçen onca zamanın kıymetini bilemediğimizi bildiğimizden daha anlayışlı, daha sevecen daha bir "aşk" dolu geçti son günlerimiz. Daha bir sarmaş dolaş olduk ailecek.
Son günlerde katılacağı birliği ve sınav sonucunu öğrenecek olmanın heyecanı da sardı bizi tabii. Sabırsızlıkla, stresli ve merakla bekledik sonuçları. O gün sabahı sabah ettik.
Aramızda konuşurken, bütün sevdiklerinden bir süreliğine uzak kalacak, "denizli" bir yere gitsin de, denizinden ayrı kalmasın bari diye konuşmuştuk hep. Kiminle konuştuysak onlar da aynısını diledi hatta.
İşte o "denizli" yeri o kadar çok istemişiz ki, gece yarısı aldığımız haberle sevindik veee çok güldük. "Denizli"'ye gidiyordu askerimiz:) Saat 03.00 kahkahalarla gülen iki tip. O kadar istersen "denizli" yeri, çıkar sana Denizli" :)
Ne yalan söyleyeyim o kadar yer arasından hiç aklıma gelmemişti. Sevindim. Hem Tontini’sine, İzmir’ine, hem de evine yakın, yabancı ama yakında sokakları arşınlanacak, en güzel kokoreç, pizza nerde yenecek, ne nerde kiminle, burger king şehrin neresinde hepsi öğrenilecek :) sonrasında da hep tanıdık olacak bir şehir... İzmir'den 2 saatte Kaş'tan yaklaşık 4,5 saatte ulaşılacak olması da ayrıca mutlu etti beni. Allah bu hasreti çok çok uzaklarda yaşayacak olanları da tez zamanda yakınlaştırsın inşallah.
Eveeeet sonrasında geçen 2 günü tahmin edeceğiniz gibi hiç anlamadım ben. Ne zaman gideyim bilmecesi, çanta hazırlama telaşı derken göz açıp kapatana kadar geçen 48 saat işte.
Otobüsün kalkış saati yaklaştıkça yaklaştı. Zaman daha bir hızlı geçti ya. Bir baktım ki saat 13:30 . Neyse "babiş" önce oğluyla vedalaştı.
"-Annene, kendine iyi bak tamam mı oğlum? Bi sarıl babaya, bi de öpücük ver. Allaaaah"...
O anda Ege'nin yerinde olmayı çok istedim doğrusu. Hiçbir şeyden haberi olmayan, belki de babası dönene kadar yokluğunu fazla hissetmeyecek ama çok özlenecek minik varlık...
Sıra bana geldi sonra.
“İyi bak oğluma, kendine... Çok özle beni. Hadiiii ağlama! yemin törenimde görüşeceğiz inşallah...”
Ve arkasından dökülen bir tas su, atılan öpücükler. Sallanan eller. Yaşlı gözler...
Şimdi ben, hiç hoşlanmadığım hallerdeyim. Gidenin arkasından evdeyim. "Boş" gelen, her yerde gidenden izler olan evde.
Burnumda giderken sıktığı parfümünün kokusu, elimde içtiği kahvenin boş bardağı, gönlümde asla azalmayan, belki zaman zaman saklanan kocaman sevgisi…
Dilimdeyse; "dualar". Hepsi için, bütün askerler için ama. "Hepsini koru Allah’ım. Onları ayrıldıkları kapılarda, otogarlarda, sokaklarda tekrar kavuştur"...
Canım, değerlim, en büyük askerim;) Yolun açık olsun güle güle git, güle güle gel. Asker ocağında her şey düşündüğün gibi olsun. Kolay olsun. Karşına çıkacaklar da senin gibi güzel olsun.
O "denizli" yerde çok özle, çok sev bizi. Döndüğünde her şey çok daha güzel olsun. Günler, aynı gitmeden olduğu gibi, sen oradayken de çabuk çabuk geçsin. İNŞALLAH.
Seni seviyorum, seni seviyoruz...
Oğlun Ege ve eşin Ela
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
09:00
23
yorum
Etiketler: ELA'dan mektup
11 Aralık 2009 Cuma
BİR SOLUĞU SICAK DİĞER SOLUĞU SOĞUK ADAM
Ülkenin birinde Bir soluğu sıcak diğer soluğu soğuk bir adam yaşarmış. Hani içilen çorba sıcaktır da üfleriz soğutmak için, ellerimiz üşümüştür de hohlarız ısıtmak için. İşte onun gibi bir şey. İki solukta çıkar aynı bedenden aynı ağızdan biri sıcak da diğeri soğuktur neden? Bu adamcağız ayarlayamazmış bir türlü soluğunu. Serinletmek istediğini daha bir ısıtır, ısıtmak istediğini daha bir soğuturmuş her üflemesiylen. Üfle… hohla… üfle… hohla… Hep peşi sıra gelir çeviremezmiş üflemeyi hohlamaya istediği an. Derken, bu dertten muzdarip adam; ülkenin en saygıdeğer hekiminin yolunu tutmuş nasılsa! Size çok kolay gibi görünebilir otomatik çalışıyordur sizdeki bu sistem. Ama sistemi arızalı doğmuştur bu adam. Hem ısıtıcı hem soğutucu aralarında yokmuş bir düzen. Düzen denilen şey aslında düzensizlikmiş olması gereken. Beyinden emir almadan rutin tik tak saat gibi çalışıyormuş işte bu beden. Bir vidasını oynatmak kabloları beynine bağlamak gerekmiş, çünkü doktor elektronik konusunda bir uzman. Şıp diye anlamış sorunun nerden geldiğini, anlatmış bir bir hastasına bildiğini. Sen demiş, yanlıştayken doğru yaptığını sanan adam gibisin. Akı boka çevirir sonunda ben ne yaptım bile demezsin. Doğru sanırsın senden çıkan bu püfler ve hohları. Yanıyorum diyene hohlar daha bir yakarsın, donana bir buz gibi soluk sunarsın. Senin kabloların karışmış arkadaş, sana doğruyu yaptıran ek bir kablo takmalı! Beynine yeniden birkaç dikiş atmalı. Yoksa seni de soldurur bir gül gibi,nefesi sağlam adamların nefesi.
Neden mi anlattım ben bunu? Bilmem siz anlayın işte (vardır bir nedeni) böyle döküldü dilden.
Sevgilerimle.
Resim:www.images.com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
10:55
17
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
9 Aralık 2009 Çarşamba
AKAN KAN BÜLBÜLDENDİR, KANAYAN DEĞİLDİR GÜL

Desem ki; bu düzen bozuk, baştan kokmuş bu balık,
Kök salamaz fidanlar, toprak kuru, çatlak ve aralık.,
Desem ki; “emek verdim, onu sevdim okşadım korudum”
Kim diyebilir? “senin değil, vatanın bu oğul a be moruk!”
Gülfidanından kan damlar kanat çırptıkça bülbül.
Akan kan bülbüldendir, kanayan değildir gül.
Yine de rengini kandan alsa da kırmızı gül,
Dindirmez ANAnın acısını ne gül nede bülbül.
Toprak gibidir ANA tükürsen de, ses çıkarmaz sana.
Yararsın, bellersin acımadan girersin üstüne, altına
Zehir döker, yakarsın da affeder yine ürün verir sana.
Gazabından korkmalısın yine de, ona ihanet edersen ha!
*****Dilek******
“Yerküre o sarsıntıyla sarsıldığı zaman
Ve toprak ağırlıklarını çıkardığı zaman
İnsan:”ne oluyor buna?” dediği zaman
Yerküre tüm haberlerini anlatacak o an.” Zilzal Suresi
Bunu ben demedim, aynen böyle yazıyor Kuran.
Resim:deviantart.com'dan alıntı
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
12:02
12
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
8 Aralık 2009 Salı
ANALAR AĞLAMASIN İNŞAALLAH
“Tarihi fırsat var...”Hayırdır inşallah?
“Analar ağlamasın...”İnşallah.
“Açılım başlatıyoruz...”Bismillah.
“Bedeli ne olursa olsunnn...”Ya Allah!
“Altından kalkabilecek misin...”Evelallah.
“PKK’lılar geldi, havai fişek filan...”Maşallah.
“Avrupa’dakiler de gelsin...”Allah Allah Allah...
“Avrupa’dakileri sokmayın içeri...”Allah Allah?
“Apo paşa olsun...”Hasbinallah.
“Apo odasını beğenmedi...”Fesüphanallah.
“Her tarafa molotof atıyorlar...”İllallah.
“Bölünüyor muyuz nedir...”Maazallah.
“Başbakan Obama’ya gidiyor...”Eyvallah.
“İşler sarpa sardı, açılım maçılım derken galiba DTP kapatılacak...”
Hay Allah!
Ve, kaçınılmaz olarak Tokat...Allah rahmet eylesin.Amin.
Alıntı:Hürriyet yazarlarlarından:Yılmaz Özdil'den.
"Barış açılım saçılım söz olarak çıksa da dillerden
Boş vaatler bunlar ikna olmadık bu sözlerden
Her gün bir olay, teslim oluyor canlar azraile
Gözyaşımız durmuyor, kanıyor anaların yüreği ile.
Bu tevekkül ve bu sabırla, ya bu millet ermeli!
Ya da bu düzene "dur" deyip acılara son vermeli.
ya da "yetiş ya Allah ya Muhammet ya Ali" mi demeli?
Ne zamana kadar dostlar bu can-hıraş feryat?
"Sus pus olduk"der Dilek,"çaresiz kaldık heyhat!"
Resim:www.images.com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
15:40
20
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
DÜNYA DENDİ BENİM ADIMA
Uzay boşluğundaki kızgın gaz kütlesi milyarlarca yıl önce ekseni etrafında sarmal bir hareketle döndü de döndü. Derken yavaşça soğudu da çekim merkezinde sevgili Güneşim oldu. Çekim etkisi dışında kalanlarsa ben gibi; uzay boşluğuna dağılıp farklı uzaklıklarda gezegenleri oluşturdu. Dünya dendi benim adıma. Semazenler gibi döndüm kendi etrafımda batıdan doğuya. Bu sefer edişim Güneşten ayrı ve müstakil bir dönüş gibi de olsa, bu elips dönüşümde sevgilimin çekiminden kendimi kurtaramadım asla. Neler neler geldi bu yuvarlak tepelerinden bastırılmış başıma. Usul usul oluştu bedenimde denge ve dayanıklılığımı sağlayan dağlar ve ovalar da. Yavaşça sokuldu denizler karalarımın aralarına. Irmaklarımla böldüm kıtaları boydan boya.
Her şey benden bana dönüştü durdu, bitkiler, tek hücreli, çok hücreliler oluştu. Denizlerimde balıklar, toprağımda bitkiler hayvanlar sonra yine benim bedenimden yaratıldı esmer beyaz sarı insanlar. İnsandı en yüce varlık bedenimde yaşayan, benden doğdu yaşadı yedi içti sonunda yine bana döndüler. Kimini yakıp küllerini göğe savurdular, kiminin kafasını bedeninden ayırıp çınar ağaçlarımın dallarına astılar. Kimini de bağrımı delip açtıkları kuyulara attılar. Toprağım hep kanla yıkandı bıkılıp usanmadan, kırmızıya dönüştü yerkürem ben istemeden. Benim bağrımda yanarken o yüce ateş hiç sıcacık kollarını üstümden çekmedi ulu güneş. Ne zaman sırtımı döndüm batıya, aydınlık yüzüm de döndü kapkaranlığa. O karanlıklar içinde benim tek uydum AY vardı. Sizler şarkılar bestelediniz o gümüş ışıklı varlığa. Gece ve gündüz işte böyle oluştu mevsimler mevsimlerin yıllar yılların peşi sıra sürüklenip gitti.
Ey insanoğlu ben dünyayım dünya.
Unuttun gideceğin yeri galiba
Etin iliğin kemiğin benden oldu ya
Ne zaman öğreneceksin gerçeği?
Ayıplarını örten elbisenim ben
Suretlere bezenip gezdirenim ben
Tükürürsün kesersin bedenimi
Sonunda bana çıkarırsın borç faturanı
Artık uslan be insanoğlu diyorum.
Aklını almalısın artık başına
Toprağımı çektim altından
Akıttım sularımı dur duraksızca
Başına gelmedik şey bırakmadım
Yine de bıkıp usanmadın yaramazlıktan.
Hadi elele tut da beni mamur et
Uğruma yaptığın savaşları terk et.
Atana dedene de kalmadım ben
Sana da kalmam bu gerçeği fikr-et.
İmza: Bu günde DÜNYA olmaya çalışan tontini
Resim:www.images com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
09:00
8
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
7 Aralık 2009 Pazartesi
TEBESSÜM ET BUGÜN
Sabah; sanki geceyi yırtan kuvveti ile selamlasın seni bugün. Güneş yükselirken bulutların arasından, saklambaç oynasın seninle. Başını eğip de geç gökkuşağının altından. Bir gülümseme tak, durağanlığı ile yorgunluğunu belli eden hafta sonu mağduru yüzüne. Bir müzik dinle, içinde mutluluk yaratsın. Hatta bu bizden sana armağan olsun, yaratabilirse gönlünde o kıvılcımı. Bir hikâye oku, içinde aşk olsun çılgınlığa dair. Hadi... Bir selam al bizden sana doğru gelen.Tebessüm et bu gün.
Uzun zaman önce, dünya yaratılmadan ve insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar;
ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken Saflık ortaya bir fikir atmış:
"Neden saklambaç oynamıyoruz?" Ve hepsi bu fikri beğenmiş ve hemen Çılgınlık bağırmış:
"Ben ebe olmak istiyorum." Başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış. "1.2.3.4 " Ve Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat Ay’ın boynuzuna asılmış,
İhanet çöp yığınının içine girmiş,
Sevgi bulutların arasına kıvrılmış,
Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gölün dibine saklanmış.
Tutku dünyanın merkezine gitmiş, Para Hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, "79.80.81.82.83." Aşkın dışında, bütün iyi ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış. Aşk kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Bu bizi şaşırtmamalı çünkü hepimiz Aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Ve Çılgınlık "95,96,97.." ye gelmiş ve 100 e vardığı an Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış. Ve Çılgınlık bağırmış. "Sağım solum sobedir, geliyorum." Arkasına döndüğünde ilk önce Tembelliği görmüş, o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra Şefkat’i ayın boynuzunda görmüş ve İhaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde, hepsini birer birer bulmuş sadece biri hariç. Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı olanı bulamamış. Derken Haset, Aşkın bulunamamasından haset duyarak, Çılgınlığın kulağına fısıldamış:
"Aşkı bulamıyorsun, o güllerin arasında." Ve Çılgınlık çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış, ve parmaklarının arasından iki sicim kan akıyormuş gözlerinden. Çılgınlık Aşkı bulmak isterken heyecandan, Aşkın gözlerini kör etmiş.
"Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?" Diye bağırmış. "Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?"
Ve Aşk cevap vermiş:
"Gözlerimi geri veremezsin ama benim kılavuzum olabilirsin."
O günden beri, aşkın gözü kördür ve çılgınlık her zaman yanındadır.
İyi haftalar, sevgilerimizle.
Hikaye: alıntidır.
Devamı Buradan ...>>
5 Aralık 2009 Cumartesi
BEDENLEŞMİŞ BİR IŞIKTIR SEVGİ
Bir yerde;Sevgi vardır ve ihanet korkusu da vardır ve “sevginin gerçeği” kendisine ihanet edenlerden öcünü bir gün mutlaka alır. Çünkü sevgi bir olgudur. Somutlaşmış bir enerji bedenleşmiş bir ışıktır. Bir kez bile ihanete uğraması bu ışığın voltajında onarılmaz düşüşler yaşatır. İhanet; sevgi kaynağına, somutlaşmış o ilahi olguya yama olur. Her gün cilalanıp parlatılması gereken aynada beliren ihanet; karanlık bir benekçik kadar dahi olsa, sınırsız sonsuz yansımaların odak noktasından yansır tüm alıcılarına. Sevgi yok ise; korku da yoktur demeyeceğim.
Korku yoksa sevginin can evinde; GÜVEN vardır diyeceğim.
Tükenmiştir sen-ben ikilemi BİZ olmuştur seven ve sevilenin gönlü.
Birinin parmağı kanadığında diğerinin kan olur elleri. Sendeler biri, diğeri taşa takıldığında. Esner; esner öbürü… Güler, güler diğeri… Korkarsa; korkar öteki. Düşünmez ihanete uğrar mıyım diye. Çünkü gözünü dikmemiştir gönül geçirmemiştir başka birine. İNSANlık sertifikasını almıştır artık her biri. Sokmazlar gönüllerine şek ve şüpheyi. İşte tam o noktada durur ve çoğalır aşk ve sevgileri cenneti hak etmişlerin örneği.
Bu noktada;Sevgi vardır; fakat ihanet korkusu yoktur.işte. Siz hangi noktada durmak isterdiniz?
Oysa yılanların şahı olan Yemliha yani Şahmeran, “ihanet eder” der “insanoğlu.
” KUYU’ ya atar bir diğerini çekemeyip kıskandığını. “Özgürüm artık” der “çözdüm tüm bağlarımı” sanır kurtulduğunu.
Siz inanmayın Yemliha’ nın sözüne, bu söz söylenmedi insan gibi insan olana. Hatta hayvanlardan güvercin kuğu ve angut dahi örnek olmalı anlayana.
Resim:www.images.com'dan alıntıdır
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
13:28
12
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
4 Aralık 2009 Cuma
FARKLI GÖRÜNSEK DE
Elbiselerimiz ayrı... Oturduğumuz evler, bulunduğumuz yaşlar ve zaman...Sokaklarımız ayrı... Eşlerimiz, dostlarımız, çocuklarımız... 7 delikli tokmak gibi olsa da yüzümüz, insan olarak benzemesek de birbirimize; hepimizin gideceği yer mekansızlık ve giyineceğimiz giysiler ak kanatlı melek giysileri değil mi?
Teşekkürler Hayko Cepkin'e ve bu videoyu (çok sevdiği için)yayınlamama sebep olan Efe'ye.
Tontini.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
13:12
19
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar..., MÜZİK

