.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

2 Ocak 2010 Cumartesi

İNSAN OLMAK


Bir yola çıktım hiç bilmediğim. Tanıdık gelen tek şey yüreğimdi. Bir de hatırlamayı istediğim anılarım bavulumda. Hayat öyle başarılı bir öğretmenmiş ki, anlayamadığınız birçok şeyi size yaşatarak; o bilmediğiniz yolu taşıyla, toprağıyla, çamuruyla, yol kenarındaki satıcı amcasıyla, üçkâğıtçı dilencisiyle, öğretiyormuş. Birçok kişinin hayatında diğerlerininkine benzemeyen olaylar yaşansa da öğretilerimizin aynı olduğu ortaya çıkıyor. Bu yazımdan yaklaşık 3 ay önceki düşüncelerimle, yaşantılarımdan elde ettiklerim arasında o kadar çok fark var ki. Yazdığım olayları birebir yaşamasanız da tanıdık bir taraf bulacağınızı düşünüyorum.
Hepsi içimizden birini temsil ediyor aslında.


Nefes alışımız, yorgunluğumuz, olaylara verdiğimiz tepkiler, kahkahalarımız o kadar yakın ki birbirine; çünkü biz insanız… Yaşam koşulları ne denli değişirse değişsin güzele hayranız, zaman zaman dengesizliklerimiz, ilginç tavırlarımız, hareketli bir müzik eşliğinde oynayasımız vardır. Birbirimize karşı bu kadar kin neden o zaman, bu denli benziyorken? Bir ırk bir diğerinle, baba oğulla, anne kızıyla, komşu komşusuyla, karısı kocasıyla neden bu kadar çatışmalı? Bizi diğerlerinden farklı kılan nedir, bütün duygularımız aynıyken?

Artık çoğunuz benim bir öğretmen olduğumu ve köyde görev yaptığımı biliyor. Size burada tecrübe edindiğim ve hayatlarımızın tam göbeğinde olan ama konuşmaktan çekindiğimiz bir konuyu dile getirmek istedim. Bulunduğum okulda öğretmen eksikliği yüzünden birçok derse girme imkânı buldum. Din kültürü dersi de bunlardan bir tanesi. Bu dersi alırken hem çok sevindim hem de birçok kuşkum oldu. Daha sonra derslere devam ettikçe ve tabii buradaki yaşam koşullarını tanımaya başladıkça bu dersin buradaki öğrencilerim için çok güzel bir vesile olduğunu anladım. Aile yapısı olarak kadın ve kızların kardeşten bile sayılmadığı ataerkil(baskın) bir köy burası. Çocuklar da doğdukları bölgenin şartlarına göre yetiştiriliyor. Bunu değiştirmeye kalkmak birçok kişi için, öğretmenler dâhil, hayalperestlikti. Ama bütün şu sahip olduğumuz teknolojik ve bilimsel gelişmeler de aslında birer hayal değil miydi? Bu düşünceyle yola çıkarak kimseye aldırış etmedim alaylarına bile.
Öğrencilere elimden geldiğince konular elverdikçe, insan olmanın güzelliklerini ve sorumluluklarını anlatmaya çalıştım. Bir öğrenci anlasa bile bir şeyler değişecekti burada. Ve bu yörede kişilerin hayatlarının bir parçası olan anormal yaşantıları konu olarak seçtim ve öğrencilerime ödev olarak verdim. Bu konulardan bir tanesi de kadın-erkek eşitliğiydi. Teraziyi dengede tutmam gerekiyordu... Amacım buradaki özellikle erkek öğrencilere kadınların ve kızların da insan olduğunu kızlara ise kendilerinin ne kadar değerli olduğunu öğretmekti. Birçoğunun dersteki katılımı bana umut vermekte. Öğrencilerimin ödevlerini okurken aralarından birininki dikkatimi çekti ve bunu sizlerle paylaşmak istedim. Yazılanlar ne kadar dehşet verici olsa da bulunduğu ortamı sorguluyor olması hoşuma gitti. Umarım beğenirsiniz...(Cümleleri olduğu gibi yazacağım, orijinal haliyle)

“KADIN VE ERKEK EŞİTLİĞİ
Kadın ve erkek eşitliği bütün insanlar yani kadın ve erkek için önemlidir. Bizim köyde kadınlar hep arka plandadır kadınlar buradaki erkekler için önemsizdir burada yaşayan bütün kadınlar kocalarından dayak yemiştir. Kadın hak burada hiçe sayıyorlar. Bu köyde bir kız baskıdan sürekli çalışmakta ve sevdiği biriyle evlenmek isterse babası istemediği zaman kaçarlar ve köyde onlar için söylemedikleri söz bırakmazlar.
Oysa peygamber efendimiz demiştir ki “kadınların ve erkeklerin birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları vardır” diye buyurmuştur ama bunlar buradakiler için önemsizdir kızların yani bazıları para karşılığında satarlar. Burada kadınlar ve genç kızlar hiç boş durmazlar.
Niye diye soruyorsanız? Çünkü kızların benim yaşımdan itibaren çeyizi hazırlanır ve ben bundan nefret ediyorum. Buradaki bütün erkekler bir sürü oğulları olsun isterler hiç kız çocuğunu sevmezler. Çünkü hep erkek çocuk isterler bir keresinde annem bana dediki. Sen bir gün evlenip gideceksin oysa erkek kardeşin burada kalacak dedi. Ve benim çok ağırıma gitti bazı erkekler bodruma, istanbula gidip paralarını kazanıp gelirler ve kadınlar ya bir parça elbiseler getirirler yada hiçbir şey getirmezler. Kadınlar çocuk –yapmadıkları- zaman döverler, azarlarlar. Kadın eşitliği diye bir şey yok bu köylerde.”
Özlem D.(12)

Yaşadığımız yer ister İzmir ister Van olsun. Burada yaşanılan olayların birçoğunu farklı şekiller de yaşamıyor muyuz? Yaratılanların en mükemmeli olarak hepimizin aslında birimiz olduğunu ne zaman öğreneceğiz? Ya da hayatın önümüze getirdiği her yaşantının bunu öğretmeye çalıştığını ne zaman fark edeceğiz? İnsan olduğumuzu unutmamak dileğiyle…
Sevgilerimle,AHU.

Resim:abandonimage.blog'dan alıntı.

Devamı Buradan ...>>

31 Aralık 2009 Perşembe

DENİZLERİN KUMU ADEDİNCE MUTLULUK

Vatan Gazetesinin bir haberinde; "Denver kentinde yaşayan 33 yaşındaki 9 aylık hamile kadın kalp krizi geçirdi ve hastaneye kaldırılan Tracy kurtarılamadı.Doktorlar 1.5 saat süren operasyon sonrası bebeği kurtardıkları anda anne de gittiği yoldan geri dönüp gözlerini bu Dünyaya yeniden açtı."yazıyordu. Sabah sabah bu haberle umutlandım duygulandım... Tanrı'nın mucizelerine bir kez daha gönülden inandım...Yeni yılda tükendi sandığım tüm umutlarımızın, biten yaşam amacımızın, gönül huzuru, sınırsız sevinç ve coşkumuzun yeniden hayata dönüp bizleri şefkatli kollarında sarmalayacağı mesajını (bu haberle)aldım.

Güzel dostlarımız: Güzel şeyler dileyelim herşey güzel olsun.
Sufi saja ekibi olarak: Denizlerin kumu adedince mutluluk ve neşe...
Ağaçların yaprakları adedince başarı ve sağlık...
Yaratılmış tüm varlıklar adedince AŞK olsun gönüllerimizde dileriz...
Kocaman sevgilerimizle.

Her 365 günde bir, bu videoyu yayınlamak sufi saja ekibinin âdeti oldu.Tekrar sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

30 Aralık 2009 Çarşamba

SAKIN HA ÇİZMEYİ AŞMA

Ünlü bir bir ressam açmış ülkesinde bir sergi,
Salonun duvarlarına asmış son yaptığı tüm resimleri.
Resimlerden birinin önünde durmuş bir kişi;
Uzun uzun incelemiş, seyretmiş bu güzel resmi.
Kafa sallamış yakından uzaktan ciddi ciddi.
Beğenmediğini sanki ifade eder gibi...
Bu durum ilgisini çekmiş ressamın:
Usulca yanına gelmiş adamın,
"Bu Tablo ile çok ilgilendiniz
Var mıdır bir söyleyeceğiniz?"
"Evet" demiş adam, ciddi ciddi.
"Hataları gördüm askerin çizmesindeki!"
"Nasıl anladınız işiniz bu mudur ki?"
"Ben kunduracıyım, namı-diğer adım: çizmeci!"
Ressam eğilmiş saygıyla almış boyasını fırçasını
Düzeltmiş adamın söylediği gibi çizmenin kıvrımlarını.
Bakmış ki resim böyle daha güzel olmuş,
Teşekkür edip, değerlendirmiş adamın önerisini.
Neden sonra ressam bir bakmış, adam hala orada,
Bakmakta resmin üst kısmına uzun uzadıya.
Yaklaşmış ressam, sormuş yine adama.
Adam sıralamış tenkitlerini kemeri şöyle yakası böyle diye
Ressam dayanamamış bu bilmişliğe:
"Bak dostum!" demiş, bu adamcağıza,
"Sen kunduracısın “sakın ha çizmeden yukarıya aşma.”
Elimizi verdik diye de sakın ha kolumuzu kapma."

Bir deyimden derleyen:Tontini.
Devamı Buradan ...>>

28 Aralık 2009 Pazartesi

KOZMİK ODAYA BİLE GİRMİŞ GİRENLER, SANA NE BE MİDEM

Hiçbir şeyden çekmedim, sevgili midem senden çektiğim kadar. Ağız tadıyla gözyaşı dökemedim senin yüzünden.
Ağlayan bir çocuğun başını okşamamdan, koca dayağı yemiş kadını teselli etmemden, sevgilisinden ayrılan aşığı avutmamdan sana ne?
Ne zaman yüreğim bir şeyler için yansa; and içmişsin sanki o acımı bastırmaya yönünü ve adresini değiştirmeye. Ömrüm boyu ben önemliyim deyip durdun zaten.
Ey sevgili İkinci beynim,yüce midem;

Benden, yüreğimden, aklımdan, fikrimden, vicdanımdan önce her şeye her zaman en çok sen üzülüp tepkileri önce sen verdin. İçime öküz kaçmış gibi böğürdün, yandın, zehirli sular salgıladın, tepindin, grev ilan ettin durdun karın boşluğumda. Gözyaşlarımın usul usul sessizce akmasına, bir gün bile izin vermedin. Haber kanallarını can kulağıyla sen dinleyip içimden beni tepikledin, bombalar patlattın kozmik odamda, gözle görülür şekilde şiştin ve sonrası malum bööööğ!
"-Neymiş?"
A kişisi yalan söylüyormuş, B kişisi dalavereleriyle ülkeyi sömürüyormuş, gaflet ve delalet içindekiler karış karış güzel ülkemi satıyormuş, insanlar suçu ispat edilmeden hapislerde çürüyormuş, kozmik odaya bile girmiş girenler… Sana ne be midem! Duyma dinleme istersen! Mutlu mesutken kelebekler gibi sessiz kanat çırparsın da, ufacık bir teessürde o kanatlarının demir zırhlar gibi gıcırdaması neden? Seni her daim mutlu kılamam ki. En güzel yemekleri sana gönderip,duvarların en güzel içkilerle sıvanırken hiç sesin çıkmıyor ama! Seni ben hep allayıp pullayamam, gelin kız gibi okşayıp başköşelere nazla niyazla oturtamam ki! Gel de benden öğren artık bu hayatın gerçeklerini de beni biraz akışa bırak. Sus ve dinle oracıkta uslu bir çocuk gibi olanları. Sen oradan bayrak kaldırıp her yanlışa isyan ediyorsun, beden ülkemde fırtınalar koparabiliyorsun da, ben ne yapabiliyorum ki? Çaresiz böğürüp, acıyla kıvranıp, susmaktan başka.

Devamı Buradan ...>>

27 Aralık 2009 Pazar

YENİ RAKIDAN DUYGUSAL REKLAM

Kaybetmeden anlamalı insan sevdiklerinin değerini... Üç günlük dünyada takılmamalı zamanın yarattığı anlamsızlıklara... Sevgi suyunu dökmeli, içimizde zaman zaman çıkan sevgisizlik yangınlarına... Elindekinin kıymetini; Onu kaybetmeden anlamalı; kadir-kıymet bilmeli, kalp kırmamalı bir yolcu misali, çıkmadan bu iki kapılı HAN-dan...


Devamı Buradan ...>>

ADAMA BUZ, KARA KÖZ OLAN RÜZGÂR

2009 yılının ilk dakikaları her yıl yaptığım rutin sahile çıkma eylemimi gerçekleştirmiştim dostlarımla. Soğuk hava buz gibi ciğerlerime işlerken nakşını; örtünmüş sanki bir görev gibi zevk ve duygusallıktan eksik uzanmıştı sahile adımlarım. Eve hızlı adım ters yüz dönerken Mithat paşa caddesinde, karşılaşmıştım benden sigara isteyen, sarı yağmurluklu divaneyle.”Metin olmak lazım, katlanmak gerek” demişti “acılara.”Ben de soğuğu ve yolda ilerleyen dostları oracıkta unutup, ben onun, o da benim sigaralarımızı yakıp, bir de kulak arkasına bir sigara takıp, muhabbeti koyulaştırmıştık, isminin Mustafa olduğunu öğrendiğim divanemizle. Çokbilmiş gibi de ahkâm kesip “acıların tekâmülümüz için gerekliliğini savunmuştum ona kendi dilimce.”Adama buz kara köz olur bu rüzgâr dikkat et kendine” demiş, çocuk gibi örtmüştüm kirli atkısını boğazına bağrına.

Çok biliyorum ya! Erenlere emanet edip kendisini mutlu yıllar dilemiş ayrılmıştım yanından. Yüzüm aydınlanmış “ne konuştunuz? Diyen dostlarıma ucundan kenarından açıklamıştım konuştuklarımızı. Koca kadın, seke seke sekmiştim eve dönerken yol boyu. Bütün sene de sektim dersem yalan olmaz doğrusu…
8 Ocakta annemin kalıbını gömdüm toprağa... Kazalar.. Hastalıklar… Varlıklar… Yokluklar… Yaşadım birbiri ardı sıra.”Zehiri bal eylemek,” karanlıkların örtüsünü kaldırmak formüllerini araştırdım çoğu kez bu sıra. Ülkemin üstünde esen karayel, beden ülkemdeki keşişlemeyle çarpışıp durdu uzun süre zannımca. "Adama buz, kara köz olan rüzgar" gibi mücadeleyle geçip gitti hayatımdan bu yılım da.Bir yıl içinde hiçbir gün karşılaşmadım o divaneyle, ta ki 2 gün önce çorba içene kadar “Kırçiçeği” isimli restoranda. Aceleyle kalktım oradan, ama yine de onu yakalayamadım hızlı adım peşin sıra gitsem de.
Belki 2010 la ilgili bir mesaj alır kendisinden; sözlerini artık daha iyi değerlendirebilirim diye. Bir yıl daha tekâmül ettim ya! Acılarla büyüdüm, olgunlaştım ya kendimce… İnşallah öyledir…
Şimdi yepyeni bir yılın eşiğindeyiz. Umutlarımı kaleme almak, evrenle, blog dostlarım, kardeşlerim, insanlıkla, ailem, sokağım, şehrimle ilgili türlü türlü dileklerim taa yüreğime çöreklenmiş olsa da, “nasıl olsa hep Allah’ın dediği oluyor” diyerek bu yıl yazamıyorum buraya. Duaların gücüne inanıyorum da, Allah’a yazılan dilekçelerin bu iletişim karmaşasında yabana gitmesini istemediğimden “dua ve dilekçe yazma hakkımı” saklı tutuyorum, çok daha önemli zamanlara… “Her şey merkezinde, bütün ve tam” diyorum. Sevgilerimi gönderiyorum sizlere.
2010 da her şey çok güzel olacak inanıyorum.

Devamı Buradan ...>>

26 Aralık 2009 Cumartesi

DEMOKRASİDEN BIKAN KURBAĞALAR

Kurbağalar gün gelmiş demokrasiden bıkmış;
Bir vak vak bir kıyamet,
İllallah medet ya Allah!
Gökleri tutmuş bağrışmaları.
Peki demiş vak vak Tanrı;
Krallık yapıvermiş cumhuriyeti.
Ağzı var dili yok, vurdumduymaz
Bir kral inivermiş göklerden.
Ama öyle güm diye düşmüş ki mübarek, göle
Bizim çamurlugiller
—Ki bilirsiniz, bir hayli ödlek ve sepelektirler.
Cup diye atlamışlar suya;
Her biri girmiş bir kuytuya.
Bir kral kalmış ortada bir de sazlar.
Yaman bir dev geldi sanmış kurbağalar.


Uzun zaman kimse çıkarıp başını
Görememiş kralının endamını.
Oysaki korktukları bir kütükmüş sadece,
Ama ciddi ve heybetli görünmüş gözlerine.
İlk çıkan kurbağa zor çıkmış yüze,
Korkudan titreye titreye,
Yaklaşmış koca devletliye.
Bakmışlar bir şey olmuyor yaklaşana;
O zaman artık mutluluktan koşan koşana!
Kralın dört bir yanı kurbağa dolmuş,
Her biri gidip omuzlarına oturmuş.
Bu ne biçim kral?
Vur ağzından lokmasını al.
Yoo, demiş kurbağa milleti;
Bu kadar sus pus kral olmaz
Bu ülkede daha durulmaz!
Başlamışlar yeniden dert yanmaya
Vak vak Tanrıya:
—Aman ne olursun demişler;
Bize ağzı burnu oynayan bir kral yolla!
Peki demiş tanrı vak vak;
Bir Yılan yollamış onlara her yanı kıvrak
Ağzı ve dili dersen işlek mi işlek;
Sağa bir tıs, sola bir tıs
Kim akıllı kim cesur doğru mideye.
Ye babam ye!..
Kalmamış hiç huzurları.
Hasret kalmış kurbağalar düzene demokrasiye.
Bizimkiler basmış yaygarayı gene
Gitmişler yine vak vak tanrıya;
Bu sefer kızmış tanrı vakvak elçiye,
—Sizin oyuncağınız mıyım ben? Demiş;
Demokrasi veririz, vak vak;
Kral indiririz gökten,
Uslu akıllı babacan; vak vak,
Siz bu kafada olduktan sonra,
Yılan gelir ancak sizin hakkınızdan
Bir yiyip ona bin şükredin
Kesin artık şikâyeti,
Siz istediniz bu işkenceyi
Yoksa gelir başınıza beterin beteri.

Derleme;La Fontaine'den
Resim;www.images com'dan

Devamı Buradan ...>>

24 Aralık 2009 Perşembe

ASLIM GÖK YILDIZI DESEM DE NE FAYDA?


Yine bir hasret, asıl olana özlem çökmüşken yüreğime, kendimi sılaya hasret acı çeker buldum bir süre. Sonra,” insanoğlu neden hep başını gökyüzüne kaldırıp durur, bir iç çekiş, bir kendinden geçiş, bir aşkla neden?” diye düşündüm durdum. 30.04.2008 Tarihinde yazdığım bu yazıyı bir kez daha yayınlamak istedim.Ruhumun derinliklerinde giyindirdim sözcüklerimi rengârenk libaslarla. Çıplaktılar önceleri bedenden etten ve kemikten yana.Giyindiğinde ovalar bulutlarla ,yıldızlarla kucaklaşan dağlara, Ben de salındım indim mavi göklerden,denizle kucaklaşan kumlara.Gökte gök boncuktum yerde yer, sonra kaldırdılar beni yerden hoppala."Ben gök yıldızıyım" dememe kalmadı,denizden geldim sanıp, aldı bir çocuk attı beni ummana.....Yeniden dalgaların hışmıyla vurdum kıyılara kumlara.Islandım üşüdüm, kurulandım sandım ki az kaldı ışığımı parlatmama.Kendime döndüm baktım ne göreyim! Rengim benzemiş bir KUMA. Gözlerimdeki yaşları tutamaz oldum, güneş çekilip karanlık bastığında. Işıl ışıl süslediler kardeşlerim gökadayı. Bense bağırdım duyuramadım sesimi onlara. Aslım gök yıldızı desem de ne fayda? Düşmüşüm dünyanın bu çırpıntılı sularına, ışıksız bir deniz yıldızıyım sadece, artık inanmaz ki kimseler bana. Ruhumun derinliklerinden hasretimi aşkımı yazdım bundan böyle, geceleri ışıklarıyla gökleri aydınlatan kristal yıldızlara. Yine de olsun dedim, Gök adayla ummanın rengi hiç değilse aynı. Belki bir gün ben de parlarım mavi ummanda. Ya da aslıma döner bakarım gökadadan, ummanın engin sularına neşeyle.

Sizin de içinizde böyle bir özlem vardır eminim, sizlerin adına da döşendi bu hasret kelimeleri satırlara.
Sevgilerimle.

.
Devamı Buradan ...>>

22 Aralık 2009 Salı

GÜZEL KÖYÜM NE ZAMAN UYANIRSIN

Candan Erçetin,Yaklaşık altı yıl aradan sonra çıkardığı “Kırık Kalpler Durağında” isimli yeni albümünde ses getirecek bir şarkıya yer verdi. Sanatçının, sözlerini Aylin Atalay ile birlikte yazdığı “Ninni” adlı şarkı, Türkiye’nin siyasi geçmişini benzetmelerle, masal tadında anlatıyor.
Erçetin albümün teşekkür yazısında da; politik duruşuyla ilgili ipuçları veriyor. “Tam 5 yıl, 5 ay, 27 gündür susuyorum. Yaşıyorum, görüyorum, hissediyorum, düşünüyorum, yazıyorum ama susuyorum... Sanırım artık bir şeyler söylemenin zamanıdır” diyen Erçetin, son dönemde yaşanan politik olayları resmettiği “Ninni”de “Güzel köyüm ne zaman uyanırsın?” diyor.Sufi saja ekibi olarak sanatçıyı mutlaka dinlemenizi tavsiye ederiz.Sevgilerimizle.

Uyusun da büyüsün ninni. Tıpış tıpış yürüsün ninni.
Dertlerini sürüsün ninni. Oğlum kızım uyusun ninni.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,
Çok da uzun olmayan belli bir zaman önce,
Çok da uzak olmayan çok güzel diyarın birinde,
Bereketi dillerden düşmeyen bir köy varmış…


Denizi de bilirmiş dalga bilirmiş bu güzel köyün insanı.
Yağmurda yürür, karda kayar ama güneşli günleri severmiş.
Meze yaparmış bu köylüler iki kadehe tüm acılarını.
Böylece birden unutuverirmiş geçmiş dargınlıklarını.
Aslına bakacak olursan çok zenginmiş tarlaları.
Ama nedeni bilinmez bu köylüler her daim fakir.
Yokmuş galiba köydeki kargaların bunda bir etkisi.
Böyle gelmiş böyle gidermiş. Ne de olsa alın yazısı.
Dayanamamış biri sonunda kargalara baş kaldırmış;
Hakkımızı yiyorlar diyip bütün köyü ayaklandırmış,
Sonunda başa çıkmış köyü istila eden kargalarla.
Ama kendisi de göçüp gitmiş tabii eninde sonunda.
Uyusun da büyüsün ninni. Tıpış tıpış yürüsün ninni
Dertlerini sürüsün ninni. Oğlum kızım uyusun ninni.
Ardından ağlamış köydeki herkes çok uzun yıllarca,
Ağlarken ağlarken köy unutmuş kargaları tamamıyla.
Üzülüp dövünüp dururken birden övünmeye başlamış
Ancak övünüp durduğu sadece hatıraymış.
Günün birinde köyün üstüne kapkara bulutlar yerleşmiş.
Kimse bulutları kargaların getirdiğini fark etmemiş.
Köydekiler yaz yağmurudur gelir geçer zannetmişler.
Ama bu kara bulutlar kopacak fırtınanın habercisiymiş…
Kargaların çalacağı emekten medet uman bazı kurnazlar;
Köylüye ninniler söyleyip apaçık hedef şaşırtmışlar.
Soytarısıyla, yalancısı bu köyün bir gün gelmiş el ele vermiş.
Bildik beyaz camın içine girip siyah yalanlar söylemiş.
Onların baktığı yerden bütün köy çok aptalmış,
Çünkü aptal olmasalar böyle aldanmazlarmış.
Değil mi ki bütün köy olana bitene ses çıkarmadan bakmış!
O zaman başlarına gelenlere müstahaklarmış…
Ah ne güzel ninniymiş bu cehalet, Herkes dalıp uyumuş nihayet
Top atsan uyanmazmış ne rehavet E benim köyüme ee ee
Aslında köyün akıllısı çokmuş. Âlimi, dedesi, filozofu çokmuş
Var diye bas bas bağırıyorlar, ama hiç birinin söz hakkı yokmuş.
Çünkü bilene, düşünene, yazana kargaların itirazı çokmuş
ve onlardan öğrendikleriyle kurnazlar herkesi uyutmuş.
Güzel köyüm ne zaman uyanırsın. Bu duruma ne kadar dayanırsın?
Sanma ki uyurken kazanırsın. Hadi köyüm ne zaman uyanırsın?

Devamı Buradan ...>>