.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

13 Ocak 2010 Çarşamba

KENDİ BAŞINA DOLAŞAN KEDİ


Anlatacağım hikaye; evcil hayvanların henüz yabani olduğu zamanlarda ve yerlerde gerçekleşmiş. Köpek yabaniymiş o zamanlar, At,İnek,Koyun ve Domuz yabaniymiş; tüm evcil hayvanlar en yabani hayvanların olabileceği kadar yabaniymişler, hepsi de Islak Yabani Orman'ın ıssız köşelerinde yaşarlarmış. Ama tüm yabani hayvanların en yabanisi KEDİ'ymiş. Kendi başına dolaşırmış o ve her yer aynıymış onun için.
Tabii ki Erkek de yabaniymiş o zamanlar. Hem de tam bir yabaniymiş. Erkek, Kadınla karşılaşana kadar evcilleşmemiş. Kadın Erkeğe onun yabani yöntemleriyle yaşamak istemediğini söylemiş; gece uyumak için ıslak bir ot yığını yerine kuru ve güzel bir mağara seçmiş Kadın, yere temiz kum dökmüş, mağaranın arka tarafına odunlardan güzel bir ateş yakmış, mağaranın girişine kurutulmuş bir yabani at postunu başaşağı asmış ve Erkeğe şöyle demiş;

"İçeri girerken ayağını sil, hayatım; artık evimizi çekip çevirelim." İşte o gece, Erkek ve Kadın yabani sarımsak, biberle baharatlandırılmış ve kızgın taşlar üzerinde kızartılmış yabani koyun,pilav,defne ve maydonoz doldurulmuş ördek,öküz iliği, çilekler ve yabani grenadiller yemişler. Sonra Erkek her zamankinden daha mutlu olarak ateşin başında uykuya dalmış, Kadın ise saçını taramaya koyulmuş. Eline bir koyunun omuz kemiğini almış -hani o büyük ve düz kenar kemiği-, üzerindeki o harika desenlere bakmış, ateşe bir odun daha atmış ve bir büyü yapmış. Bu büyü dünyadaki İlk Şarkı Büyü-süymüş.Dışarıda, Islak Yabani Orman'da tüm yabani hayvanlar ateşin ışığını uzaktan görebilecekleri bir yere toplanmışlar ve merakla ateşin anlamını çözmeye çalışmışlar.
Yabani At yabani ayağını yere vurarak şöyle demiş, "Ey arkadaşlarım ve düşmanlarım, Kadın ve Erkek büyük mağaradaki büyük ışığı neden yaktılar? Bunun bize nasıl bir zararı olacak?"
Yabani Köpek yabani burnunu havaya kaldırarak kızarmış et kokusunu koklamış ve şöyle demiş, "Ben gidip bakacağım ve neler olduğunu göreceğim, çünkü bize bir zarar geleceğini sanmıyorum. Kedi, benimle gel."

"Miyav!" demiş Kedi. "Ben kendi başına dolaşan kediyim ve benim için her yer aynıdır. Gelmeyeceğim."
"Öyleyse bir daha arkadaş olamayız" demiş Yabani Köpek ve mağaraya doğru yola koyulmuş. O daha biraz ilerlemişken Kedi kendi kendine mırıldanmış, "Benim için her yer aynıdır. Neden neler olup bittiğini gidip kendi gözlerimle görmeyeyim?" Sessizce Yabani Köpeğin peşine takılmış, mağaraya varınca da tüm olan biteni duyabileceği bir kenara saklanmış.
Yabani Köpek mağaranın ağzına varınca burnuyla kurutulmuş at postunu kaldırmış ve kızarmış etin güzel kokusunu koklamış. Elindeki kemiğe bakmakta olan kadın onun sesini duymuş ve gülmüş ve demiş ki, "İşte ilki geldi. Yabani Ormanlar'dan gelen Yabani Şey, ne istiyorsun?"
"Ey Düşmanım ve Düşmanımın Karısı, Yabani Ormanlar'da bu kadar güzel kokan nedir?" diye sormuş Yabani Köpek.
Kadın kızarmış bir koyun kemiği alıp Köpeğe atarak demiş ki, "tadına bak da kendin gör." Yabani Köpek kemiği kemirmiş ve şimdiye dek tadına baktığı her şeyden daha güzel olduğuna karar vererek yalvarmış, "Ey Düşmanım ve Düşmanımın Karısı, bir tane daha ver."Kadın; "Gündüzleri Erkeğime avda yardım et, geceleri bu mağarayı koru, ben de sana istediğin kadar kızarmış kemik vereyim."
"Ah!" demiş Kedi dinlediği yerden. "Bu çok akıllı bir kadın ama benim kadar akıllı değil."
Yabani Köpek sürünerek mağaraya girmiş, başını Kadının kucağına koyarak cevap vermiş, "Ey Arkadaşım ve Arkadaşımın Karısı, gündüz Erkeğine avda yardım edeceğim, geceleri de mağaranı koruyacağım."
"Ah!" demiş Kedi dinlediği yerden. "Bu çok aptal bir Köpek." Sonra da yabani kuyruğunu sallayarak ve yabani yollarda yürüyerek Islak Yabani Orman'a geri dönmüş. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmamış.
Uyandığı zaman Erkek sormuş, "Yabani Köpeğin burada ne işi var?" Kadın ona cevap vermiş, "Onun ismi bundan sonra Yabani Köpek değil,İLK ARKADAŞ, çünkü bundan sonra her zaman bizim dostumuz olacak. Ava giderken onu da götür."
Sonraki gece Kadın nehrin kenarındaki çayırdan kucak dolusu taze ot keserek bunları ateşin kenarında kurutmuş, etrafa yeni biçilmiş saman kokusu yayılmış. Kadın mağaranın ağzına oturarak at derisinden bir yular örmüş ve koyun kemiğine bakarak
hani o büyük ve düz omuz kemiği, bir büyü yapmış. Bu, Dünyadaki İkinci Şarkı Büyüsüymüş.
Dışarıda, Yabani Orman'da bütün hayvanlar Yabani Köpeğe neler olduğunu merak ediyorlarmış. En sonunda Yabani At ayağını yere vurarak son sözü söylemiş, "Ben gidip neler olduğunu göreceğim ve Köpeğe neler olduğunu size anlatacağım. Kedi, benimle gel."
"Miyav!" demiş kedi. "Ben kendi başına dolaşan kediyim ve benim için her yer aynıdır. Gelmeyeceğim. " Ama yine de yavaşça ve sessizce Atı izlemiş ve mağaraya varınca her şeyi duyabileceği bir yere gizlenmiş.
Kadın, mağaranın dışında yürüyen atın upuzun yelesine takılıp tökezlediğini duyunca gülmüş ve seslenmiş, "İşte ikincisi de geliyor. Yabani Ormanlar'dan gelen Yabani Şey, ne istiyorsun?"
Yabani At cevap vermiş, "Ey Düşmanım ve Düşmanımın Karısı, Yabani Köpek nerede?"
Kadın yeniden gülmüş, koyun kemiğini eline almış ve bakmış, sonra da konuşmuş, "sen buraya Yabani Köpek için gelmedin, bu güzel otlar için geldin."
Uzun yelesine takılıp tökezleyen Yabani At cevap vermiş, "Doğru, otu bana ver de yiyeyim." Başını eğ ve sana vereceğim şeyi tak, ondan sonra bu harika otlardan günde üç kez yiyebilirsin."
"Ah!" demiş Kedi, konuşmaları dinlerken. "Bu akıllı bir kadın, ama benim kadar akıllı değil."
Yabani At başını eğmiş ve Kadın örgü yuları onun boynuna geçirmiş. "Ey Efendim ve Efendimin karısı demiş Yabani At, "güzel otların hatırı için hizmetkarınız olacağım."
"Ah!", demiş kedi saklandığı yerde. "Bu çok aptal bir At."kuyruğunu sallayarak Orman'a geri dönmüş. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmamış.
Adam ve Köpek avdan döndüklerinde kadına sormuşlar, "Yabani At burada ne yapıyor?" Kadın cevap vermiş, "Onun adı bundan böyle Yabani At değil; "İLK HİZMETKAR". Çünkü bundan böyle bir yere gitmek istediğimizde bizi her zaman o taşıyacak. Ava giderken onun sırtına bin."
Ertesi gün, boynuzları dallara takılmasın diye başını yukarıda taşıyan Yabani İnek mağaraya gelmiş. Kedi de onun peşinden gelerek daha önce yaptığı gibi gizlenmiş. Her şey daha önceki gibi olmuş, Kedi gizlendiği yerde yine aynı şeyleri söylemiş, İnek otlar karşılığında kadına sütünü vermeyi kabul edince de Kedi aynen daha önce yaptığı gibi yabani kuyruğunu sallayarak Orman'a geri dönmüş. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmamış. Adam, Köpek ve At avdan dönmüşler, daha önce sordukları soruları sormuşlar, Kadın şöyle demiş "Onun adı bundan büyle Yabani İnek değil, YİYECEK VEREN ARKADAŞ. Bundan sonra her zaman bize beyaz ılık sütünden verecek, ve siz ava gidince onunla ben ilgileneceğim."
Sonraki gün Kedi başka bir yabani hayvanın daha mağaraya gitmesini beklemiş, ama gelen giden olmamış, böylece Kedi kendi başına mağaraya gitmiş ve Kadını İneği sağarken seyretmiş, mağaradaki sıcak ışığa bakmış ve ılık sütün havadaki kokusunu koklamış Kadına seslenmiş, "Ey Düşmanım ve Düşmanımın Karısı,Yabani İnek nerede?"
Kadın gülmüş ve cevap vermiş, "Yabani Şey, ormana geri dön, çünkü artık saçımı ördüm ve büyülü kemiği kaldırdım, mağarada daha fazla arkadaşa ya da hizmetkara ihtiyacımız yok."
Bunun üzerine Kedi şöyle demiş, "Ben bir arkadaş değilim ve bir hizmetkar da değilim. Ben kendi başına dolaşan Kediyim ve mağaranıza gelmek istiyorum."
O zaman Kadın sormuş, "Öyle ise neden ilk gece İlk Arkadaşla birlikte gelmedin?"
Kedi çok kızmış ve sormuş, "Yabani Köpek benimle ilgili hikâyeler mi anlattı?"
Kadın gülmüş ve cevap vermiş, "Sen kendi başına dolaşan Kedisin ve senin için her yer aynıdır. Sen ne bir arkadaş ne de bir hizmetkarsın. Bunları kendin söyledin. Git ve senin için aynı olan yerlerde dolaş."
Bunları duyunca Kedi üzülmüş numarası yaparak konuşmuş, "Mağaraya hiç giremeyecek miyim? Sıcak ateşin yanında hiç oturamayacak mıyım? Ilık beyaz sütten hiç içemeyecek miyim? Sen çok akıllı ve güzelsin. Bir Kediye bile bu kadar acımasız davranmamalısın."
Kadın şöyle demiş, "Akıllı olduğumu biliyordum ama güzel olduğumu bilmiyordum. O yüzden seninle bir anlaşma yapacağım. Eğer seni öven bir söz söylersem, mağaraya girebilirsin."
Kedi;"Eğer beni öven iki söz söylersen?"
"Asla" demiş kadın. "Ama eğer söylersem ateşin yanında oturabilirsin."
Kedi;"Eğer beni öven üç söz söylersen?"
"Asla" demiş Kadın. "Ama eğer söylersem her zaman ve her zaman ılık beyaz sütü günde üç kere içebilirsin."
Bunun üzerine Kedi sırtını kabartmış ve şöyle demiş, " Ey post,Ey ateş ve Ey süt kabı, Düşmanım ve Düşmanımın Karısının söylediklerini hatırlayın. "Sonra da Yabani Orman'a geri dönmüş.
O gece Adam, Köpek ve At avdan döndükleri zaman, Kadın onlara Kedi ile yaptığı anlaşmadan söz etmemiş çünkü onların bu işten hiç hoşlanmayacaklarından korkmuş.
Kedi mağaranın çok çok uzağına gitmiş ve Yabani Orman'daki yabani yollarda uzun süre saklanmış, ta ki kadın onu tamamen unutana kadar. Sadece mağaranın tavanında asılı uyuyan Yarasa -küçük tepetaklak Yarasa- Kedinin nerede saklandığını biliyormuş. Her gece uçarak Kediye gidip mağarada olan biteni anlatmayı görev edinmiş.
Bir akşam Yarasa kendi başına yürüyen Kediye yeni haberler getirmiş, "Mağarada bir Bebek var. O çok küçük, pembe, tombul ve sevimli, Kadın da onu çok seviyor."
"Ah!" demiş Kedi. "Peki Bebek neleri seviyor?"
"Bebek yumuşak ve gıdıklayan şeyleri seviyor" diye anlatmış Yarasa. "Uyurken kollarının arasına alıp sarılabileceği sıcak şeyleri seviyor. Kendisiyle oynanmasını seviyor. Böyle şeyleri seviyor işte."
"Ah!" demiş Kedi o zaman. "Demek ki benim zamanım geldi."
Ertesi gece Kedi Orman'dan geçerek mağaranın yakınına saklanmış ve sabaha kadar beklemiş. Adam, Köpek ve At ava gitmişler, Kadın da yemek pişirmeye koyulmuş. Bebek ise ağlayıp duruyormuş, en sonunda Kadın onu mağaranın dışına taşıyarak oynaması için bir avuç renkli çakıltaşı vermiş. Ama Bebek ağlamayı sürdürüyormuş.
O zaman Kedi saklandığı yerden çıkarak tüylü patisini onun yanağına koymuş ve yanağını okşamış, mırıl mırıl mırıldamış, Bebeğin tombul dizlerine sürünmüş ve tombul boynunu kuyruğuyla gıdıklamış. Bebek kıkırdamaya başlamış, Kadın onu duyup gülümsemiş.
Mağaranın ağzında asılı duran Yarasa -küçük tepetaklak Yarasa- Kadına demiş ki, "Ey Ev Sahibem Yabani bir Şey Bebeğinizle öyle güzel oynuyor ki."
"Çok yaşasın o Yabani Şey, kim olursa olsun" demiş Kadın, ayağa kalkıp belini doğrultarak. "Bu sabah çok meşguldüm, o da bana güzelce yardım etti."
Tam o dakikada ve o saniyede, at postu yere düşmüş -pat!- çünkü Kadının Kedi ile yaptığı anlaşmayı hatırlamış. Kadın postu yerden kaldırmaya gitmiş, Kediyse mağaraya girip çoktan rahatça yerleşmiş bile.
Kedi, "ben geldim, çünkü beni öven ilk sözü söyledin, artık her zaman mağarada oturabilirim. Ama ben hâlâ kendi başına dolaşan Kediyim, ve her yer aynıdır benim için."
Kadın çok sinirlenmiş, dudaklarını sıkı sıkı kapamış ve çıkrığını alarak ip eğirmeye koyulmuş. Ama Bebek yine ağlıyormuş, Kadın onu susturamamış, Bebek ağlayıp bağırıyor, tombul bacaklarını havada sallıyormuş.
Kedi, "eğirdiğin ipten bir yumağı yere yuvarla, sana bebeği ağladığı kadar yüksek sesle güldürecek bir büyü göstereceğim."
"Olur" diye cevap vermiş Kadın. "Çünkü sabrımın sonuna geldim. Ama sana bunun için teşekkür edeceğimi sanma."
Kadın eğirdiği ipten bir yumak almış ve yere yuvarlayıvermiş. Kedi yumağın arkasından koşmuş, onu patileriyle yeniden yuvarlamış, yakalayıp ayaklarının
arasına sıkıştırmış, bacaklarının arasından arkaya yuvarlamış, peşinden hızla seğirtmiş, kaybetmiş gibi yapmış ve yeniden üzerine sıçramış, böylece yumakla binbir oyun yapmış Kedi, ta ki Bebek ağladığı kadar yüksek sesle gülmeye başlayana kadar. Bebek gülmüş ve emekleyerek Kediyi mağarada takip etmeye başlamış, yorulana kadar onunla oynamış ve en sonunda onu kollarının arasına alıp uyumaya hazırlamış.
"Şimdi" demiş Kedi, "Bebeği en az bir saat uyutacak bir şarkı söyleyeceğim." Böylece Kedi mırıl mırıl mırlamaya başlamış, alçak ve yüksek, yüksek ve alçak sesle mırlamış, Bebek mışıl mışıl uykuya dalıncaya kadar ona şarkı söylemiş. Kadın onlara bakarak gülümsemiş, "Harika bir iş becerdin Kedi, hiç şüphe yok ki sen çok akıllısın."
Tam o dakika ve saniyede, mağaranın dibindeki ateş dumanlar çıkararak sönüvermiş -puff!-çünkü Kadının Kedi ile yaptığı anlaşmayı hatırlamış. Dumanlar dağıldığında Kedi ateşin başına yerleşmiş bile.
Kedi; "işte ateşin başına oturdum, çünkü beni öven ikinci sözü söyledin, artık her zaman mağaranın dibindeki ateşin başında oturabilirim. Ama ben hâlâ kendi başına dolaşan Kediyim ve her yer aynıdır benim için."
O zaman Kadın çok ama çok sinirlenmiş, saçını açmış, ateşe odun atmış ve eline omuz kemiğini alarak Kedi için üçüncü övgü kelimesini söylemesine engel olacak bir büyü yapmaya koyulmuş. Bu bir Şarkı Büyüsü değilmiş, bu bir Sessizlik Büyüsüymüş ve mağara öylesine sessizleşmiş ki sessizlikten ürken minik bir fare mağaranın köşesindeki yuvasından çıkıp telaşla sağa sola koşuşturmaya başlamış.
Kedi, "bu küçük fare de senin büyünün bir parçası mı?"demiş.
"Ay! Ay! Hayır değil!" demiş Kadın ve büyülü kemiği elinden atarak ateşin yanındaki taburenin üzerine fırlamış. Saçını da fare tırmanacak korkusuyla çabucak örüvermiş.
"Ah!" demiş Kedi. "O zaman onu yememin sakıncası yok, değil mi?"
"Yok" demiş Kadın, "çabucak yakala onu, çok memnun olacağım."
Kedi bir sıçrayışta fareyi yakalamış, Kadın çok memnun olmuş. "Yüzlerce teşekkürler. İlk arkadaş bile o fareyi senin kadar hızlı yakalayamazdı. Çok akıllısın sen."
Tam o dakika ve saniyede, ateşin yanındaki süt kabı iki parçaya ayrılmış -çat!- çünkü Kadının Kedi ile yaptığı anlaşmayı hatırlamış. Kadın tabureden aşağı atladığında kedi çoktan yere akan sütü içmeye başlamış bile.
Kedi, "İşte yerdeki sütü içiyorum, çünkü beni öven üç söz söyledin, artık her zaman ve her zaman ılık beyaz sütü günde üç kez içebilirim. Ama ben hâlâ kendi başına dolaşan Kediyim ve her yer aynıdır benim için."
O zaman Kadın gülmüş ve Kediye bir kap beyaz ılık süt vererek şöyle demiş, "Kedi, sen bir insan kadar akıllısın, ama anlaşma Erkek ve Köpek ile yapılmamıştı, onlar avdan dönünce neler olur bilemem."
"Bana ne bundan?" demiş Kedi. "Eğer mağarada ateşin yanındaki yerimi ve günde üç kez beyaz ılık sütümü alacaksam onların neler yapacağıyla ilgilenmiyorum."
O akşam Erkek ve Köpek mağaraya dönünce, Kedi gülümseyerek ateşin başında otururken Kadın onlara Kedi ile yaptığı anlaşmanın tüm öyküsünü anlatmış. Erkek demiş ki, "Evet ama benimle ve arkamdan gelecek hiçbir erkekle anlaşma yapmadı o." Sonra iki deri çizmesini, küçük taştan baltasını (eder üç), bir parça odunu ve odun kesme baltasını sıraya dizerek (eder beş) yere koymuş ve Kedi ile konuşmuş, "Şimdi seninle kendi anlaşmamızı yapacağız. Eğer mağarada olduğun sürece her zaman fare yakalamazsan, seni gördüğüm her yerde bu beş şeyi sana fırlatacağım, benden sonra gelecek her erkek de aynısını yapacak."
"Ah!" demiş Kadın. "Bu Kedi çok akıllı ama benim Erkeğim kadar akıllı değil."
Kedi yerdeki beş şeyi saymış (hepsi de çok sert görünüyormüş) ve cevap vermiş, "Mağarada olduğumda her zaman ve her zaman fare yakalayacağım ama ben hâlâ kendi başına dolaşan Kediyim ve her yer aynıdır benim için."
"Ben yakınlardayken değil" demiş Erkek. "Son söylediklerini söylemeseydin tüm bu eşyaları sonsuza kadar ortadan kaldıracaktım, ama artık çizmelerimi ve taştan baltamı (eder üç) seni her gördüğüm yerde fırlatacağım. Benden sonra gelen tüm erkekler de aynısını yapacaklar!"
"Bir dakika" demiş Köpek. "Kedi benimle ve benden sonra gelecek köpeklerle de anlaşma yapmadı." Sonra da dişlerini göstererek Kedi ile konuşmuş. "Eğer ben mağaradayken Bebeğe her zaman iyi davranmazsan, seni yakalayana kadar kovalayacağım, yakaladığımda da ısıracağım. Benden sonra gelecek tüm köpekler de aynısını yapacaklar."
"Ah!" demiş Kadın, "bu çok akıllı bir Kedi ama Köpek kadar akıllı değil."
Kedi köpeğin dişlerini saymış (hepsi çok sivri görünüyormuş) ve demiş ki, "Mağaradayken, kuyruğumu çok sert çekmediği sürece her zaman ve her zaman Bebeğe iyi davranacağım. Ama ben hâlâ kendi başına dolaşan Kediyim ve her yer aynıdır benim için!"
"Ben yakınlardayken değil" demiş Köpek. "Eğer son söylediklerini söylemeseydin ağzımı sonsuza kadar ve sonsuza kadar kapardım. Ama artık seni ne zaman görsem bir ağacın tepesine kovalayacağım, benden sonra gelen tüm köpekler de aynını yapacaklar."
Sonra, Erkek iki çizmesini ve küçük taştan baltasını Kediye fırlatmış ve Kedi mağaranın dışına kaçmış. Köpek de Kediyi bir ağacın tepesine kovalamış. O günden sonra, beş erkekten üçü ne zaman bir kedi görse ona bir şeyler fırlatır ve her köpek gördüğü her kediyi bir ağacın tepesine kovalar. Ama kedi de anlaşmaya uyar ve evdeyken fare yakalayıp bebeklere her zaman iyi davranır, tabii kuyruğunu sertçe çekmedikleri sürece. Ama zaman zaman, ay uyanıp gece geldiğinde, o kendi başına dolaşan Kedidir ve her yer aynıdır onun için. O zaman dışarıya, Islak Yabani Orman'a gider, ya da Islak Yabani Ağaç'a tırmanır, ya da Islak Yabani Çatı'ya çıkar, yabani kuyruğunu sallayıp yabani yollarda dolaşırmış.

Hikaye:Kipling'den alıntı.

Devamı Buradan ...>>

12 Ocak 2010 Salı

BİLEN BİLİR

Bilen bilir ayrılığın derdini. Yaşamayan ne bilsin, hasret çekmeden elindekinin kıymetini?
Denizin mavi sularına balıklar gibi dalmayı, havayı avuçlarının içinde tutup da onu okşayıp öpmeyi, şöyle bir çimenlerden izin isteyip, buğday başaklarının dibinde yüzünü gökyüzüne çevirip yan gelip yatmayı, rüzgârla havada raks eden kuru yaprağın ardında koşmayı, çıplak ayak toprağın neminde dolaşmayı, ırmağın çıktığı gözeye ağzını dayayıp da kana kana dağların bağrından gelen buz gibi suları içmeyi, güneşe sırtını dayayıp kelebeklerin dansını seyretmeyi, bunlara hasret çekmeyen gönül nasıl bilsin?
Ne bilsin elmanın tadını elmayı tatmamış olan, sevda çekmemiş olan SEVDAyı? Aynı “damdan düşenin halinden, damdan düşenin anlaması” gibi… Gözlü gözsüzün, özgür olan mahkûmun, zengin; fakir fukaranın bilmez hali ahvalini. Onulmaz bir yaran varsa; onulmaz yaralara gark olmuşlara götürürler insanı. Sağaltır, avutur dert çekmiş gönül; dert çeken alev alev yanan gönlün yaralarını.

Resim:Deviantart'tan.
Devamı Buradan ...>>

11 Ocak 2010 Pazartesi

MASUMUN GÖRÜNMEZ KILICI VAR

Bir önceki yazımda kendine hâkim olabilmekten söz açmıştım. Kimi can dostlarımdan Kara kalem ve nanopolitika’ca yazdıklarım tepki gördü. Onlara tek bir sözle cevap verebilirim; “siz de haklısınız!”diye. Kara kalem; “Doğal olarak Başucuma su dökene de eyvallah, tükürene de der gibi giderim. Ama asla yaşadığım sürece doğru bildiklerimden ödün verip bir kenarda ezik ve sinik ölmeyi beklemeyecek kadar da insanlığımı kaybetmedim deme cesaretini de gösterebiliyorum.” Demiş. Arkadaşım söylediklerinde sonuna kadar haklı. Kendine hâkim olmak; tabi ki sinmek, doğru bildiklerinden vazgeçmek demek değil bence de. Ancak; küfrün içinde saklı olan duayı görmek, layık olanlara o duayı yapmak, Masumun görünmez kılıcı olduğunu, (görülmeyen savaşlar verdiğini) bilmemiz gerek demek.


Haksız yapılıyor gibi görünen icraatları eleştirip sorgulamadan önce görüş açılarımızı geniş tutup neden ve niçin bu tür davranışların muhatabı olduğumuz sorusunu kendimize sormalıyız. Bu tür aşağılanmalara ve haksızlıklara nasıl layık olduk? ” diye konuları irdelemek, başımıza gelen her şeyin bizlerin bir yerlerde yaptığımız kusur sehiv ve isyandan kaynaklandığını düşünmek gerek demek. Formül çok basit bu insanları kim seçti?
Cevap; “BİİİZ !”

Bir seçim daha yapılsa oyların çoğunluğunu yasal ya da yasal olmayan yollardan onların kazanacağı ise, yine kesin. Biz tabi ki cesaretle küfretme hakkına sahibiz. Ancak bu bize liyakat nişanı sağlamıyor. Bizi; “iki lokmaya muhtaç bırakılmışlığa” müstahakmışız konumuna taşıyor. Ülkemizi soyup insanlarımızın cesaretlerini kıranları haklı platforma yükseltiyor. Yani yüksek planda ödeşiyoruz. Haklarında uluorta orda burada konuşarak onları küfürlerimizle pozitif yüklüyor, karalarını, paslarını lekelerini temizliyoruz istemeden. Oysa susmayı bir başarabilsek, onları günah ve veballeriyle baş başa bırakmış olacağız ve ağır çeken negatif yanlarının hesabı “yüksek şûra”ca görülecek tez zamanda. İlaç parasını bulamadığı için çıldır otundan ağrı kesici yapan insanımızın belki de dinecek o zaman ağrısı sızısı. Banka ATM sinde gece yarısı uyurken bulunan sokak çocuğuna bulunacak belki de sıcak bir aile yuvası. O zaman dinecek insanımızın ve bizlerin belki de gönül sızısı.
Yoksa atalarımız boşa mı söylemiş;
“alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste! “
“Sen doğru ol kem belasını bulur!”
“Ah yerde kalmaz” diye.
Sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

9 Ocak 2010 Cumartesi

NE KADAR HÂKİMİZ KENDİMİZE?

Dilimizin ucuna kadar gelen sözcüklere dur diyebilmekse kendine hâkim olabilmek,
Ne kadar hâkimiz kendimize? Bir dönüp kendimize bakmak gerek…
İçimizde fırtınalar koparken, sakin sessiz bir liman görüntüsünde olabilmekse,
Kontrolsüz iç yangınlarımızın çevreye sıçramasını önleyebilmek,
Bir aslan kadar yırtıcıyken okşayabilmekse pençelerimizle avımızı,
Küfür dolu kelimelerimizi sevgi sözcüklerine döndürebilmekse,
Elimizi uzatmışken bir bizim olmayan şeye o elleri geri çekebilmekse kendine hâkim olabilmek?
Yalan söylediğini bile bile karşımızdakinin yüzüne vurmamaksa doğruyu,
Kin dolu gönlü görmezden gelip, şefkat toplarımızı atabilmekse,
Gereksiz eleştirilerde zıplamadan boyun büküp “sen de haklısın!” diyebilmekse karşımızdakine,
İnsan olma yolunda; dıştan içe bir adım daha atabildik, kendimize az-buçuk hâkim olabildik demektir. Öyleyse ne mutlu bunu başarabilenlerden olabilenlere!
Sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

8 Ocak 2010 Cuma

YOLA ÇIKTIK SANA GELİYORUZ

Bundan 8 sene önceyi düşündüm bir an…Her dakikası aklıma ince ince kazınmış, üzerinden koskoca yıllar geçmesine rağmen hafızamda dün gibi asılı duran o gündeyim şimdi. Biliyorum sende çok iyi hatırlıyorsun ayrıntıları. Sen ve ben: bizden başka bilen yok ki…
12 Şubat 2002…İnternette tanışıp, 10 ay yüz yüze görüşme fırsatını bir türlü bulamayan “biz” artık buluşacaktık o gün. İzmir’e gelmeye karar verdiğimden beri heyecandan sürekli midesi bulanan ben, buluşma günü bütün “heyecan hallerini” had safhada yaşamaktaydım.:) Kolay kolay ellerim terlemezdi ama ter içindeydiler. Şubat soğuğu değil, Ağustos sıcağıydı sanki.
Yer: Bornova Metrosu… Saat: 14.00…


Sen ne hallerde geldin hiç anlatmadın bana ama benim gibiydin sende muhtemelen. Heyecanlı ve meraktaydın.
Sonunda geldin… Sarıldık… Sıkı sıkı…
Yıllardır tanışan iki insandık sanki. Kısa yolculuğumun ardından o şahane manzaralı cafede saatlerce sohbete daldık sonra. Heyecanım biraz yatışmıştı. Kahve içtik. Ağzından çıkan her kelimeyi masal dinler gibi dinledim. Yüzüme bakarak söylediğin şarkılarını da ninniymiş gibi. Daha çocuksuydu yüzün, şakaklarına aklar düşmemişti henüz. Saçlar geriye taranmış, jöleli, Üzerinde krem rengi bir hırka ve kot pantolon. Etkileyici ses tonunsa telefonda duyduğum ilk günkünden daha etkileyici… Yüzünde kocaman bir gülümseme. Gözlerimin içine içine aşkla bakan bir çift açık kahverengi göz…
Beraber geçirdiğimiz kısacık ama dopdolu günlerin sonunda, ağlaya ağlaya ve çoook âşık ayrıldık. Hiç istemeden…
Sonraki aylarda hep buluştuk. Geldin, geldim. Gittin, gittim… Uzun süre uğurladık birbirimizi mevsim ne olursa olsun soğuk, puslu ve hiç sevemediğim garajlardan. Geleceğini rüyalarımda gördüğüm yunus sürülerinden anlıyordum hep. Yüzüyordum onlarla, sevip, okşuyordum. Bir kaç gün sonra çatkapı geliyordun sen. Ya da geliyorum dediğin akşamdan itibaren, sen gelene kadar onlar arkadaşlık ediyordu bana rüyalarımda. Yunusumdun sen benim:). (Taaa oğlumuz doğana kadar gördüm o rüyaları. O ikimizin YUNUS'u olacakmış meğer. Şimdi insanların; Ege'nin çıkardığı sesleri yunus sesine benzetmeleri de bu yüzden galiba.:))...
Yan yana değilken de varlıklarımız mutlu etti bizi. Mesajlarımızla dokunduk ruhlarımıza, ses tonlarımızdan anladık nasıl bir gün geçirdiğimizi. Telefonlar kulaklarımıza yapıştı, maaşlar kontörlere akıtıldı.:)Bazen telefon başında sabahladık, bazende saatlerde chat yaptık. Sevindiğimiz zaman ilk birbirimizle paylaştık. kötü günde dert ortaklığı da yaptık. Konuştukça konuşasımız, sevdikçe sevesimiz geldi...
Ankara’ya geldiğin bir gün bir anda nişanlanıverdik sonra. 1 günde. : ) 18 Ekim 2003. Devamı geldi çok şükür. Her anımda yanımdaydın. Olamasa da varlığın…
O kadar emekten, sevgiden ve özlemden sonra hiç ayrılmadan beraber yaşayabilmek bizim de hakkımızdı elbet dimi? Karar verdikten sonra 1 ay içinde de evlendik. Şimdiye kadar yapılan en romantik, en değişik evlenme teklifiydi diyemiycem:) ama seninle gerek de yoktu zaten. Çünkü her an beklendiğimi, özlendiğimi, sevildiğimi hissettirmiştin bana. Söze gerek yoktu aramızda.
8 Ocak 2005…Sen damat, ben gelin…”YEMİN TÖRENİMİZ”
Tamda 5 yıl sonra, İzmir’deyim... Sende benden 1,5 saat uzakta. El ele, sarmaş dolaş gezindiğimiz bu yollarda oğlumuzla dolaşıyorum bugün. İşte en büyük değişiklik bu hayatımızda. Oğlumuzun varlığı.
Sanırım değişmeyen tek şeyde Sevgimiz.
Zaman zaman sorunların, sorumlulukların içinde boğulsak da, içinden çıkılmaz sandığımız hallere bürünsek de hep sevdik, sevildik. Geçen zamanda sevgimizi büyüttüğümüzde oldu, sakladığımızda. En sevmediğimizi sandığımız anda bile sevgiliydik. Senin adına da yazıyorum çünkü biliyorum. Eminim. Senden duymayınca aksini söylesem de eminim:)
Ne diyebilirim ki, iyi ki gelmişim seni görmeye, iyi ki ellerimden tutmuşsun hemen oracıkta… İyi ki benden hiç vazgeçmemişsin. Bütün cadılıklarıma rağmen :)
Biz şimdi yola çıktık, sana geliyoruz canımın içi. “YEMİN TÖRENİ” nasıl olurmuş görmeye, 1 ay sonra 2 gün bile olsa görüşebilmenin mutluluğuna ermeye.
Böyle bir günde yapılan yemin töreni de Allahın bize hediyesi galiba. Ne biliyim işte. :)
Benim hassas ama dengeli, üzülen ama göstermeyen, kalbi bana karşı hiç kırılmayan, çabuk unutan, doğru, dürüst, EFE’m. Evliliğimizin 5. beraberliğimizin 8. yılı, hı bide yemin törenin kutlu olsun. : )
Geçirdiğimiz güzel günlerimize yenilerini, unutulmazlarını eklemek, birbirimizi, ailemizi hep beraber sevebilmek dileğiyle.
Seni Seviyorum…
Ela’n…

Devamı Buradan ...>>

7 Ocak 2010 Perşembe

HEP YANLIŞ ANLAŞILDIM

Olumsuzu olumluya çevirmek,
Negatifi pozitife döndürmek,
Çirkini güzelleştirmek,
Öfkeyi yapıcı kılmak potansiyeli elimizde...Gerçeği görmek için; bakmasını bilmek gerek. Seyredip görelim, hepinize sevgilerimizle.


Devamı Buradan ...>>

6 Ocak 2010 Çarşamba

SAMURAY

Sana da gereksinim var; unutma. Hiç kimse bir diğerinden daha yüksekte ya da alçakta değildir. Hiç kimse üstün ya da yararsız değildir. Her şey bir bütün halinde varolur. Yekdiğerine gereksinim duyar.
Bir Samuray, Zen tarikatı hocalarından birini ziyarete gelir. Söz konusu Samuray çok tanınmış bir kişi olduğu halde hocanın bilgeliği karşısında, kendini ikinci sınıf, aşağılık bir vatandaş gibi hisseder. Ve duygularını açıksözlülükle aktarır:

"Bunca zavallı hissetmemiştim kendimi bugüne değin. Huzurunuza çıkar çıkmaz, aşağılık kompleksine kapıldım. Ölümle yüz yüze geldiğim de oldu; o zaman bile bunca korku, heyecan duymamıştım. Neden dersiniz hocam?"
Hoca, diğer konuklar gittikten sonra kendisini yanıtlayacağını bildirir. Her gelen, saygılarını sunup önerileri dinleyerek gider. Samuray beklemekten yorgun düşmüş, iyiden iyiye tedirginleşmiştir. Akşam üzerine doğru hoca onu dışarı çağırır. Ay henüz doğmuştur. "Şu ağaçlara bir bak" der, "dalları gökyüzüne uzanan şu heybetli ağaç ile, hemen onun dibindeki minnacık ağaca bak. Yıllardır penceremin önünde, yan yana, birlikte yaşadılar. Aralarında hiç sorun çıkmadı, hiç yarışmadılar. Küçük ağaç büyüğüne "sen neden benden büyüksün?" diye sormadı. "Hangimiz üstünüz?" ikilemini yaşamadılar. Kulağıma bu konuyla ilgili en ufak bir dedikodu çalınmadı. Neden dersin?" Samuray kendinden emin yanıtlar: "Çünkü efendimiz ağaçlar kıyaslayamaz." Bunun üzerine hoca: "Artık bana sormana gerek kalmadı; yanıtı biliyorsun" der.

alıntı.

Devamı Buradan ...>>

4 Ocak 2010 Pazartesi

BAKALIM TANRININ GÖZÜ MÜ SÜLEYMAN

“Bakalım tanrının gözü mü, Süleyman?” dedi Belkıs. “Onun bir peygamber mi, sıradan bir hükümdar mı olduğunu deneyip görmeliyiz… Aldığımız sonuca göre kararımızı vermeliyiz… Kimmiş bu Süleyman? Kuşların dilinden anladığını söyleyip Hüdhüd’üyle haber yollamış utanıp sıkılmadan.” Allah’tan korkun ve bana itaat edin” demiş koca Belkıs’a… Belkıs bu, hiç boş durur mu? Toplamış Saba ülkesinin ileri gelenlerini: “Ben ona bazı şeyler göndereceğim onu deneyeceğim. Eğer denemelerimi geçerse; çaresiz başımızı eğip ona ve onun inandığı Allah’ına teslim olmalıyız. Yoksa sınavını veremezse, O ve onun ordusuyla işte o zaman savaşmalıyız.” Demiş...


Kız kıyafetinde elleri kınalı beş yüz genç oğlan ve erkek kılığında da beş yüz kız, İki altın kerpiç, yakut işlemeli bir taç, içinde eğri delikli inci bulunan bir de hokkayı Hz. Süleyman’a göndermiş. “Eğer bu adam peygamberse oğlanlarla kızları birbirinden ayırır, eğri delikli inciye ip geçirir, taşı da deler.”Demiş. Döşetmiş Süleyman 20 millik sahayı altın ve gümüş Belkıs’ın gönderdiği iki kerpiç büyüklüğünce kerpiçlerle. Hediye olarak getirilen kerpiçlerden elçiler utansınlar diye. O iki kerpicin yeri boş bırakılmış… Elçilerse şehrin girişinde boş olan iki yere koymuş iki hediye kerpici “çaldık zannedilmesin” diye. Elçiler Belkıs’ın mektubunu vermek üzere Süleyman’ın huzuruna vardıklarında, nasılsa güzel söz ve tatlı dille karşılanmışlar. Sormuş Süleyman; “hani nerede o eğri delikli inciniz getirin de iplik geçirelim” diye. Ağaç kurdu almış ağzına ipi girmiş bir deliğinden çıkmış diğerinden, delinecek taşı da delmiş ağaçkakan kuşu hiç zorlanmadan. Kız kılığındaki oğlanlar ve erkek kılığındaki kızlara getirtmiş Süleyman SU. “Yıkayın demiş elinizi yüzünüzü.” Kızlar sol ellerine aktarmışlar sağ elleriyle aldıkları suyu, erkeklerse tam tersini yapmışlar. Ayırmış işte Süleyman tam o zaman; gerçek kızlarla oğlanları. Böylece ispatlandı Tanrı’nın gözünün onda olduğu. Sonra da haber salındı Saba melikesi Belkıs’a. Gözünü yumup açmadan da tahtını getirdi ünlü Süleyman’ın adamı Berhiya. İşte böyle inandı Belkıs Süleyman’ın peygamber olduğuna… Ordusunu toplayıp geldi koca melike, inandı tek olan Allah’a ve evlendi yüce Süleyman’la. Onlar ermiş muradına, bizler de çıkmışız anlaşılan çoktaaaan onların tahtına.
Sevgilerimle.

Resim:deviantart'dan.

Devamı Buradan ...>>

3 Ocak 2010 Pazar

HER DERDİN DERMANI MI ZAMAN

10 yıl önceden bahsederken “sanki dün gibiydi” deriz bazen. Algımızın ifade şekli, referansımızdır bu anlatım biçimi. Geçmek bilmez oysaki dakika hatta saniyeler sevgilinin yolunu beklerken. O yarla baş başa olduğunda ise; geçiverir zaman, sanki yayından fırlamış ok gibi. Valiziniz hazırsa; yolculuğa çıkmadan, uzar da uzar lastik gibi otobüsünüzün hareket saati. Bebek bekleyen anne içinse asla 9 ayla sınırlı değildir bebeğinin cemalini görme süresi. Boş boş oturan için; geçmez günler haftalar hatta aylar, boş da olmasa geçiremez günlerini terhisini bekleyen şafak sayan…Ödenecek borcun varsa, kira ödeme günün;

“göz açıp kapayana kadar hemencecik geliverdi” dersin, o gün için. Geç gelir; eli belinde sallanır da sallanır maaş günün.
Işık hızının ötesine geçtiysen; ters akan ırmak gibi, neden tersine akmasın zaman? Işık hızına yaklaştıysan; yavaş, ışık hızındaysan; duruyor işte bak zaman, göreceli bu kavram…
Birine tez olan geç olabiliyor diğerine, birine hızlı olan yavaşlıyor diğerine. Tez geliyor herkes için Ölüm, geçe kalıyor sanki doğumlar ise…
“Her derdin dermanı zaman” diyorlar, “zamanla unutursun, geçer “diyorlar. “Sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir, rabbinin katında bir gün.” Diyor Kuran. Gözü kör, gaflette ve zanda olan galiba; zavallı şu İNSAN.

Resim:abandonimage.blog'dan.

Devamı Buradan ...>>