Kuraklık zamanları bir köyün ahalisi yağmur duasına çıkar.Bektaşi de istemeye istemeye onlara uyar. Bektaşi; cemaatin ardı sıra giderken, eline geçirdiği bir ağaç dalını, kendi tarlasının bir köşesine saplayarak, başını yukarı kaldırıp, birşeyler fısıldar :
-Bizim tarla da, aha işte burası!..
Rastlantı bu ya, yağmur duası yapılır yapılmaz, bulutlar kendini gösterir.
Kara bir bulutun kendi tarlası üzerine gittiğini gören Bektaşi sevinçle koşar.Bir de ne görsün? Ceviz büyüklüğünde dolu, bütün ürünü berbat etmemiş mi?O vakit başını yukarı kaldırıp; şöyle söylenir;
-Kabahat sende değil, sana tarlayı gösterende!!!
Devamı Buradan ...>>
22 Aralık 2009 Salı
BİZİM TARLA İŞTE BURASI
21 Aralık 2009 Pazartesi
KALP DON ve NERGİS
Bugün Göztepe gevrek fırınının karşısındaki tretuvara biri KALBİNİ düşürmüş… Uzanıp aldım yerden, arabalar üstünden gelip geçmesin diye… Koydum kenara tutup bir kenarından. Çamurlu yolda yüzükoyun sere serpe yatıyordu kendisi. Hazin bir öyküsü vardı eminim o kalbin. Bunu; Kalbin üzerindeki “seni seviyorum” diye yazılmış olan nakıştan anladım. Çevirdim sırtını, dik duruma getirdim, duvara dayadım yüzünü. Üzerindeki tozu toprağı silkeledim…” Üzülme, sıkılma, geçti “dedim…
Günlerden Pazar, yıllarca hayalini kurduğum haftanın yorgunluğunu giderdiğim benim için en özel ve özgür günlerimden biri bu gün. Eski alışkanlık işte, hala cumartesi Pazar oldu mu kendimi sevinmekten alıkoyamıyorum. Oysa şimdi “deliye her gün bayram” sözü gereği benim de her günüm artık bayram.Sokağa çıktım gazete gevrek almak bahanesiyle..Biraz da sabahı okşamak, çimenlerin üstündeki çiğ tanelerinin sırrına ermek gayesiyle.Belki evrenden bir işaret gelir, bir tüy düşer önüme ya da bir mesaj alırım diye.Siz kulak verdiğinizde ancak, duyarsınız o müziğin sesini ya! Benim için de,ilk mesajım yerlerde sürünen bir KALP oldu… İkinciyi beklemez ve kalbin hikâyesiyle ilgili kendimce yorumlar düzerken kafamın içinde, rüzgârla birlikte bir iç donu sürüklenip durdu ana yolda önüm sıra. Onu da bir kâğıtla tutup koydum yakınımdaki bir çöp bidonuna. O sıra Yamanlar dağı sis altındaydı… Pastanenin köşesindeki çiçekçi Kazım; bir demet fiyatına 3 demet nergis tutuşturuverdi elcağızıma. Nergislerin çektim aşk kokan kokularını ciğerlerime, yolladım tüm dostlarıma. Sonra yürüdüm gittim Levent kafeye (rüzgâr yağmur güneş) eşliğinde sevgili ilham perimle sahilde buluşmaya. Oturdum bir masaya perim de geçti karşımdaki bir plastik iskemleye. Gevrek ve İzmir tulumunun yanına, gelince demli çayım da; perim başladı bıdı bıdı konuşmaya…
“Haydi! Dedi, Yorum yap bakalım, evrenden sana gelen bu 3 mesaja!” Kalp, don ve nergis… Ne diyor sana?
1-“Kalbinden yaralı birine yardım ettim…
2-Birinin ayıbını örttüm ya da yeni yılda donanacağım…
3-Nergis de belki benim ödülüm” dedim. O sıra boyunlarına sarı kırmızı atkılar sarınmış kızlı erkekli guruplar önümden gelip geçti.Göztepe takımının maçı olduğunu anladım.”Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” diye bağrışıyorlardı..3 şifreme dördüncü ;"Göztepe’yi ve beraber ıslanmayı" ekledim.
4 saat sonra meslektaşım; adını ve telefonunu bilmediğim Haykırış arkadaşımızın kalp spazmı geçirdiğini ve beni aradığını Öykü arkadaşımın postundan öğrendim. Dilerim ulaşmıştır “üzülme sıkılma, geçti” duası ve tembihi hastanede yatan blog dostumuzun güzel kalbine…
Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
09:00
21
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
20 Aralık 2009 Pazar
ELLERİN TOPRAĞA DÜŞME ZAMANI
Islak bir gecenin sabahında; yağmurdan arta kalan su birikintilerinin içinde bulutların ve ağaçların yansımalarına ışık tutuyordu güneş. Başımı kaldırıp da gök fanusa diktim gözlerimi ve o sıra dalgalana dalgalana düştü suyun içine bir çınarın eli. Ne çok kurumuş, yarı ıslak, sarı-turuncu el vardı yerlerde çınarların gövdesinden kopup yerlere serilen! Adımlarımı yavaşlattım sek sek oynar gibi yürüdüm üzerlerine basmadan. “Ellerin toprağa düşme zamanı” diye geçti içimden. Çöpçülere tembih etmeli; “elleri toplayıp ait oldukları ağaçların dibine dökmeli” diye. Köy yerlerinde insanlar bilerek ya da bilmeyerek yaprakları toplar yine ait oldukları ağaçların dibine gömerdi çocukluğumda.
Narın yaprağı; ağacının köküne, çınarınki çınara, limonunki limona cevizinki de cevizin gövdesine süpürülürdü bir çalı süpürgesiyle. Öyle görmüştüm ben. Ve nedenini sormamıştım o zaman. “Kızımmm, bunlar baharın yeşil yaprak olarak yerleşecek ağacın dalına” demişti bir gün bir yaşlı nine. O zaman anlamıştım hiçbir şeyin vardan yok, yoktan da var olmadığını.”Her şey devri daimdedir” derdi babam,
“Basülbadelmevt” diye de sözüne söz eklerdi. O zaman ne olduğunu anlamasam da anlamış gibi başımı sallardım.
O gündür bu gündür bu söze cevap aramışımdır. Toprağa düşen sararmış solmuş kurumuş ellerin; bahar ve yaz zamanları altlarında oturan canları sallantılarıyla serinletip güneşin yakıcı sıcağından korumak için nasıl şems-iye olduklarını düşünmüşümdür. Şimdi ise toprağı kucaklayan ellere dönmüşler sanki. Nasıl kıyarım onların üstüne basmaya?
Bir andı diyorum yaşadıklarım, düz bir çizgi üstündeki inişli çıkışlı kalp elektrosu misali. Ki ne zaman o yükselen ve alçalan kalp atışları düze çıkıp dıııttttt…layacak benim de düşecek toprağa bedenimin elleri.Sonra süpürecekler, köklerimden yürüyeceğim belki de yeniden yağmurlarla dallarıma doğru.
Alfabedeki sesli harflerin uzayan vurgusunda burnuma hafif ıslak nemli toprağın kokusu doluyor uzun uzadıya. Şükrediyorum tüm yaratılmışa ve yaratanın henüz fehmedemediğim sırlarına.
Sevgilerimle.
Resim:shutterstock.com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
09:31
16
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
19 Aralık 2009 Cumartesi
EN İYİ ARKADAŞINI YARI YOLDA BIRAKMAYANLAR
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir trafik kazasında birlikte ölmüşlerdi. Hikaye bu ya, gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar. Adam çok susamıştı. Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın…Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:“Afedersiniz! Burası neresi??"Kadın ona gülümsedi: “Burası cennet efendim!?"Adam bunun üzerine sevinçle, “Harika!?" dedi. “Peki, bana biraz su verebilir misiniz? Çok susadım da"Kadın cevap verdi: “Elbette efendim, içeri girin. İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz." Böylece adam köpeğine, “Haydi içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü ama kadın onu birden durdurdu:“Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez. Hayvanları içeri almıyoruz"
Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam tersi yönünde yürümeye koyuldu. Bir müddet geçtikten sonra kendilerini bu defa tozlu ve çamurlu bir yolda buldular, yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı.Adam sordu; “Afedersiniz! Bana biraz su verebilir misiniz"Dede, “içeri gel" dedi, “Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var."Adam tekrar sordu; “Peki, arkadaşım da benimle gelip oradan su içebilir mi?"Dede, “Tabi" dedi. “Çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kâse bulacaksın."Bunun üzerine adam kapıdan girdi, biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu. Adam çeşmeden, köpekte oracıktaki kâseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler.Derken, adam girişte bekleyen dedeye sordu: “Su için çok teşekkür ederim. Peki burası neresi?" Dede, “Burası Cennet" dedi.Bunu duyan adam şaşırdı: “Ama nasıl olur? Az önce burası gibi kırık olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da cennet olduğunu söylediler." Dede, “Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi ve devam etti “ama orası cehennem." Adam iyice şaşırmıştı: “Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz?" Dede gülümsedi: “Kızmıyoruz, çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları, cennetten uzak tutuyorlar."
Alıntı: Bütün dünyadan
Devamı Buradan ...>>
18 Aralık 2009 Cuma
EVDEKİ KOCAMAN BOŞLUĞUN FARKINDAYIM ANNE

Efe’nin askere gidişiyle, yaklaşık 1 aydır geceleri yanımda yatmak için uyanıp, zırıl zırıl ağlayan oğluma gün doğdu. Babamızı asker ocağına uğurladık ya, o gün bu gündür yanımda rahaaatça yatabilmenin keyfini çıkarıyor kendileri. :) Bende hiç zorlamıyorum yatağına yatırmak için. Sonuçta Umut amcasının dediği gibi; (30 yaşına gelip hala annesinin yanında yatan adam olmadığına göre:)) Bari rahat rahat uyusun canımın içi....
Ne yalan söyleyeyim bana da iyi geliyor. Hele bir kaç gündür ben ona uyusun diye ninniler söylerken ağzındaki emziğini çıkarıp "aannnneee!" deyip de birde enseme uzanıp, kafamı kendisine doğru çekip öpmüyor mu? Allaaahh. Nasıl keyiflendiğimi, gözlerimin hemen nasıl dolduğunu, tahmin edersiniz. Babasının yokluğunu aratmasın diye bütün gün sevgi gösterilerinde bulunuyo annesine.:)“Bazı şeyleri anlamıyorlar!” desek de,
onlar her şeyi o kadar güzel anlayıp, hissediyorlar ki. Ben bunu birebir yaşıyorum şu günlerde... Ege doğmadan önce, bebeğimiz olsun düşüncesine en büyük engellerden biriydi içimde "askerlik" konusu. Hep “askere gidince zor olur, babasından ayrı kalmasın, babası da ondan ayrı kalamaz” diyordum içimden. Belki bir kaç yılı bu düşünceyle geçiştirdim. Ne kadar yanlış düşünüyormuşum şimdi anlıyorum. Yaşayıp görüyorum daha doğrusu. Gerçi o gelmesi gereken en hayırlı zamanda geldi buna da eminim...Görüyorum ki o babasının yokluğunu hiç aratmayacak bana. Özlemini hafifletecek hep. Zaten asla pişman olmamıştım, şimdi aksine” iyi ki doğmuş” diyorum. Daha doğrusu iyi ki babası askere gitmeden doğmuş. Arkadaşım, yoldaşım oldu tam anlamıyla...
Canım bebeğim,
Bu yazımı sana armağan etmek istedim bir anda. Öyle geldi içimden. Bir gün gelip okuyacaksın, biliyorum. Ne kadar anlayışlı, hisseden, seven bir çocuk olduğunu anlatmak istedim sana. Sen bu zamanlarını hatırlayamayacaksın maalesef ama o günlerden bir hatıra bırakıyor işte annen sana...
Sabahları çekmeceyi açıp, o kadar çorap içinden babanın çoraplarından birini seçip bana getiriyorsun. Ne anlatmaya çalıştığını düşünüyorum. Çözüyorum aslında, ağlıyorum bazen ama çok seviniyorum. Baban varken ona getiriyordun ya, sanırım onun hissettiklerini hissettirmeye çalışıyorsun bana, ikimizi sürekli izlediğini, her şeyi kaydettiğini.
Bir haftadır bana bakışların değişti sanki. "üzülme anne, babam gelene kadar seni daha çok seveceğim. Onun hasretini hafifleteceğim" der gibi bakıyorsun. Daha çok seviyor, öpüyorsun ki anladığını, anlayayım. "Evdeki kocaman boşluğun farkındayım anne" diyorsun. Ama çok geçmeden geleceğini de biliyorsun. Babanın, buzdolabının üzerinde asılı duran fotoğrafına her gün mutlaka bakıyorsun. "babiiiii"... Biliyorum -acaba babasını unutacak mı- endişesi taşıyan bana "unutmayacağım" diyorsun.
Daha az kapris yapıyorsun ve daha çok gülüyorsun. Nasıl oluyorsa bir bakıyorum akşam olmuş. Hatta bir haftayı farkına varmadan geçirmişiz bile. Resmen zamanımı alıyorsun. Bilerek yapıyorsun biliyorum. Kendi kendine oynarken benimle oynamak ister oldun mesela. Babasının oğlusun ya. Her türlü oyuna varsın:) Asıl amacın beni oynatmak mı hı? Evet öyle dimi? Oturup legolarla oynamak kafamı dağıtıyor evet:)
Her zaman yememek için direndiğin kahvaltıyı bir haftadır itirazsız yer oldun. Sen uyurken canım sıkılıyor ya, daha az uyuyorsun. Akşamları da daha az uyanıyorsun ki dinleneyim... Biliyooorummm!!!
Ben sana ne diyeyim güzel çocuk? Anlayan, bilen çocuk. Her türlü zorluğa göğüs gererim ben seninle. Yeter ki sen hep yanımda ol. Yanımızda ol. Sağlıklı ol meleğimm.
Seni çok seviyorum. Sana her bakışımda Allaha daha çok inanıyorum ben.
Babişkon ve sen çok şükür ki varsınız...
Annen...
Resim:www.images.com'dan alıntı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
12:47
22
yorum
Etiketler: ELA'dan mektup
17 Aralık 2009 Perşembe
TALİH' ten mektup
Adım;TALİH
Şans, kader, kısmet de denir adıma,
Kanatlarım olduğunu varsayıp,
“Talih kuşu” da der kimileri adıma.
Giyerim görünmez şeffaf elbisemi.
Avare avare dolaşırım ben bu âlemi.
Tenim yumuşak severim çirkini hem fakiri.
Adımı zikreder daim, hiç unutmaz onlar beni.
Açlık ve sefaletten görmez beni Allahın biçaresi.
Oysa fıldır fıldırdır, döner karnı tok o zalimin gözleri.
Uğrasam bir an için zalime Elinde bir sinek öldürücü,
Gördüğü yerde vurur üstüme öldürür belki beni.
Kaçarken zalimden, dökülür bazen üstümden,
Sihirli adımın küçük, bazen kocaman incileri.
“Para parayı çeker” der birileri.
“Allah çirkinler talihi versin” der diğeri.
Bu sözlerin hepsi aslında züğürt tesellisi.
Yaratılmışı ayırmam sevindiririm her darda duranı.
Kayırır gözetirim her ırmak üstüne köprü kuranı.
Kemik isteyene kemik, doyururum aş isteyenin karnını.
Başıma gelmedik kalmadı şu adım talih olalı beri.
Baksana der biri talihe;” mal verir kimine,
Seni de vermiş benim gibi birine.”
Nasip benim en yakın dostum o verir şanslı listesini elime.
İnsanın iyisine uğramam, ona derler; "ne kötü talihli insan!"
Ona doğarken uğrayıp verdim makamını oldu adı: iyi insan.
Talih darbe vurur, talih çelme takar, talih dişini dişine takar.
“Beyaz giyme tanırlar, seni yolcu sanırlar,
Zaten bende talih yok seni benden alırlar “derler.
Kimi küser bana, kimi "kara talih" der adıma,
Kimisi “talihim yok bahtım kara” diye yakınırlar.
Beni isteyen önce kapı bekçim Ya NASİP”i çağırmalı.
Ondan sonra ortaya çıkıp bana dik dik kafa tutmalı.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
15:47
13
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...
MENENGİÇ kahvesi
Antep fıstığının yabani meyvesi olan menengiç; değişik yörelerde çitlembik, çedene, bıttım, çıtlık, çıtımık olarak da anılır. Hatırlarsanız bir de hepimizin bildiği bir türküsü bile vardır;
“Ekin ektim gül bitti dalında bülbül öttü
Ötme ey garip bülbül yârim ellere gitti
Çıt çıt çıt çıt ÇEDENE de sar bedeni bedene
Dünya dolu yar olsa da alacağım bir tane.”diye
Aktarlarda ya da büyük marketlerde bulabileceğiniz menengiç kahvesini denemenizi tavsiye ederim. Ben ilk içtiğimde mutlu mesut uykulardan uykulara geçtim. İlk önce çok yoğun ve yağlı bir tad aldım ama daha sonra damağımda kalan fıstığın o aromalı tadı beni gerçekten mest etti. Bu kahve Antep’te
kahvaltıdan ve tatlılardan sonra içiliyormuş genelde. Ben üstüne tatlı yedim. Pek çok vitamin ve mineral açısından zengin ama gerçek bir E vitamini deposuymuş. Meyveleri çerez ya da böreklerde iç malzemesi olarak tüketiliyor, meyvelerinden kahve ve yağından (bıttım) sabunu yapılıyor. Yabani fıstık macun kıvamına getirildikten sonra su veya sütle kaynatılarak yapılan kahvesi kafein içermediğinden uyku problemi olanlara özellikle tavsiye edilebilir.
Menengiç (Pistacia terebinthus) için otoriteler bakın neler söylüyor;
Öksürüğü keser
Balgam söktürür
Nefes açıcıdır
Nefes darlığına iyi gelir
Antiseptik özelliği vardır
Göğsü yumuşatır
Solunum yollarına faydası vardır
Ayak terlemelerini önler
Yaraları tedavi eder
Böbrek kumlarının dökülmesine yardımcı olur
Ses tellerine iyi gelir
Mide ağrılarını dindirir
Kalp yetmezliği riskini azaltır
Afrodizyak(Cinsel gücü artırıcı) etkisi vardır. Afiyet olsun, sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
09:00
12
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar..., ŞİFALI BİTKİLER
15 Aralık 2009 Salı
KALBİMDEKİ DERİN BIÇAK SIZISI

Yazarlarımızdan; Ahu Van'ın Tursallısında öğretmenlik yapıyordu.O bir askerdi zaten bizim için, onun da kocası Ali askere gitti şuanda Samsun'da.
Yazarlarımızdan; "istiridyeden inciye" yani Sedef'in oğlu Kemal askere gitti, şuanda Ankara/Polatlı'da.
Yazarlarımızdan; Ela'nın kocası Efe askere gitti, şuanda Denizli'den Söke'ye transfer oldu.
Ben Tontini yani Dilek de oğlunu askere teslim etti biliyorsunuz!Kader birliği yapmış 4 yazarın bundan böyle Ayrılık,Hasret ve vuslat konusunda yazacakları yazılardan umarım sıkılmazsınız inşaallah! Sevgilerimle.
AHU'dan ALİ'sine;
Vedalar vardır; sadece gözler konuşur. İçinde hüzün, kahroluş ve çaresizlik… O kadar dolulardır ki başka bir şey sığmaz içlerine. Kelimeler açıklayıcı değildir artık. Bir sessizliktir ki kahrettirir insanı. Saatler dakika olur, dakikalar saniye; saniyeler… Bitmesin istersin, o an “Gitme!”demek istersin. Çaresizce susarsın. Bir yumruktur boğazında hapseden kelimelerini. Sıkı sıkı sarılırsın ruhuna girercesine. Titrer bedenin donarsın, yanarsın vedasının acısıyla.
Ellerinin ellerine son kez değmesi acıtır içini. Bir iç çekersin, artık sırtını dönmüştür gidecek olan. Son kez arkasına bakar O da. Gözlerin kaybolana kadar takipçisi, yüreğin gittiği yere kadar onunla. Gittiği an, içinde kalmış ne varsa dışarı atarsın. Ağlarsın. Ellerin ceplerinde yalnız kalır. Yanında yürüyormuşçasına bakarsın ki yerinde koca bir boşluk bırakmış giden. İçin bomboş kalır. Issızlık çöker avuçlarına. Etraf karanlıklaşır sabahın köründe. Yarım kalan sözler aklından geçer, tekrar eder durursun.“Keşke”lerin bırakmaz peşini. Şehir suskun, yollar küsmüş gibi uzun… Geçmek bilmez zaman; saniyeler dakika, dakikalar saat, saatler… Allak bullak olmuş bir kalptir geride kalan. Yarım kalmış anılar gizlidir içinde. Yaşanmayı bekleyen hayaller kurmaya başlarsın, çaresizce…
Şuan o çaresiz hayallerin içinde bir yüreğim var ki; acısı tarifsiz. Deliliğe vurmuş, aylak zamanların eşiğinde debelenmiş durumdayım. Yarım kalmış bedenim, ruhum. Eşimi, hayat arkadaşımı ayrı ayrı şehirlerdeyken bile askere yolculamak gerçekten çok zormuş. O yokken güneşin her doğuşu vuslata yaklaşmanın heyecanıyken, batışı da yalnızlığımın yanı başımdaki nöbetçiliği olacak. Bilmiyorum ki nasıl alışacağım yokluğuna. Beni kim koruyacak, kim teselli edecek yersiz üzülmelerimde? Kime şımaracağım, yoktan yere kime küseceğim? Tutturamadığım yemeklerimi kime zorla yedireceğim?
Sanırım kalbimdeki derin bıçak sızısı o güzellll kavuşma anına kadar, saplandığı ilk anki gibi taze kalacak... Bize ait bütün güzel anları içimdeki sandığa koyacağım ki toz tutmasınlar yalnızlığımla, yalnızlığımda. Söz veriyorum, geldiğinde her şeyi yerli yerine yerleştireceğim; kahkahalarımızı yine başucumuza, mutfak masamıza derin sohbetlerimizi… Takvimde üzerini karaladığım her gün için bir tebessüm, yuvamıza dair bir hayal daha ekleyeceğim sayfaya. Güçlü duracağım en zayıf zamanlarımda; bir söğüt kadar kırılganken bile, dediği gibi yaşlı bir çınar gibi sağlam, Nisan’da badem ağacı gibi hayat dolu...
Sevgilerimle ***AHU***
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
14:47
12
yorum
Etiketler: AHU'dan mektuplar
14 Aralık 2009 Pazartesi
CANBAĞIŞLAYAN
Bugün nedense canım, Azrail olmak istiyor; can alan değil canbağışlayan yaşamak isteyenin yaşam sürecini uzatan,birbirini deliler gibi sevenleri birbirinden ayırmak yerine uzun ve sevgi dolu yaşam bahşeden olmak istiyorum.Öz canlarını sevgiliye feda edebilenlerin yüzü suyu hürmetine kanatlarımı sakince yere bırakmayı ve hatta yüce Tanrı kabul buyurursa ölümsüzlükten,ölümlüler listesine kaydedilmeyi istiyorum. Bugün ben acı yerine mutluluk dağıtmak istiyorum. buyruklara başkaldırıyorum ve kanlı gözyaşlarımı sevinç gözyaşlarına dönüştürüyorum.Ben bugün canalan olmaktan vazgeçiyorum neticesi ne olursa olsun.
Ancak ve ancak kendi isteğiyle kendini kucağıma bırakanların canlarını almaya ,onları ölümün kutsal sevgi dolu kucağına bırakmaya onay veriyorum.Rıza pazarı bu...Kişi ölmek istiyorsa” evet” diyorum .
Allah “Balçıktan insan yapacağım” deyip de Dünyadan toprak al gel diye benim dışımdaki 3 büyük meleği görevlendirdiğinde toprağın feryatlarını hatırlıyorum.
“-Benimle yapılan insan acı çeker.”deyişi kulaklarımda çınlıyor.3 büyük melek Allah’a elleri boş dönebilmişti de ben neden anında toprağı avuçlayıp hakkın huzuruna götürmüştüm.Bu vicdan azabıyla asırlardır ölümsüzlüğümü sürdürüp gidiyorum.Ama ben de artık yoruldum.Aslında Allah sözünde durdu.Beni gözden nihan etti.Kimse esas can alanın ben olduğumu görmedi.Kimi,
“-Hastalandı öldü “dedi.
“-Şundan öldü, bundan öldü ,kaza geçirdi öldü,sigaradan öldü ,kanserden öldü binlerce bahane görüldü ölümün ardında.Ama kimse beni ve görevimin zorluğunu görmedi.İşte şu an açıklıyorum fakat can alma görevimi CANBAĞIŞLAYAN olarak değiştiriyorum ve kanatlarımı sırtımdan yavaşça toprağa bırakıyorum.Yüce Allah’ım :Bu dileğimi bilgilerinize arz ederim.Sevgi ve saygılarımla..
Not:5.03.2008 Tarihli Eski bir yazımdı bu,"canbağışlamak öyle kolaymış gibi"yazmışım işte. Sadece yazının başlığını değiştirdim ve "temcit pilavı gibi olma sakın" dedim içimden ve yeniden gündeme getirdim.Affola.
Resim:www.images.com'dan.
Devamı Buradan ...>>
Gönderen
sufi
zaman:
10:12
21
yorum
Etiketler: DİLEK'ten mektuplar...

