.

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."Kemal ATATÜRK .

25 Şubat 2011 Cuma

ANADOLUNUN İSYANI-GÖKYÜZÜ AĞLAMAZSA YERYÜZÜ GÜLMEZ

Doğa derneği: Anadoludaki HES lere karşı yürütülen mücadeleye destek olmak amacıyla herhangi bir kar amacı gütmeden, konuya duyarlı insanların gönülden destekleriyle çektiği "Anadolu’nun isyanı" filmini tamamlandığını belirtti.Bu film:Anadolu derelerinin özgür akması için mücadele edenlere adandı. Üç gün içerisinde 50 bine yakın izleyiciye ulaştığı belirtilen filme dileyen herkes sosyal paylaşım sitelerinden Anadolu nehirleriulaşabilir.Bizler de Sufi-saja ekibi olarak bu mücadeleye destek veriyoruz hepinize sevgilerimizle.
Azizem su
Allianoi-superisi-ve-Galenos ağlıyor



Devamı Buradan ...>>

20 Şubat 2011 Pazar

AŞIKLAR MAŞUĞU

EY Aşıklar maşuğu...
Aşk-da, aşık-ta, maşuk-ta kendi olan sevgili.
Varlığın mevcudatın sonucu ve sebebi ...
Sınırsız sonsuz olan, ebedin sonrası, ezelin öncesi...
Ben olmazdım sen olmasaydın...
Kendinden kendini çoğaltıp,
Her gönüle girip yerleştiğini söylemesen:
Sanırdım ben seviyorum herşeyi.
Seven ben değil sendin her hâl-de.
Sevilen: "O"ydu. Ben: "sen, bu, şu" bilsem de.
Tarlada rüzgarla salınan başak ta sen.
Oltaya takılan balık ta, balıkçı da.
Dört nala menzile ulaşan atlı da sen.
Geride kalıp kaybeden at da.
Esneyip uykuya dalan da, uyku da...
Geceleri bekleyen uykusuz da..
Geceyi gündüze ekleyen de sen..
Gündüzden geceyi çıkaran da...
Sen hertürlü iş üstadı:
Yürütürsün kanatsızca rüzgarı.
İbrahim'e yanan ateş sen.
Ateşe "serin ol "emrini veren de sen.
Bir bilmecesin sanki.
Çıkamadım ben bu işin içinden...

Resim: Dave Barstow
Devamı Buradan ...>>

15 Şubat 2011 Salı

OTİZM'İ ANLAMAK

Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur diye duyduk, okuduk hep...Gerçekten öylemi hiç bilemedik...Zeka seviyeleri ne olursa olsun sosyal hayata zor katıldıklarını, eraflarında olan biten bazı olaylara bizim verdiğimiz anlamları veremediklerini, gördüklerinin bizim gördüklerimizle aynı olmadığını biliyoruz...Belki de hiç bilemedik...Günümüzde her 100 çocuktan birinde olan bu durum hakkında ne biliyoruz? Hiç göremedik...
Çocuğuyla göz göze gelemeyen, ona sarılma çabaları hep boşa giden bir annenin yerine koydunuz mu hiç kendinizi?..

Aldığınız birbirinden güzel, renkli oyuncaklarına dönüp bakmayan, sürekli huzursuz, ihtiyaçları hep öncelikli, çok az konuşan yada hiç konuşmayan bir bebeğiniz olsaydı ne yapardınız düşündünüz mü? Kim tahmin edebilir yaşadıklarını o annenin...
Hiç bu durumu yaşayan insanların yerine koydunuz mu kendinizi? Anne-baba bir yana o suçsuz küçük varlığın yerinde olmak...Kendisi gibi olmayan bir sürü insanın, kocaman bir dünyanın içinde olmak...Hep geri-zekalı gibi görülüp, kendi içinde hep ileri-zekalı olmak...Onu anlamalarını beklemek, beklemek, beklemekten vazgeçmek... Hiç anlaşılmamak...
Ben hep okudum bu konuyla ilgili, videolar izledim ama hiç onlar kadar, birebir yaşayanlar kadar anlayamadım maalesef...
Sabah kocaman gülümsemesiyle uyanan, kahvaltısını yapıp oyunlar oynayan, gündüz uykusunu uyuduktan sonra parka bahçeye götürülüp arkadaşlarıyla sevincini, oyuncaklarını paylaşan, sarılan, öpen, hatta sadece konuşup, duygularını ifade edebilen çocuklarımız olduğu için bile ne kadar şanslı olduğumuzu anladım ancak...
Ve "Otistik" çocukların nasıl özel çocuklar olduklarını...
Normal çocuklardan hiç bir farkı olmadan yetiştirilen, eğitimlerine erken başlanan, bilinçli ve inanan ailelerin sevgisiyle büyüyen bu özel çocukların neler yapabileceklerini bilmeyenlerin öğrenmesi için bir önerim var benim...Bir film...Bir hayat hikayesi...İnancın, güvenin yapabildikleri. Sarılmanın değiştirebildikleri...
İsteğim, sadece arkanıza yaslanıp, rahaaaat raaahat izleyeceğiniz bu gerçek hikayenin sonunda doğru bildiğimiz yanlışları görebilmeniz, değiştirebilmenizdir.
TEMPLE GRANDİN...
2010 yapımı bu filmle ilgili hiç birşey söylemeyeceğim şimdi...Söyleyebileceğim tek şey hayatın tam da içinden olduğu...Eminim izledikten sonra şükredecek ne kadar çok şeyim varmış diye düşüneceksiniz bir kez daha. Ve umarım siz de benim gibi otizmi hastalık kategorisinden çıkarıp, "özel bir durum" kategorisine koyacaksınız.
Hepsinin Temple gibi şanslı olmasını, saygı görmesini ve inanılmasını, güvenilmesini isteyecesiniz...
Göremediğimiz gerçekleri bir an önce görebilmek dileğiyle...
Sevgiler.*ELA*



Devamı Buradan ...>>

12 Şubat 2011 Cumartesi

KÖK SALMALARDAYIZ

"Nerede kalmıştık?" demek, sanki tam bu zaman için söylenmesi gereken bir söz. Uzun zamandır( bize göre uzun)sufi-saja post gir(e)miyordu. Kimi zaman hayat yapmak istediklerinizle, yapmak zorunda olduklarınız arasında sizi sıkıştırır. Zorunda olduklarınızı yapar, istediklerinizi ise beyninizdeki bellekte bekletir büyütürsünüz. Biz de işte tam bu noktada kök salmalardayız. Aşağıdaki anekdotu da içimizdeki durumu yansıtması için tadımlık yayınlıyoruz:
Uzakdoğu ülkelerinde bulunan Moso adlı bu bambu ağacı, dikildikten sonra beş yıl boyunca bir milim bile uzamıyor. Olduğu gibi kalıyor. Beş yıldan sonra ağaç, sanki sihirli bir el dokunmuş gibi günde 45 santimetre uzamaya başlıyor ve 1,5 ayda 27 metre uzunluğa erişiyor. Bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucunda Moso’nun, 5 yıl boyunca sabırla ve gayretle toprağın yüzlerce metre derinliklerine kadar kök saldığı anlaşılıyor. Öyle derin ve geniş köklerle toprağı sarıyor ki 27 metrelik gövdeyi taşıyabilecek kapasiteye erişiyor.
Kök salmalarda buluşacağız yakında inşaallah. Hepinize sevgilerimizle.
Devamı Buradan ...>>

31 Ocak 2011 Pazartesi

FİRAVUN MU HALLAC-I MANSUR MU?

Nasıl geçeceğiz ikilikten? Sevilende yok olup nasıl aşkla AŞKta bir olacağız? İkilikte olan der ki; "Ben tekim, ben vazgeçilmez yüce, ulu GÜÇüm.Benim doğru olan benim dışımdaki herkesin söylediği ve yaptığı şeylerin hepsi yanlış-yalan.Ben yargılanamazım, ben aynı mısırın firavunları gibi kendime "enel Allah" derim.Ben... Ben... BENim işte..."
Bir de "ENEL HAK" dediği için yargılanıp asılan Hallac-ı Mansur vardır:“Seninle benim aramda ilahlık ve rablik yoktur. Zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin O'luğun arasında hiç bir fark yoktur. Ey ben olan O, ve ben O'yum." diyen.
Mevlana fîhi mâ-fîh'inde Mansur için şöyle der ya;
"Hani Mansûr, Tanrıya aşkı son haddine varınca kendine düşman kesildi, kendini yok etti-gitti. Ben Tanrıyım dedi; yâni ben yok oldum. Tanrı kaldı ancak. Bu söz, gönül alçaklığının son derecesidir, kulluğun sonudur. Yâni o vardır ancak. Dâvâya kalkışmak, ululanmak, ona derler ki sen Tanrısın, ben kulum dersin de kendi varlığını da ortaya korsun; bu ikiliktir. Odur Tanrı dersen gene ikilik çıkar bu sözden; çünkü ben olmadıkça o'nun olmasına imkân yoktur. Şu halde ben Tanrıyım sözünü Tanrı söyledi; çünkü ondan başka bir varlık kalmamıştı; Mansûr yok olmuştu; o söz, Tanrının sözüydü."
Düşmanlıklar ve dostluklar bile güden, durmadan ululanan, suçlu suçsuz bile arayan, Mağrip'le Maşrık'ı birbirinden ayıran, bu kadın eksik etek bu er kişi "ne yapsa yeri" diyen, bu küfürdür bu imandır diye bile ayıran, bu günah bu sevab diye ahkam kesen nasıl girebilir ikiliğin olmadığı BİRlik âlemine de nasıl der "BEN TEK-im" diye? SEn varsan senin kitabına göre Tanrı nerde? Tanrı sana göre varsa peki, SEN kimsin?
Kabul et ikiliktesin dostum seni düşmanım bellemesem de.
Hak hepimize Hallac-ı Mansur gibi ikilikten TEKliğe ulaşabilmeyi nasip ede.

Hepinize sevgilerimle.
Devamı Buradan ...>>

29 Ocak 2011 Cumartesi

AŞKIN PADİŞAHI

AŞK-tan dem vururken aşkın padişahı:
aşktan söyler, aşkla söyler, aşk alır aşk satar yoktur menendi.
gerçek aşk masallarıdır anlattıkları...
Şişle değil aşkla deler dağları onun aşıkları.
Can verilir can alınır onların pazarında.
Gül alıp gül satılır tezgahlarında yoktur başka metaları.
Ferhat gibi Külüngünü atar yâr yolunda aşıkları,
korkmaz korlar altına o mazlum başlarını.
Keşiş gibi verir onun aşıkları oğulcuklarının başını.
Olmaz onların devletle, yargıyla alış-verişleri.
Aşkın padişahı gönüller yapmaya gelmiştir bu âleme.
gönüllere bulanmıştır onların elleri.
Nazar ederler, cisimler yüzer, ağdan okur okuturlar bildiklerini.
Havaları aşk, suyu, toprağı aşk, ateşi. aşktır yedikleri içtikleri
Yaksa da serin eder insanı onların aşk ateşleri.
Ülkesi milleti bayrağı aşktır o aşıkların, satılık değildir toprakları.

Resim:Victor Bregeda
Devamı Buradan ...>>

26 Ocak 2011 Çarşamba

KARSU DÖNMEZ / DİNLENESİ

Karsu Dönmez Hollanda'nın Amsterdam şehrinde yaşayan önümüzdeki zamanlarda sesini çok duyacağımız sanatçılardan. Kendisini bir caz sanatçısı olarak niteleyen Karsu Dönmez sadece bir şarkıcı değil, aynı zamanda yetenekli bir piyanist, besteci, aranjör ve söz yazarı olarak kabul ediliyor. Sanatçı caz, blues, funk ve etnik müziklerin çağrışımlarından oluşan şarkılarını kendisi yazıyor ve besteliyor. Yakın zaman önce ilk albümünü çıkaran Karsu’nun albümü: Türk müziği motifleri, klasik müzik ve caz karışımından oluşuyor. Bu güzel albümü Sufi-saja Dinlenesi müzikler listesine ekliyoruz. Albümün ön dinlemesini kendi sayfası olan buradan dinleyebilirsiniz. Videosunu da yazının devamında izliyebilirsiniz.Sevgilerimizle.


Devamı Buradan ...>>

22 Ocak 2011 Cumartesi

AHMAKLIKTAN KURTULMANIN VARMI ÇARESİ

Ahmaklık: ayak direyen bir eşek gibi.Gömer arka ayaklarını toprağa fayda vermez, çare olmaz ne yapsan. İnatçıdır yürütemezsin çekiştirmekle yularını.
Bilgelik ise; altın gönül kafesinin açık kapısından pervaz vurup kanat çırpan kuş gibi özgür... Mevsimlerden mevsimlere ülkelerden ülkelere göçeder aynı zümrü-dü anka gibi...
10 ahmaklıktan geçmeden kişi, bir bilgelik edinemez, böyle pahalıdır bilgeliğin bedeli.
Deli geçer, akılsız geçer,aptal geçer de; geçmez alimallah ahmaklığından ahmaklıkla dağlanmış kişi.

Ahmak: Usul-erkân bilmez sanır ki doğrudur her yaptığı. Nato-kafa, nato-mermer çıkaramazsın düştüğü çukurdan onu.Sanır ki dünya baki, o hep kalıcı ve hep tahtında olacak. Onun aklı olmasa bu dünya son bulacak.
Günün birinde yaka paça götürmüşler bir ahmağı bir bilgeye: "şunu iyi et, kendine getir, ahmaklığını al, bilgelik kat hamuruna" diye. Çünkü doktora gitsen yoktur ilacı, neşter vursan kesemezsin o illeti. Düşünmüş bilge uzun uzun. Çünkü bilirmiş nasihat ve söz, yola getirmez ahmağı...Ne yapmalı- ne etmeli önce bir hamama mı sokmalı, yıkanıp paklansın, keseci elinde gitsin kiri-pası. Ardından belki de işe yarar bir soğuk bir sıcak su etkisi?

Bu sessizlikte durur mu ahmak kişi? "Sana bir nasihat vereyim, düşün düşün b..tur işin!" demiş bilgeye: "Senin yaptığın bu iş de, iş mi? Takıl peşime uy şeraitime hayatını yaşa. Bir elin yağda bir elin balda istemem karşılığında birşey, bir "eyvallahtan" başka."
"Alın götürün!" demiş bilge, "yoktur bunun bana ihtiyacı herşeyin eniyisini o bilir,10 ahmaklığını alsam da ona bir bilgelik çok gelir."

Yani dostlarım ahmaklığın yokmuş bir çaresi. Ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan, hastalıklı vücûda sıhhat ve cüzzamlılara şifa veren Hazreti İsa bile "ahmaklardan niçin kaçıyorsunuz?" dendiğinde;" Bu saydıklarınızın çaresi var ama, ahmaklıktan kurtulmanın bir çaresi yok" diyorsa, söz söylemek düşmez bizlere. Ahmak çabalarken, felek işler nasılsa.
Sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

20 Ocak 2011 Perşembe

MANGALA/ PADİŞAHLAR DA İNSANDIR

Muhteşem yüzyıl dizisinin dün akşamki bölümünde Sultan Süleymanla İbrahim MANGALA oynuyorlardı sarayın bahçesinde.Padişah oyun oynamaz diye bir şey söz konusu olmayacağına göre, çünkü padişahlar da insandır...Bilmediğini okur öğrenir, sever nefret eder, ağzını şaplatarak ya da şaplatmadan yer, üzülünce ağlar, sümkürür, yellenir, tuvalete gider, sevişir, hatta oyun oynar, hata yapar bazen de kaybeder...Bütün bunlar insan doğasının doğal yaptırımlarıdır. Hiçkimseye muhteşem yüzyıl padişahı bunları yapmamıştır deme hakkı verilmemiştir.Biline...
Gelelim oynadıkları oyunun tarihçesine:

Mangala bir Türk zeka ve strateji oyunudur. Araştırmalar 4000 yıllık bir geçmişi olduğunu Sakalar, Hunlar ve Göktürkler döneminde oynandığını göstermektedir. Günümüzde pek çok Türk halkınca unutulan bu oyun, konargöçer bozkır hayatını son yüzyıllara kadar devam ettiren Kazak, Kırgız, Türkmen ve Altay gibi bazı Türk halkları arasında günümüze kadar gelmiştir.Türkler yerleşik hayata geçip şehirlerde yaşamaya başladıktan sonra da bu oyunu oynamaya devam etmişlerdir. Nitekim Karahanlılar, Selçuklular ve nihayet Osmanlıların da Mangala adıyla oyunu devam ettirdikleri görülmektedir.

Bunu XVI. yüzyıla ait Osmanlı minyatürlerinden de izlemek mümkündür. bir dönem cep telefonlarında çok revaçta olan "tohum" oyununun da kökeni büyük bir ihtimalle Mangalaya dayanmaktadır.Mangala nasıl oynanırburadanizleyebilirsiniz.Bu oyun stratejik bir oyundur ve oynayanın bazı yeteneklerini geliştirir:
"1- Kurnazlık: Oyunun stratejisini planlamak ve oyun kurallarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek.
2- Uyanıklık: Karşısındakinin kurnazlığına karşı savunma ve önlem.
3- Önceden görme: Hazırladığı oyun manevrasına karşı rakibinin tepkisini kestirebilme yeteneği.
4- Esneklik: Beklenmedik durumlarda hemen tepki gösterebilme yeteneği.
5- Direnme: Tüm şaşırtmalara karşın, kendi planını sonuna dek sürdürebilme yeteneği.
6- Sağgörü: Oyunda rakibinden plan ve gücünü gizleyebilme yeteneği.
7- Bellek: Hasmının sağgörüsüne karşın, onun durumunu ve gücünü ne denli saklarsa saklasın kestirebilme yeteneği."

Yani anlayacağınız ALÂ bir oyundur biline...Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

18 Ocak 2011 Salı

GÜZEL SÖZÜN KÖKÜ SABİT, DALI GÖKTEDİR

Fincandaki kahveme bir kaşık şeker attığımda şekerin dibe çöküşünü seyrettim bir süre. Alttan üste doğru yokoldu kristal parçacıklar, kaşığın fincanda bir iki dönüşüyle.Gözden nihan oldu diye diyemedim "kayboldu!"
Dedim: "karıştı şeker kahvenin özüne, bir oldu, tat oldu içenin damağına. Demek ki dedim: "şeker gibi tatlı olan, düştü mü sulu ve cıvık olan şeyin içine karıştıkça işler özüne, başka bir formatta varolur..Sulu ve cıvık; dönüşür tatlı ve sulu cıvığa.
İnsanoğlu da güzel sözle maya tutar tatlanır. Ya da; acılaşır, ekşileşir çirkin söz ve kötü ve haksız isnatlarla."
Ilık havada maya tutar insanoğlu...

Ama yine de şeker gerekir mayanın yanısıra. Örtüler altında kalacak uzun bir süre... Ilık ortamda benlik baloncukları gibi köpürecek önce... Sonra yoğrulunca usta parmaklarla karışacak maya öze, önce küçülecek sonra tekrar büyüdükçe büyüyecek, kabardıkça kabaracak kendinde mevcut kapasitesince...Kabının özgül ağırlığı ve genişliğince...

Allah, Kuran'da; : Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir."diyor. Allah insanlar için örnekler verir; öğüt alıp-düşünsünler diye. Kötü (murdar) söz ise; kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. demekte.
Kötü söze bile güzel sözle mukabele edelim yine de, umulur ki mayamız tutar da tatlılanır ekşimiş ve acılaşmış mayalı insan da.
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Victor Bregeda

Devamı Buradan ...>>

14 Ocak 2011 Cuma

ELİNİZİ UZATIN / GREENPEACE

Gezegenimize elinizi uzatın from Greenpeace Akdeniz on Vimeo.Para.Mal.Mülk.Araba değil. Temiz bir hava...Zararsız yiyecekler..Temiz su istiyoruz..Yağmur ormanlarının korunmasını...Okyanuslarımızı yaşatmayı. Kutup denizlerinin bozulmadan kalmasını. Kuşların balıkların yaşamasını istiyoruz. Enerji devrimi istiyoruz.Gezegenimize elinizi uzatın. Bize elinizi uzatın.…
Teşekkürler Greenpeace.
Teşekkürler doğa'nın yaşayıp yaşatılmasına el uzatanlar.
Devamı Buradan ...>>

13 Ocak 2011 Perşembe

TIMARHANE-İ ÂLEM

TIMAR:sözlük anlamı olarak binek hayvanlarının deri bakımı ve temizliği için yapılması gereken şeyler dizisidir.Hayvanın; demir kaşağı ile önce dairesel hareketlerle vücudundaki toz ve kir kabartılır..ardından yumuşak fırça ile hayvanın derisindeki birikim temizlenir..bunun ardından bez veya süngerle parlatma yoluna da gidilir..bir de özellikle atlarda bunlara ilaveten, Nalbantımız: toynak içlerini temizler, nalını çakar,nal araları temizlenip tırnak cilası sürülür..yeleler ve kuyruk da sert tarakla taranır..bir de hayvanınızı kapatıp eğerlerseniz, atınız binmeye hazıııır hale gelir efendim..
Bu aleme gelen kişi aynı evcilleştirilmek istenen yük taşımaya, koşuya, insan elinin erdiği işlere koşmaya elverişli hale getirilmek istenen hayvanlar gibi bir güzel tımar edilir ehil ellerde.Önce aile, sonra okul ve eğitmenler, sonra meyli neyeyse o meyilde ve mecazdaki kişilerce. Sonra da "at binenin, kılıç kuşananındır" diye bir deyim söylenir.İnsan neyin ve kimin hizmetine girdiyse dünyaya meyli olan dünya ehline, diğeri ise hakkın hizmetine verilir.

Tımar olmaya geldiğini bildiyse bu âleme kişi;
Bir nalbanta uğratırlar bu yolda aksak gideni
Ağır demez, kusur bulmazsa yüklenir beline semeri
Çifte atar inatlaşırsa acımazlar yer beline tepiği
Ya işine geldiği için gireceksindir şeytanın hizmetine
Ya Aşka aşık kişiysen kavuşacaksındır hakkın himmetine.
Sorgu sual sendedir tercih senin gir seçebildiğine
Hizmette sınır yoktur bu tamarhane-i âlemde. Delilik bahane.

Çünkü bu alem: Ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesi, akıl hastanesi ya da adı üstünde TIMAR-HANE.Onun için birkaçımız kaçık bir çoğumuz hepten deli..Zaten akılla yaşanmaz bu alemde onun için vurdular belimize semeri.
Hepinize sevgilerimle.
Resim:Bruno di Maio
Devamı Buradan ...>>

11 Ocak 2011 Salı

KİMDİR?

Bazı kişiler, ilminin genişliği ve derinliğiyle meşhur olan bilgeye, sormak üzere bazı sorular hazırlamışlardı.
Sorularını sırasıyla sordular ve bilge de cevapladı:
“En akıllı kişi kimdir?”
Her zaman başkalarından öğrenecek şeyler bulan kişidir.”
“En güçlü kişi kimdir?”
Öfkesine hakim olan kişidir.”
“En zengin kişi kimdir?”
Ellerindeki hazinenin, yani yaşadığı günün ve saatinin kıymetini bilen kişidir.
“Saygıya kim layıktır?”
Kendisine ve dostlarına saygı gösteren kişi.”
Bu cevaplar üzerine birisi dayanamayıp atıldı:
“Ama efendim, bu söyledikleriniz o kadar açık ve belli şeyler ki!”
Zaten çok açık olduklarından” diye cevapladı bilge, “İnsanoğlu onları bu kadar çabuk unutabiliyor.”
Devamı Buradan ...>>

7 Ocak 2011 Cuma

ŞİMDİLİK VAZGEÇTİM TÜTMELERDEN

"Demek ki soba yakmak için ne yapıyormuşuuuz?" cevap: "AnaMIzı CEP teleFOnuyla arıyormuşuz!"
Kişi ömrü hayatında bitkisel çözümlerle geçiştirebildiği ufak tefek rahatsızlıklar dışında adı belli büyük hastalıklar yaşamadıysa, ilaçlara ve doktorlara saygısı ve dostluğu dışında yakın olmadıysa; elle tutulur ve gözle görülür bir hastalık girdabına düştüğünde ne YAPAaAr? Doktorsuz ve ilaçsız hastalıksız bir ömür süremeyen sevgili rahmetli Anacığını cep telefonuyla arar: "ben bu dünya okulundan vazgeçtim, yanına gelebilirmiyim?" diye. İşte ben de son günlerde öyle yaptım dostlarım. Sandım ki artık yolcuyum... Dumanım tütmekte ve sobamı yakmak için alttaki havalandırmayı açmama bile gerek yok... Canıma dar gelen bu beden elbisesini atıp bir kenara (yarı heyecan yarı sevinç ve az bir buruklukla) sandım ki gitmekteyim bu acımasız dünya okulundan canımın cananına... "Var mı öyle kolay gitmek?" dedi bir ses içimden ve ertelendi bu gidiş bir müddet için yeniden. Yılbaşı gecesi telefonda "CAnıM, biraz rahatsızım bu gece gelemeyeceğim" sözüme gözyaşı döken sevgili torunum Eren'e bile eski Tontini uçup gidebilecekken; çakılıp kalmıştı yatağında bu Tontini, duman duman.
Yeniden merhaba dostlarım...Küçük sevgililerim tarafından açıldı havalandırmam.Şimdilik Vazgeçtim tütmelerden.
Hepinize sevgilerimle.

Resim: Manfredini
Devamı Buradan ...>>

3 Ocak 2011 Pazartesi

DERS:HAYAT BİLGİSİ,KONU:GÜVENLİĞİ ÖĞRENİYORUM


















Evde bebeği olanlar çok iyi bilirler ki, "onlar" eve geldikleri andan itibaren herşeyi değiştirirler...Hatta bazı ailelerde iş bebek haberini alır almaz başlar. Eğer ev yeni bebeğe dar gelecekse apar topar taşınılır bile...Bu ailenin panik durumuna göre değişir :)
Biz çok fazla panik olmadan, hayatımızda çok fazla bir değişiklik yapmadan bekledik bebeğimizi... Hastaneden eve geldiğimiz ilk günden itibaren evde hiç bir şey eskisi gibi olmadı tabii... Aslında bir kaç değişiklik dışında gözle görülür bir değişiklik de yoktu. Ama bu hiç olmayacağı anlamına gelmiyordu...
Miniğimiz büyüdükçe evde bazı önlemler almamız gerektiğini anladık. O bize anlatmaya başladı daha doğrusu :) Yerde emeklemeye çalışıp, bol bol debelenme zamanı geldiğinde, halının çok tüylü olduğunu fark ettik mesela. Hemen değiştirdik başka bir odadakiyle.

Debelenme yerini yavaş yavaş emeklemeye bıraktı çok geçmeden. Sürekli yenen ellere saç, kıl yapışmasın diye süpür babam süpür, sil babam sil...Duvar diplerine saklanmış her çeşit kablo dikkat çekiverdi birden. Hepsi düzenlendi. Tehlikeden arındırıldı olabildiğince...Yastıklarla kurduğumuz emniyet şeridi çokkktan geçerliğini yitirmişti ve yerini çeşit çeşit güvenlik önlemleri almaya başlamıştı bile...Bir süre emekleme dönemi devam etti ama hız gittikçe artıyordu :) El çabukluğu da cabası...Mamasını hazırlamak için arkamı döndüğümde odadan yok olmaya başladığındaysa odaların kapısı kapatılmaya başlandı. Yada" kapı önü yastık barikatları" hazırlandı...Oyuncak haricinde herşeyin dikkatini çektiği o dönemde evde ne var ne yok herşey yer değiştirdi. Ortadaki kocaman, bir o kadarda tehlikeli caanım sehpam köşelere itiliverdi. Yapı gereği çok ıvır zıvır sevmeyen ben severek aldığım bir kaç süs eşyasını da kutularına geri gönderiverdim. Televizyonun yanında küçük bir sehpada duran uydu alıcısı televizyonun üzerine kaldırıldı. Hemen yanındaki sevdiğim birkaç saksı çiçeğim bir daha asla geri dönemeyecekleri odadan dışlandılar toprakları karışlanmaya başlayınca :)
En çok ilgi çeken mutfak çekmeceleriydi. Önce en alttaki çekmecenin kulbu söküldü...Bir hafta sonra ikincisi, sonra üçüncüsü ve nihayet hepsi...Kulpların yerini iki küçük delik almıştı ve gözüm bundan hiç hoşlanmamıştı...:) Yavaş yavaş adımlar atılmaya başlandı kiiiiii, hemen deterjanlar, ilaçlar ve tehlikeli ne varsa bütün ıvır zıvır üst raflarda yerini aldı. Bir dakika peşinden ayrılamama dönemi başlamıştı ve gerçekler çok acıydı... Olay kardeşinin çocuklarına bakıp, gezdirip, hoplatıp, zıplatıp eğlendirmekten çok farklıydı. :) Düpedüz asayişten sorumlu devlet bakanıydınız. En küçük bir hatanın da affı yoktu. :)
Pek fazla yürümeyen oğlum genelde koştu...Hep koştu :) "Run forest run" hesabı :) Tabii bende peşinden...İyi de oldu doğum sonrası kilolarımdan az da olsa kurtuldum bu sayede. Ama güvenlik çemberi her geçen gün zorlanmakta ve yeni tehlikelerle karşı karşıya kalmaktaydı. Balkon kabusu başladı sonra. Bebişime de yazık yaaa. Gözler sürekli ensesinde :) Ne yapalım görevliyiz...
Sonra deniz kenarı kabusları, sokak hayvanlarının ümüğünü sıkmadan sevmeyi öğretebilme, boğulmadan mısır yiyebilme alıştırmaları, dondurmayı yavaş yavaş yalama...
Hepsi ama hepsi önceden alınmış önlemler paketinde yerlerini aldılar...
Hatta eve yapılacak pima-pen ölçüleri, çok alçak olan iki pencerenin yükseltilmesi istemiyle tekrar değiştirildi. Ve sonuç çok başarılıydı :)
Ege büyüdükçe biz de bir evde ne gibi tehlikeler var öğrendik. Allah onu ve bütün çocukları korusun, çok acı deneyimler yaşamadık.
Ama şimdiye kadar aklımıza gelmeyen ve gözümüzden kaçan bir tehlike tam orda bizi bekliyordu. :)

Anne, baba balkonda güzel havanın tadını çıkarırken hemen yanıbaşlarında tv izleyen, daha önce kendisini yanlışlıkla banyoya kilitleme tecrübesi de bulunan Ege, birden yerinden kalkar ve aklına ne gelsiyse artık, kapının kilidini çeviriverir...
Şaşkın anne ve baba birbirlerine bakarlar veeee
- şimdi .oku yedik... (Biz dışarda o içerde)
-Egeeeee, çevir oğlum anahtarı hadi bebeğim.
Camın öteki tarafındaki gülen surat olayın farkında değildir ve pişmiş kelle gibi sırıtmaktadır... :)
- o tarafa değil oğlum bu tarafa çevir (nerden bilcekse çocuk o tarafı, bu tarafı:))
32 diş sırıtan çocuk anne ve babayla ne güzelde oynuyorum diye düşünmektedir ve keyiften dört köşedir...
-tamam o kapıyı bırak gel şu pencereyi aç...(balkona açılan küçük bir pencereye yönlendirilir)
-kaldır yukarı annecim. hızlı kaldır. iktir, iktiirrr...(off yeni yapılan pencereler ne de zor açılırrrrr)
o sırada baba hala kapıyı zorlamaktadır. hatta kırma aşamasına geçmektedir :)
Birden bir ışık yanar kafaların üstünde...O zaman kadar panikten akıllarına gelmemiştir.
Balkonun öbür tarafındaki sürgülü kapııııı....Yaşasıııınnn.
-tak tak tak... egeee burayı aç oğlum hadi...
O zamana kadar bin kere açılıp kapatılan, artık açması kolaylaşmış sürgü yağ gibi kayaar ve kapı aralanır.
-aferin oğlumaaaaaaa...
Hafif bir baş dönmesi ve bulantı...
Babanın kapı kolunu zorlayan elleri şişer, annenin nabız 160'larda, oturup bütün güvenlik önlemleri paketini yeniden yapılandırmaya giderler. Asla tam olarak başaramıycaklarını bilerek...güvenliK:
Yeni Kural: 1- Başına gelen bu gibi olaylar karşısında soğuk kanlılığını yitirme ki sürgülü kapı daha önce aklına gelee.
Yeni kural: 2- İki kişi birden balkondaysa kapı açık bırakıla.
Yeni kural: 3- Balkon kapısı üzerindeki anahtarlar derhal toplatılaaaa ... ;)

Sevgiler benden hepinize...*ELA*

Devamı Buradan ...>>

2 Ocak 2011 Pazar

KARGANIN KILAVUZLUĞUNDA GEÇİLİR Mİ TAŞ KÖPRÜ



















Kendi kendimle konuşmalarımın bir özeti olacak bugünkü yazım.Olaylar için "Belki vardır bir sebebi" diyerek isyan etmemeye çalışacağım .
Taş bir köprünün başındayım bugün sanki, takıldım(k) karga olan bir kılavuzun peşine, geçiyorum(z) ne idüğü belirsiz karşı sahile,adı henüz konmamış gelecek pembe senelere.. Yağmurdan güneşten kardan beni koruyacağını umduğum şemsiyem elimde(izde), umut ise yüreğimizde zira umutsuz yaşanmaz derler bir de. "Ayağını bastığın yere dikkat et!" demişti babam, ben daha küçücükken ama, ben yine de felaketlerin, benim için bilinmez olan göksemadan gelebileceğini düşleyenlerdenim.
Dakka 1 gol 1:"Gak!" dedi kara karga;
"Türk Beşlerine: Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun,Hasan Ferit Alnar,Necil Kazım Akses gibi müzik dehalarına" "Türk leşleri bunlar" dedi Şaşırdııım.

"Kendisi acaba biliyor mu?" dedim "nedir do,re, mi fa?"
"Gak!" dedi tekrar karga geldi 2. gol:
Sona erdirdim 5 cana kıyan 90 yıllık cezası olan adamın mahkümiyetini. "Emir demiri keser" diye de sözlerine söz ilave etti.
"Ya hiç adam dövmemiş, hiç cana kıymamış olduğu halde hakkında 10 yıla kadar tutukluluk emri verdiklerine ne olacak?" dedim. "gak, gak!" dedi "orasını fazla karıştırma,yoksaaa!!!
"Dünkü hainleri kahraman ilan ediyor, isimlerini havaalanlarına büyükşehir caddelerine koyuyorsun ya, gerçek kahramanların isimlerini heykellerini sözlerini yerle bir edip hiçe sayıyor bize unutturmaya çalışıyorsun ya! Hadi açıkla bunu" diyorsun... Cevap yine aynı "ileri demokrasinin gereği bu, durmak yok ileri" diye karşılık alıyorsun.Göstermelik yaptığın 3-5 lik zammı defaatla burnumuzdan getiriyorsun, yoksa sen bizi mi kandırıyorsun?
Her gak-ın bir zam bir yalan, geçilmez bu taşköprü bu gakgakcıklarınla.
Dakka 1 gol 1 alıyorsun canlarımızı, istersen geri al yaptığın 3 kuruşluk zamlarını.

Bir canlının karnının doyması ve mutlu olmasının bedeli diğer bir canlının canından geçmesi ve teslim olmasıyla olası belki.Birinin yaşayabilmesi ötekinin ölümüyle ilintili.Haydi ölüm yok diyelim, kalıptan kalıba dönüşüm var zayıf ve güçsüz olan güçlünün bedenine ediyor seyr-ü seferi! Yenen ve yiyen, gidenle gelen bir oluyorsa O zaman. Eee! sonuç ne peki, elde var sıfır mı,O mu bir mi?
İşte buradan çıkmış "bize birşey olmaz!" masalı.
Çocuk kompozisyon ödevi için babasına sormuş:
- Politika nedir?diye.
Baba:
- Yavrum, Ben evin geçimini sağlamak için çalışıyorum para kazanıyorum. Yani ben kapitalistim. Annen, kazandığım parayı harcayıp evi idare ediyor, yani hükümet. Hizmetçimiz ev işlerini yapıyor, yani işçi. Sen halksın. Kundaktaki kardeşin de istikbal. Kompozisyon ödevini buna göre yaz! Anlaştık mı?
Çocuk, "anladım" demiş, sabah ödevini yazmak üzere uykuya çekilmiş. Gece tuvalete kalkınca beşikteki kardeşinin ağladığını duyup yanına gitmiş, altını kirlettiğini görünce... Hizmetçiye haber vermek için odasına koşmuş, bakmış ki: babasıyla hizmetçi yatakta sarmaş dolaş.
Annesine seslenmiş, ama annesi horul horul uyumakta.
Çocuk hemen masasına geçip ödevini yazmaya koyulmuş:
Politikanın ne olduğu çok açık:
Kapitalist işçiyi götürüyor, hükümet uyuyor, halkı da B.K götürüyor.

Dedim ki: "Geçilmez bu taş köprü, karganın kılavuzluğunda.
Aman ha dikkat! bizi de B.K götürür sonra..."
Hepinize sevgilerimle.

Resim:Andrzej Radka

Devamı Buradan ...>>

31 Aralık 2010 Cuma

ZAMAN İCADEDİLMEDEN ÖNCE



Zaman icadedilmeden önce yoktu ne eskiye rağbet ne yeniye özlem,
Ay parıldardı aygününde dünyalılara, her batan güneşin solan ışıklarıyla
365 gün bir yıl eder diye bir hesap yoktu aylara da bölünmemişti zaman
Kaç yaşındasın diye sormazdı kimse kimseye, genç yaşlı ayrılmazdı o zaman
Suçlanmazdı giden yılın sayısı, umutlanılmazdı gelen yılların rakamlarıyla.
Ve İcadedildi zaman.. Çetele tutulur oldu üstümüzden her geçen saniyeyle.
Zaman mı bizde, biz mi zamanda kayıp gidiyoruz?
Dilerim hayatımızdan çıkarmak istediğimiz 2010 u aratmaz yeni gelen.
Sağlık, sevgi, neşe, mutluluk, aşk, hoşgörü, hak ve adalet dilerim düşmesin yakamızdan.
Hastanelerde,cezaevlerinde, sokaklarda olanlara, evsiz barksız, sevgilisiz, yarsız kalanlara hak yardımcı ola.Sevgili blog dostlarım; Sizlerle paylaşarak anlaşarak dertleşerek geçen koskoca bir yıla da şükürler ola.Hepinize kocaman teşekkürler, mutluluklar ve sufi ailesi olarak sevgilerimizle.Hep varolun e mi? Tontini.

Videoyu ilk yayınlama tarihimiz:2008
Devamı Buradan ...>>

27 Aralık 2010 Pazartesi

LEB-A-LEB DOLUYSA KABIMIZ

Geçmişin kirli paslı boyasının üstüne pürüzleri kazımadan yeni boya attıysa kişi; bir zaman için örter saklar ANın boyası, geçmişin anla olan renk tutmazını. Ne kadar özensen de silip parlatsan da, zamanın duvarına nakşettiğin rengin kalkar kabuğu, çatlatır geçmiş çıkar görünür o anda başı. Geçmişin temelleri üzerinde kuracaksak yeniden geleceğimizi; işe önceden yıkmakla başlamalıyız kendi duvarlarımızı.Hani dervişin biri bir dergahın kapısını çalar da, kapıyı açan derviş ağzına kadar dolu tasla karşılar ya onu... "Doluyuz bir kişiye bile yer yok!" demektir bu.Kapıyı çalan derviş alır mesajını ve koyar ya suyun üstüne bir gül yaprağı taşırmaz suyu, böylece hak yolunun olur yolcusu. Leb-a- leb doluysa kabımız dünya malı, alışveriş, çekişmeyle bize sunulan tasın taşar suyu. Doluyuzdur... Kabımıza ne koysun kapısına vardığımız bilge kişi? Olmalıyız ki gül yaprağı kadar narin, hafif ve güzel kokulu: açmalı kapısını ay yüzlü o güzel bilge kişi..."Çok bilen çok yanılır" derler bilirsiniz, zordur güneşi batıdan doğurabilme, bildiklerimizin yalan, gerçeğin bambaşka olduğunu bilme işi.Kıyam-et: ayağa kalkmaktır dostlar, uyumamak uykuların ve gafletin en derininde...
Zorlar kolay ola inşaallah, hepinize sevgilerimle.

Resim:Okay Bilen
Devamı Buradan ...>>

25 Aralık 2010 Cumartesi

SON DURAK HİZMETLERİ

"Ahırda oğlak doğsa arıkta otu biter" de, evinde bir gariban ölse son duraktan onu uğurlayan, yıkayıp paklayan ardından ağlayan bulunmaz mı? Ya da ömrü boyunca çalışıp çabalayıp para biriktirip dost biriktiremeyenin arkasından ağlayanı hiç bulunmaz mı? Buna da çare bulmuş bizim uyanık girişimcilerimiz.
Denizli'de "Son durak hizmetleri" adı altında bir dernek kurmuşlar: "
Cenazelerde acılı günlerinizde 5 bayan 5 erkek ağlama ekibi gönderilir."diye de bir ilan asmışlar ortalığa.
"Nakit ödemelerde İlk 10 dk ağlamak firmamızca ücretsizdir.
Ağıt yakmak,kendini parçalamak ve bayılmak ekstra faturalandırılmaktadır.
Aynı sülaleden hizmet almaya gelen 2.ci kişiye % 25
3.cü kişiye % 35 4.cü ve daha sonraki kişilere ise %50 indirim uygulanmaktadır."demekteymişler.
Of'lu ALİ öZTÜRK 1994'te Selimiye'de caminin kapısından geçerken bir bakmış adamın biri tabutun başında ağlıyor, ama ne ağlamak! Tabutu parçalayacak. Ali bey ağlayana yaklaşıp "Başın sağ olsun, ölüye yazık olur, böyle ağlama!" demiş demesine ama ağlayan kişi "Ben ölüyü tanımıyorum ki, parayla ağlıyorum" diye açıklama getirmiş. Of'lu Ali hazır-cevap: "Yarısını ver, ben de ağlayayım" demiş o anda. Bir yıl sonra 1995'te Ali Öztürk derneğini kurup Cenaze Ağlama Derneği Yönetim Kurulu Başkanı oluvermiş. Ekibi 300 kişilik. "Hep para kazanmış, yaşarken cebinde akrep bulunduran pintiler artlarında koca servet bıraktıklarında hanımları makyajı bozulmasın diye arayıp, "Ali bey, kocam öldü cenazesinde ağlayabilir misiniz?" diye soruyorlar, ben de ekibimi yolluyor bir saat evde, bir saat de caminin kapısında ağlıyorlar." Mahalledeki insanlar da "Ne iyi adammış, kıymetini bilemedik" diyorlar. Bir kişinin bir saat ağlaması 300 milyon, toplam 16 milyar alıyoruz, fatura da kesmiyoruz çünkü ölüye vergi iadesi yok" demekteymiş...
İyi para, kolay iş değil mi? Alkışlayarak ya da partilerin toplantılarına katılarak şak-şakçılıkla para kazanmak oluyor da ağlayarak neden olmasın? Gözünün yaşına güvenen, gemisini yürüten kaptan böyle olur işte. İşsizlik alıp başını gitmişken iş bulmak için Of'luya mı danışmalı acaba?
Hepinize sevgilerimle.

Devamı Buradan ...>>

22 Aralık 2010 Çarşamba

MENENDİ YOK OLAN

Bazen bir kelimeye takılır dil alır başını gider, bazen bir kokuyla kaparsın gözünü, uyuyan geçmiş uyanır sarılır boynuna açar kollarını.Diline dolanan kelimenin geçtiği bir şarkı sözü aralar belleğin nemli ve karanlık dehlizlerini.Kalıbın burdadır ama gezersin başka zamanları.

Çubuğum yok yol üstüne uzatam
Takatim yok yar yolların gözetem
Menendin yok seni kime benzetem?

Eşi emsali yoktur gönle girmeyi başaranın... Menendi yoktur onun.Dün bugün gibi olmuştur, var olmuştur menendi yok olan.Her aşığın maşuğunun menendi yok, liderler içinde ATATÜRK'ün menendi yok.Gelmiş-geçmiş, görüp-göreceğimiz başka bir emsali yoktur onun.Menendi yok kime benzetem onu?

Halk çocuğu Pablo Neruda'nın dediği gibi: Ben de menendi olmayan bir halkım duymalı eşi emsali olmadığını düşünen kendini adaletli, demokrat, özgürlükçü zanneden kişi.

"Halkım ben, parmakla sayılmayan, sesimde pırıl pırıl bir güç var.
Karanlıkta boy atmaya, sessizliği aşmaya yarayan.
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden ve halk toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde buğday nasıl filizini sürer de,
Çıkarsa toprağın üstüne güzelim kızıl elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de,
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde."

Menendi olmayan dostlar hepinize sevgilerimle.

Resim:Ben Goss

Devamı Buradan ...>>